“Ve Yarım Kalan Devrim!” Bu cümle de başlığa dahildi.. Başlıkta söz konusu olan tanım ise Batı’nın ünlü tarihçilerinden A. Toynbee’ye aitti..
Uygarlıkların gelişmesi ve düşüşüyle ilgili tarih felsefesi anlayışını ortaya koyduğu, ‘Tarih Üzerine Bir İnceleme’ adlı on iki ciltlik eserin sahibi Toynbee, “Öyle bir an düşünün ki, Batı dünyasında Rönesans, reform, bilimsel ve kültür devrimi, Fransız Devrimi ve endüstriyel devrimlerin hepsi bir insan hayatının içinde olsun” diyor ve Mustafa Kemal’in tarihsel değerini, tarihe teslim ediyordu.. “Batıda bin yıllık süreçte gerçekleştirilen hayatın her alanındaki evrimci değişimi, 1920 ile 1930 arası on yıllık bir zaman dilimine sığdırarak imkânsızı gerçekleştiren büyük devrimci!”
Toplum mühendisliğini ilerlemeci tarih tezi üzerinden yapılandıran teorinin diyalektik temel yasası şu idi: “Üretim güçlerinin gelişmesi sonucu toplumsal yaşam, bir sistemden daha yüksek başka bir sisteme doğru akar. Mesela; feodalizmden kapitalizme..” Toplumsal ilerlemenin tarihsel şartı ise şu: “Son tahlilde gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimi!” Bu anlamda kayıtlıydı tabii ki Mustafa Kemal’in tarihsel değeri tarihte..Kayıtlıydı elbette emperyalist sömürgenlere karşı ilk ‘zaferin’ sahibi, ‘Büyük Devrimci’ sıfatıyla.. Kayıtlıydı bu bağlamda ‘aklın ve bilimin’ rehberliğinde, ’halkçı, toplumcu’ tarihsel özlü Türk Devrimi de Devrim Tarihi kitaplarında..Kemalist Devrim’in tarihsel özü üzerinde tartışmalar ise devam ediyordu.. Kimi aydınlar ‘burjuva’ veya ‘milli’ sıfatıyla, kimileri de ‘milli burjuva oluşturmak’ fiiliyle değerlendiriyordu..
Başlığın devamındaki, “Yarım Kalan Devrim” cümlesi, Jeneriğinde, “Yapımcı ve yönetmen: Bülent Çubukçu, TRT 2008” yazan ve “milli ilk otomobillerin” öyküsünün anlatıldığı bir belgeselin adıydı.. Bir makine mühendisi, öyküyü şöyle özetliyordu.. “Yıl 1961’di.. Devlet Başkanı Cemal Gürsel; Cumhuriyet Bayramı törenlerinde halka sunulmak üzere, tasarımı ve malzemesi tamamen yerli bir otomobil üretilmesini istemişti. Bayrama 129 gün vardı. Kendine güvenen, inançlı mühendislerden ekipler oluşturuldu ve atölye olarak seçilen Eskişehir’deki lokomotif fabrikasında çalışmalara başlandı. Hedef “cadde tipi” bir otomobil yapmaktı. Çalışmalar basında da geniş yer buluyordu.
Ve fakat haberlerin büyük bir kısmı, başarma azmimizi tahrik edici değil, tam tersi tahkir ediciydi. Acenteci basın yapılamaz kampanyası başlatmıştı. Buna rağmen, elli yıl öncesinin koşullarında ve dört ay gibi bir sürede dört adet tamamen yerli ‘Devrim Otomobili’ yapıldı. Otomobillerden iki tanesi Eskişehir’den Ankara’ya götürülmek üzere vagonlara yüklendi. Lokomotife yakın olan vagondaki, ‘siyah renkli’ otomobile az benzin konuldu. Çünkü lokomotifler buharla çalışıyordu ve kömür yanan bölümden kıvılcım sıçrama tehlikesi vardı. Trenden indirildiğinde, yol üzerindeki istasyondan benzin takviyesi yapılacaktı. Fakat yapılamadı. Nedeni; unutulması değil, bürokratik tören nedeniyle fırsat bulunamamasıydı. Cemal Paşa, siyah renkli az benzinli otomobile bindi. Otomobil yüz metre sonra durdu. Paşa indi, ‘krem renkli’ diğer ‘Devrim Otomobiline’ bindi ve tören alanına bu otomobille gitti. O ‘Devrim Otomobiline’ benzin koyun, bugün de çalışır!”
Belgeselden bir anekdot da şöyleydi: “Otomobil durunca, Gürsel, şoför koltuğundaki mühendise; “Ne oldu?” diye sorar ve “Benzin bitti Paşam!” yanıtını alır. Ve Cemal Aga, o tarihsel sözünü söyler: “Garp kafasıyla araba yapıyorsunuz, ama Şarklı olduğunuz için benzin koymayı unutuyorsunuz!”
Belgeselde; “Devrim otomobillerinin devamının neden gelmediğini ise bir mühendis, şöyle açıklıyordu: “Yabancı otomobil endüstrisinin ‘acenteliğini’ üstlenmiş ‘komprador burjuvazinin’ sözcüsü basının yürüttüğü ‘yapılamaz’ kampanyası, ‘yaşatmayız’ kampanyasına dönüştü. Yaptığımız ‘milli’ otomobiller yerden yere vuruldu. Sekiz sütuna manşet; “yolda kalış” haberleri verildi. Köşelerde; “maliyeti çok yüksek” başlıkları altında “motorunun çalıntı olduğu” yazıldı. “Kapsının dahi açılmadığı” şeklinde karikatürize edilerek çizildi. Ve zihinlerdeki ‘yapılmasın’ izi üzerine ‘yaşatılmasın’ resmi kazıldı. Bu bölümde, aydın çevrelerinde “numaracı” ya da “ikinci cumhuriyetçi” olarak tanınan Prof. M. Altan da şöyle diyordu: “Batı’nın seri otomobil üretiminde burjuva ve sermaye birikimli endüstri devrimi var. Bizde endüstri devrimi yok ki devamı olsun!” Söz konusu belgesel, “inançlı” mühendisin şu sözleriyle bitmişti: “İlk milli otomobili, elli yıl öncesinde özgüvenle yaptık. Fakat bununla övünmek yetmez! Bugüne taşımak ve yaşamak gerek!”
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com