Yüzlerce yıl veya kırk yıl evvelinde “Ramazan ayı nasıldı ve nasıl kutlanırdı…” Onu bunu bilmem ama eski görüntülerden şu an çok uzaklardayız. Eski günlerde insanlar fakirdi ama gönülleri sofralarına taşmıştı! İftar saati geldiğinde, hiç bir aile yalınız başına iftar açmazdı. Yalnızlık günah sayılırdı. Aileler etraflarında bulunan muhtaç insanları toplar, onlarla birlikte hep beraber iftar açarlardı. Tam otuz gün boyunca bu atalardan bizlere yadigâr adetler devam eder.
İnsanlarda saygı ve sevgi vardı. Öyle eften püften şeylerle kalpler kırılmaz, aksine en ufak alınganlıklar derhal anında sulha çevrilirdi. Şimdi bakıyorum da etrafıma, saygısız kişilere rastladıkça onlardan utanıyor ve sıkılıyorum. Kimsenin oruç tutması veya tutmaması ile ilgili yargı yapacak halim yok. Beni ve sanırım toplumumuzu sıkan şeylerin başında bilip veya bilmeden oruç tutanlara karşı yapılan saygısızlıklara kahrım. Özellikle iftar saati yaklaştığında oruç tutanların ruhi heyecanlarını hoş görmek gerekir. İftar saati yaklaştıkça yanımız yönümüz araç dolu. Hepsinde bir telaş… Gaye oruç açmak… Korna sesleri, trafik ihlalleri, sinirsel bağırışlar çağırışlar, cebri saldırılara yeltenenler… Sabırsız insanların bir birlerini üzmesi ne kadar günah bir o kadarda üzüntü verici. Hayırlısıyla şu sayılı mübarek günler geçse de insanlar kendilerine gelse.
Aklım şu “Ramazan Gülleri” diye Ramazan ayında fırıncılar tarafından özel olarak yapılan mis gibi kokulu simitlere takıldı. Genellikle ikindi namazından sonra Ramazan pideleri vurulmadan önce pişirilirdi. Onları tavalara koyan genç satıcıların mahalle aralarında “Geldi ramazan gülü” diye bağırmaları hala kulaklarımda. Çocuklar peşlerinden koşar ve bir anda ramazan gülleri satılır biterdi. Şu günlerde ne çok fırın deryaları oluştu çevremizde ama çoğu ramazan güllerini unuttu. Pişirici ustaları, özel nitelikli fırınlar pastacılar börekçiler… O günlerde satışa sunulan “ramazan gülünün” tadını ve evsafını vermiyor veremiyor.! Simit fırınları açıldıkça açılıyor. Hatta bu konu özel bir sektör haline dönüştü. Çıtır-çıtır simitlerin alası vitrinlerinde… Pastanın kekin alaları satışta! Ramazan gülünün dört mahalleden gelen kokusunu çağrıştıran “ramazan gülü” aralarında yok.
Bu aya mahsus bu özel ürünü diğer aylarda asla göremezsiniz. Tıpkı payam şerbeti gibi ramazan ayında onu görür daha sonra kaybederiz. Etrafımıza bir bakın her yer poşetlere konmuş payam şerbeti, torbası bir lira. Oruçken insanın içi gider onu içmeye ama oruç açıldığında yüzüne bile bakmaz insan. Yine de atalarımızdan bizlere yadigâr kalan bu payam içme alışkanlığı… Tüm vücudu korumasıyla bilinir, özellikle oruç halindeyken susuzluğu gidermesiyle ünlü… İkinci kendiliğinden oluşan adetlerimizin başında; Ramazan ayının son haftalarına gelindiğinde Kömbe yani kahke yapımı başlar. Gerçi o örf ve adetlerimiz de kaybolmak üzere…
Simit sarayları bu işe soyundu. Kilo ile satılıyor. Kaç kilo istiyorsan al eve götür. Kömbe pişirimleri fakir fukaralar için yapılırdı, şimdi o adetlerimizde hızla kayboluyor. Farkındasınız benim gibi… Ramazan bitmeye ramak kaldı fırınların önünden geçerken o mis gibi kokuyu algılamıyorum artık. En önemlisi ise etrafımızda bulunan kimsesiz kim varsa, hali vakti yerinde olanlar onları gözler ve giydirirdi. Bayramda yeni giysiler giymek insanların tüm günahlarından arındığına delalet eder. Çarşı pazarlar hınca hınç doldukça dolar. Genç yaşlı ama özellikle çocuklar sevindirilir. Benim şu yazımı okuyan çoğu kimse şimdiden kafasına göre birkaç kişiyi hedeflemiştir. O çocuklara bayram sevincini yaşatanlar, onları sevindirenler, Allah katında daha çok neşelenir.
Son yıllarda Ramazan ayı gösteri ayı gibi oldu. Lüks lokantalarda veya umuma açık yerlerde bir iftar yemeği deryası var. Çoğu insanlar bu yemeklere katılmıyor. Katılanlar ise reklam gibi gösteride… Muhtaç insanlar aralarında var mı? Var ama onlar çok sessiz pek görünmüyorlar. Yemekten sonra kayıplar. Sahnede hep bildiklerimiz. Her ne kadar çocuklar için dense de o çocuklara ananelerimizi yaşatanlarındır bayram.
Bazı örf ve adetlerimizde batıya ister istemez esir olduk. Al beni diyen cicili bicili gösterişli ama tadı tuzu olmayan şeylere bakıp aldanır olduk. Mutfağımızın kendi özü Allah’a çok şükür hala ayakta… Onlara bakıp ve tattıkça bizleri mest ediyor. Ama gel gelelim onları yememek için ne çokta bahaneler var. Kolesterol, Kan şekeri… Kötü huylusu iyi huylusu… Kandaki yağ… Daha bilmediğimiz yüzlerce sebep! Aman bu yemeği yemeyin şöyle olur böyle olur. Aman onu yapma bunu yapma. Peki, ne yiyeceğiz oda muamma! Eskiden böyle şeyler var mıydı? Bence yoktu. Canım kelle istiyor korkuyorum. Canım bumbar istiyor yine korkuyorum yemekten…
Ben çocukken bir doktor hastayı hem muayene eder, ayrıca da idrar ve kan tahlili yapardı. Öyle son teknoloji laboratuar falan nerede… Hak getire! Dedelerimi inceliyorum. Seksen doksan yaşına kadar yaşamış. Şimdiki kuşaklar öylesine sararmış yaprak gibi ağaç dibine düşüp duruyorlar. Güç yok kuvvet yok, sararmış bir beniz! Bilgisayar çılgınlığı… Her yediğimiz “GDO”
Evet, şu teknoloji denen şey bizi bizden hızla kopartıp götürüyor. Aile düzenlerimizi dahi sarsıyor. Eski ama bizden olan Ramazan ayını ne çok özlüyoruz. Şu gün ramazan ayında olsak bile…