Rüşveti bir hastalık olarak ele alırsak; ‘RÜŞVET, namı değer diğer adıyla kılıfına uydurulmuş “HARAÇ”tır…’ Rüşvet bir toplumu içten içe kemiren bulaşıcı ve çok tehlikeli ekonomik ve toplumsal hastalıklardan biridir.
Rüşvet amansız bir hastalıktır, yaranın iltihabı yayıldıkça müzminleşir ve verdiği tahribatın onarılması çok güçtür. Bu hastalık, toplumun yozlaşmasına, ahlaki değerlerin buharlaşmasına tetikleyici roller oynamaktadır.
Milletin emanet etiği birikimleri dolambaçlı yollarla “gasp” etmek, apaçık yüzsüzlüğün, utanmazlığın, vicdansızlığın, pişkinlik ve vurdumduymazlığın ta kendisidir. Yolsuzlukların daha çok kamu kuruluşlarında ve özellikle belediyelerde cirit attığı iddiaları, kamuoyunda genel kanaatin oluşmasına neden olmaktadır.
İddialara göre, bazı belediyelerde “rüşvet ekonomisi”nin günlük ciroları dudak uçuklatmaktadır. “Rüşvet camiası” hiç boş durmuyor, yorulmak nedir bilmiyor. Çalışkanlık ve hamaratlıkları (!) dillere destan! Bir rüşvetten ötekine mekik dokuyorlar.
Yeni tür yolsuzluklar icat etme arayışları, tam gaz ileri. Rüşvet alışveriş trafiği o kadar çok yoğun ki, başlarını kaşıyacak zaman bulamazlar şu rüşvet tiryakileri. Kamu İhale Kanunu, 12 yılda yapboz yöntemiyle 167 kez değiştirilmiş. Türkiye siyaset tarihinde belki de en çok değişikliğe uğramış tek kanundur.
Neden acaba? Milletin emanetlerine sahip çıkmak için mi? Yoksa kul hakkını, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını koruyup kollayarak haram lokmacıların yolunu kesmek için midir?
Aklı başında vatandaş enine boyuna tartıyor, ölçüp biçiyor ve yolsuzlukların diz boyu olduğuna kanaat getiriyor. Yolsuzluklara bulaşanlar deve kuşu misali başlarını kuma gömdüklerinden dolayı sokaktaki vatandaşın dönen dolaplardan habersiz olduğunu sanıyor.
Yolsuzluk ve rüşveti normal karşıladıklarını yansıtanların, son zamanlarda “çalıyor ama hizmet ediyor, çalışıyor” tekerlemesine atıfta bulunarak kaderlerine rıza göstermeleri acizliktir. Çalışmanın karşılığını çalıp çırparak malı götürme algısı hırsızlık ayrıcalığının bir hak olarak nitelendirilmesi manidardır. Bu zihniyetle hareket edenler, yolsuzluk, hırsızlık, soygun ve talana meşruiyet kazandırarak “haram lokmacıları” cesaretlendirmektedir.
Koltuğa talip olurken kendilerini hizmet (!) için adadıklarını ilan edenler, seçilip koltuğu kaptıktan sonra, gözleri yolsuzluktan başka bir şey görmemeye başlıyor. Yolsuzluk ve rüşvet, sanki bir gelenek, bir kuralmış gibi, soygun düzenini özendirmek hangi akla hizmettir?
Rüşvet, farz mıdır, vacip midir ki, dönen dalaverelere açık kapı bırakılsın. Çalma mecburiyeti mi var? O zaman “çalmasın, çalışmasın..”
Oy isterken kendilerini “millete ve hizmete” adadıklarını iddia edenler, işleri bitince milleti kendilerine adamış hale getiriyorlar. Sonuçta sözde “hizmet aşkıyla yanıp tutuşanlar”ın istifledikleri rüşvetler, yanlarına kar kalıyor.