Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bahar geldi derken birde baktık ki kış yeniden döndü. Fırtınalar yağmurlar ve yeniden başlayan soğuklar. Hep söylerim bendeniz için sıkıntı yok havalar bendenizin havaları ancak bir kaç zamandan beri bu havlardan korkar oldum. Neden mi? Çünkü Berke bu havalarda okula gidince Serinyol’a aklım onda kalıyor! Yolunu dört gözle bekliyorum. O zaman yağmur ve fırtına olmasın diye dua ediyorum.
Ne garip değil mi? Berke olmadan bu kadar dert etmezdim yolda olanları! Ancak unutmazdım yalanım yok, hatta çok zaman vicdan azabı çekerdim bu havaları sevdiğim için. Sokaktakileri düşünerek… Ama şimdi bir başka merak ediyorum. Oysa Berke’nin umurunda değil. “Biz İstanbul çocuğuyuz Gül” diyor. “Biz bebekliğimizden beri karda kışta okullara gittik unuttun mu?” Tabi ki unutmuyorum ama…
Neyse bugün okul yok ve ben yoldakileri düşünmeme rağmen yinede havalardan dolayı mutluyum. A… Mutluyum derken. Aklıma geldi. Belediye sanat merkezinde (sevsinler, ama nasılda sanat merkezi ya?) eski nikah dairesi. Bilirsiniz. Orada bir resim sergisi var. Eğer gezmediyseniz yolunuz düşmediyse hemen bugün gidin. Serginin adı “Mutlu ressamlar sergisi.” İsme bakar mısınız, bayıldım tek kelime ile. Ve başladım düşünmeye mutlu ressamlar nasıl olur diye.
Kendimi çok fazla kaptırmışım herhalde içinde bulunduğumuz karmaşaya ve kaosa “mutluluk” sözcüğünü çok ciddiye alıyorum. Mutluluk sözcüğünün içinin hep boş olduğunu düşünmüşüm! Yani havalardan dolayı mutluyum derken aslında gerçekten ne kadar mutluyum bilemiyorum! Resimlere ve karşımda duran insanlara bakıyorum, gerçekten içini dolduruyorlar mı bu sözcüğün? “Evet” dediler “biz mutluyuz on, on beş arkadaş bir arada resim yapıyoruz. Bilmediğimizi öğreniyoruz ve yaptığımız resimlerle mutlu oluyoruz.”
“Harika hep böyle mutlu kalın” dedim. Sanki mutluluk yeni keşfedilmiş bir kavrammış gibi düşünmeye devam ediyordum resimleri tek-tek incelerken. Aslında ayrımına vardım ki, bendeniz çok ciddiye alıyorum sözcükleri ve hayatı!…
Neyse bugün (dün) siz okuyucularımla buluşmak için birazdan gazeteye gideceğim. Ve eminim ki bugün “mutluluk” sözcüğünün içi dolacak. Ama bendeniz yinede mutluyum diye nara atamayacağım! Çünkü mutluluk çok güzel ama çok fazla mutlu olmakta başkalarına haksızlık diye düşünüyorum. Ve vicdanımı sızlatıyor! Ah bendeniz kendimle ne yapacağım bilemiyorum. Özel bir işkence şekli bulmuşumda, kendime uyguluyorum sanki? Neyse şimdilik daha çok oyalanmadan gideyim.
Sağlık ve sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım. Hep birlikte, her zaman bütün ayrım gayrımlar inat. Yase
Günün Şiiri
Suyu Şiir Bildim Susuzluğu Aşk
sesinin kokusu var
şiir parlatan ince parmakları
gerekçeli bir rüzgârın
tende belâgat burcusu
dünyayı hep unuttum
bütün dillerini yuvarlanmış karanın
suyu şiir bildim susuzluğu aşk
nedensiz bir terk edişti suya aşınmak
eskiciye devredilen kullanılmış ırmak
kirpik gibi kardeş gibi
sessizce döküldükçe göğsüne ormanın
anneyi yakan uzun esmerlikti
sesinin kokusu var
kalbimi titreten mahcup itibarı
boşluğu hep unuttum
içimde büyüyen sökülme arzusunu
sadakati şiir bildim
sadakatsizliği kâğıda dağılmayan mürekkep
dönüşsüz bir yolculuktu suya göçmek
kerpiç evde kavlayan kimsesizlik
dem gibi kuytuluk çöl gibi
büyüdükçe ayak dibinde sıtmalı çocuğun
babayı yıkan ıslak suskunluktu
sesinin kokusu var
sağdığım her gülün yanaklarında
benzersiz gümbürtüsü
gülü şiir bildim
gülsüzlüğü gücünü yitirmiş en elzem sihir
böyle de güzelsin yok/su dil..!
sadakatsizliği kâğıda dağılmayan mürekkep
Azad Ziya EREN
Günün Fıkrası
Yorgan Kavgası
Bir gece sabaha karşı Hoca’nın evinin önünde patırtı gürültü ayyuka çıkmış. Hoca bakmış birkaç kişi kıyasıya kavga ediyor. Hemencecik yorgana sarındığı gibi dışarı fırlayıp adamları ayırmaya kalkmış. Kalkmış kalkmasına da herifler kavgayı bırakıp Hoca’nın sırtından yorganı kaptıkları gibi tüymüşler. Hoca otuz iki dişi mızıka çalarak eve dönmüş. Tir tir titreyen Hoca’ya karısı uykulu bir sesle sormuş: “Kavga ne oldu?” “Ne olsun” demiş Hoca, “yorgan gitti, kavga bitti!”