Değerli Okurlarım, yüce Yaradan, çocuklarımızı (acılarını göstermesin) öylesine güzel, tatlı, sevimli yaratmış ki, bu güzelliklere “Cennet Kokusu” da ilave etmiş. Evlat mis gibi kokar bir çiçek gibidir. Bu kutsal nimetin kıymeti bilinmezse, ona gereken ihtimam gösterilmezse elden gider. Güzel kokan bu kutsal nimeti isyan, inkâr, günah bataklığına atarak soldurmamalı, çirkin kokmasına neden olmamalıdır.
Evlatlarımızı ‘ışığını etrafına saçan bir mum’ gibi yetiştirmeliyiz. Zaten İsa aleyhi selam da (muhtemelen bunun için söylemiştir…) “Elinizde ki yanan mumu, şamdana koyun da, herkes aydınlansın” buyurmuşlardır. Peygamberimiz Hz. Muhammet; “Allah-u Teâlâ’dan hayırlı evlat istedim. Bana kız çocukları ihsan etti” buyurmuşlardır.
Her nimet, insana emanet olarak verildiği gibi, evlat da ana-baba elinde bir emanettir. Çocuklarımızın temiz kalpleri kıymetli bir cevher gibidir, her şekle sokulabilir. Verimli bir toprak gibidir, ekilen tohumlar hemen meyvesini verir. Allah-u Teâlâ’nın emirleri kusursuz öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, Din ve Dünya saadetine ererler.
Bu saadete Analar, Babalar ve Öğretmenler de Yüce Yaradan’a karşı sorumlu olurlar.
Bugün neden böyle hassas ve iç burkucu konuya girdiğimi anlamış değilim ya, muhtemelen çocuklarımı özlemişimdir, öyle de olabilir. Ancak yazan için de, okuyan için de sakıncalı bir durum olacağını sanmıyorum. Ortalamasını aldığımızda bütün âlemler için geçerli ve uygulaması gereken bir konu…
İnsanlığın, Allah-u Teâlâ’nın rızasına, sevgisine kavuşturan yol inşasının kalbidir. Kalp yaratılışında temiz bir ayna gibidir. Topluma faydalı olmak, iyi ahlaklı, Terbiyeli bir insan olmak, kalbin temizliğini, cilasını arttırır. Terbiye dedim ya, biraz açalım dilerseniz. Terbiye (nezaket); her zaman için merhametten de, cömertlikten de, içtenlikten de, zenginlikten de, başarıdan da daha fazla güvenilir bir hadisedir.
Tıpkı hak yemenin ve karşısındakine eşit şans tanımanın, hayatımızda (hele günümüzde) adalet kavramından daha yalın ve önemli olması gibi… Bütün bu gösterişli, adı büyük değerler baskı altına girdiğinde, türlü mantık oyunlarıyla çözülüverirler. Günümüz de yüzlerce örneği mevcut ama “Terbiye terbiyedir, öyle kalır…” Çocuklarımıza bırakacağımız en önemli miras “Terbiye” olmalıdır.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
İki Kişilik Yalnızlık
Değerli Okurlarım, bu “iki kişilik yalnızlık” var ya; özellikle ülkemizde milyonlarca insanın kaderidir. Bu ne kadar aslında? Kokuşmuşluktur, onursuzluktur! Dışarıdan görenler, bunları mutlu zanneder, imrenirler belki de… Hayat akıp giderken, onların da ömürleri çürür gider bu anlamsız ve kısır ilişkiyle beraberlikle.
Bu insanlar çok ilginçtir… Birbirlerini görmezler de, sadece bakarlar, hissetmezler, hiç seğirmezler, görmezler, görmek istemezler belki de! Öncelikle sevgi yoktur bu iki kişilik yalnızlarda, söylenecek söz yoktur, konu yoktur anlatacak. Bir şeyi anlatmaya kalksalar bile, darmadağın olmuş ampul gibidir. Bir anlam taşımaz.
Çünkü sevgi yoktur aralarında ama bu ilişkiyi devam ettirmek isterler. Nedeni yok… Küçük çıkarlar için, büyük düşmanlıklar yaşanır gizliden, iki kişilik yalnızlıklarda… Bir soğuk savaş yaşar iki kişilik yalnızlıklar. Evlerinin içinde, hayat boyu gerçek kimliklerini tanımadan, o kimliği yaşamadan yaşarlar. Yazık!
Bu iki kişilik yalnızlıklarda, eğer varsa, cinsellik bir görevdir. Bunda şefkat yoktur, merhamet yoktur, incelik zarafet yoktur. Yoktur oğlu yoktur. Yazık!
Ruhlar ve Bedenler birleşmez sevişmelerde ve hep bir eksiklik ve de büyük bir boşluk vardır yatak odalarında. Riyakârlık hâkimdir, kendilerini olduklarını gibi ortaya koyamazlar bu iki kişilik yalnızlığı yaşayanlar. Burada genç ya da olgun yaşta oluşları hiçte söz konusu değildir.
Bu insanların birbirlerinden saklayacak bir şeyleri vardır eminim. Evleri bir lokantaya ya da bir otele benzer ama kendilerinden başka da müşteri yoktur.
“Madeni paranın iki yüzü vardır. Yazı-Tura, ama para tektir, bu iki yüz de aslında aynı parayı temsil eder…” Burada çok şeyler söyledim, anlayan anlasın.
Sonuç olarak, aynı çatı altında iki yabancı gibi yaşayıp gider yalnızlar, birbirini sevmeden ve dokunmadan. Üstelik çözüm de aramazlar. Üstelik birbirini zor durumda bırakmak ve duygu sömürüsü yapmak için, hastalıklar uydururlar. Gerçek bile olsa, artık inandırıcı olmaz. 60-70 yıl aynı yastığa baş koyanlar, anılarıyla mutlu olurlar. Onlara saygımız sonsuz. Buradan şapka çıkarıyorum.
‘Yalnızlık; Tek Kişiliktir, İki Kişilik Yalnızlık Olmaz!’
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Meryem’in Ağrısı Başladığında
İnsanlar, yollarını müşküllerle, dertlerle bulur. İnsana yol gösteren derttir biraz da… İnsan hangi işe koyulursa koyulsun, o işin havası, aşkı gönlünde doğmazsa, o iş kolay gelmez ve başaramazsan da…
Meryem, doğum ağrısı başlamadan baht ağacının yanına gitmedi. Doğum ağrısı, onu hurma ağacının dibine sevk etti. O’nu, ağaca götüren o dertti de, kuru ağaç meyve verdi. Beden, Meryem’e benzer. Her birimizin bir İsa’sı vardır. Bizde dert meydana gelirse İsa’mız doğar. Fakat dert olmazsa İsa, geldiği o gizli yoldan gider yine aslına kavuşur, ancak biz mahrum kalırız, faydalanamayız ondan.
Dertten maksat şudur: Bütün Peygamberler Allah’ın emrini tebaa’sını anlatırken büyük zorluklar çekmişlerdir. Allah onlara olağanüstü sabır vermiştir. Hz. İsa mesh etmek suretiyle kötürümlere ve âmâlara şifa vermesine rağmen, uzun zaman tebaası O’nu zor durumda bırakmıştır.
Elleri ve ayakları bir direğe çivilendiğinde, akan mübarek kanı, rahmetin de etkisiyle bütün hastalara şifa olmuştur. Bu konuyu ayrı bir sanat sayfamda sizlere ayrıntılı olarak sunacağım. Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.
Günün Sözü
Her Ormanın Kuru Bir Ağacı Vardır
Öcal’dan İnciler
Olanları Unutursan Af da Ortadan Kalkar