Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar değişti yağmur, çamur, fırtına kaç gündür dilediğince özgür… Ne denir bendenizin havaları bunlar ama yinede içim rahat değil tabi; yolda, sokakta, hasta olanları düşününce. Berke dün içine dek ıslanmıştı okuldan döndüğünde. Her gün Antakya’ya gitmek zorunda çocuk, şimdi sormak istiyorum… İstanbul’da Ankara’da her yere giden belediye otobüsleri var üniversitelerin çoğu şehir dışında. Belediye otobüsü kampusun içine dek girebiliyor. Bizde ise minibüslere midibüslere mahkûm insanlar.
Oysa bizim öğrencilik zamanımızda belediye otobüsleri vardı. Ne güzel. Tabi dolmuşlara itirazım yok. Ancak belediye otobüslerine de çok gerek olduğunu düşünüyorum. Yani Hatay sınırlarında olan her köşeye Antakya ve Serinyol örneğin orada işi olanlar ve öğrenciler için bu çok iyi olurdu. Berke’yi örnek gösterirsem… Çocuk dolmuşla gidiyor her gün. 7 lira gidiş 7 lira dönüş. Toplam 14 TL. Kampus önünde iniyor, eğitim göreceği binaya gidebilmek için yeniden dolmuşa binmek zorunda kalıyor, oraya da bir lira. Bir simit alsa yalnızca günde 20 lira ediyor. Ve bu para yalnızca yola gidiyor. Verebilen var veremeyen var bu parayı.
Ve konu yalnızca para değil tabi. Dersten çıkınca dolmuş beklemekte ayrı bir sıkıntı. Dolmuş kalabalık gelince diğerini bekliyor ve ders çalışarak geçirmek zorunda olduğu zamanı yollarda geçiriyor çocuk. Ve tabi Berke örnekti. Onun gibi birçok öğrenci ve yakını bu sefalet deyip abartmayım ama zor durumu yaşıyor. Havalar yağışlı ve sisli olunca da sıkıntı katlanıyor. Belediye, dolmuşçularla anlaşmaya gidebilir diye düşünüyorum ve birkaç belediye otobüsü koyabilir. İskenderun’un içine ve dışına ve trafik yoğunluğu, çevre kirliliği de azalabilir birde böylece en önemlisi birçok insan daha ucuz ve sağlıklı yolculuk yapabilir. Bendeniz dolmuşları çok kullanan biri değilim çok şükür çevremden çokta dışarı çıkamadığım için tabi.
Ancak zorunlu durumlara kullandığımda yolcuların ve sürücülerin şikâyetlerini duyabiliyorum gözlemleyebiliyorum. Yalnız yolcular değil sürücüler de çok mutlu değil. Ve düşünüyorum yine; belediyenin öyle nostaljik dönüşler için projeleri var. Sayfasından takip ediyorum. Ancak belediye otobüslerine dönmek bence halkın çok daha işine gelir. Tabi ki bir türlü bitiremedikleri çevre düzeni çok önemli ama halkın rahatı huzuru daha çok önemli… Bendenizce ve yatırım İnsan üzerine olmalıdır öncelikle her zaman diyorum. Dilerim bu yazı okunur.
Ve sevgili okuyucularım bu günlerde kitabımın heyecanı ve telaşı içindeyim. Ancak kafam uyuşuk ve günlük yazılarımı yazdıracak meleğim uzaklarda sanki bıraktı gitti esin kaynağım kaç gündür. Düşünüyorum da insan çok canı sıkılınca meleklerde onu bırakabiliyor? Ancak yinede en büyük hüzünler en büyük acılar, en güzel eserlerin doğmasına neden olur bunu da biliyorum ve şu an güneş doğdu gün aydınlandı.
Ve bu günü şiir günü ilan edip sevdiğim şiirlerden bir buket yolluyorum siz sevgili okuyucularıma. “Seviniriz” dediğinizi duyar gibi oldum. “sağ olun bende sevindim.” Ve sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman el ele yürek yüreğe ön yargıdan ayrım gayrımdan uzak sevgili okuyucularım. Yase
Papatya’nın Hikâyesi
Koskoca bir bahçede harikulade çiçekler içinde bir papatya… Aşık olmuş, yanmış tutuşmuş ak sakallı bahçıvana… Bir ümit bekliyormuş… Yüzlerce çiçeğin arasından onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin, buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormuş. Sadece ona değsin makası, sadece ona gülsün dudakları…. Kıskanıyormuş bahçıvanı. Kırmızı güllerden, sarı lalelerden, mor menekşelerden, zambaklardan… Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş bembeyaz yapraklarını… Bir gün aşkı öyle büyümüş ki yapraklarını taşıyamaz olmuş… Eğilivermiş boynu… Toprağa bakıyormuş artık…. “Buna da şükür” diyormuş… Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek… Zaman akıp gidiyormuş… Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş. “Ne var sanki boynumu kaldırsa, bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş…
Ve işte bir gün, bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış, incecik bedenini ellerinin arasına almış, elindeki sopayı köklerinin yanına toprağa sokmuş, bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya… Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı… Hala göremiyormuş onu ama bedeni kurtulmuş… Uzun bir müddet sonra bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye… Gelen giden yokmuş. Kahrından ölecekmiş papatya… Ama işte bir sabah hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış… Derin bir oh çekmiş… Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş. Birden kendisine doğru gelen iki ayak görmüş. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş… Başka birisiymiş… Adamın elinde bir de makas varmış… Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru… “Ne güzel açmışsın sen böyle” demiş… Bu gencecik yakışıklı bir delikanlıymış… Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış… “Ama gövden seni taşımıyor” demiş… Elindeki makası papatyanın boynuna uzatmış ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış… Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini… O ak saçlı, aksakallı yaşlı mı yaşlı bahçıvanı… Birde o gencecik yakışıklı delikanlıyı düşünmüş…
Ve o an anlamış neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini. O her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş. Ona hiçbir zaman güzel olduğunu, onu sevdiğini söylememiş ama aslında onu hep sevmiş… Papatya anlamış artık. SEVGİ EMEK İSTERMİŞ… Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini… Teşekkür etmiş ona içinden… Son yaprağı da kuruduğunda, Biliyormuş artık… GERÇEK SEVGİNİN, SÖYLEMEDEN, YAŞAMADAN VE ASLA KAVUŞMADAN VAR OLABİLECEĞİNİ…
Günün Şiiri
Gitti Gider
Gönül, kararın bulurum
Ten yıpranır, elden gider.
Üstüne kilit vururum,
Kul, köle, kurban olurum
Can çekişir, elden gider.
İki gözüm iki çeşme,
Düşerim canın peşine
Yar tükenir, elden gider
Sarhoşum
Sarhoşum çok şükür dilediğim gibi
Bir ben yok artık benden içeri
Onunla göz göze, diz dizeyiz
Sarhoşum, sarhoşum, sarhoş
Çok şükür biz bizeyiz
Sarhoşum
Caddenin göbeğine oturmuşum
Aklıma eserse sırt üstü yatabilirim
Nara atabilirim
Kem gözler umurumda değil
Ben kendi gözlerimden kurtulmuşum
Sarhoşum, sarhoşum sarhoş
Doğrudur
Bırakın bağırayım avazım çıktığı kadar
Görüp göreceğim rahmet budur
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Sitem
Önde zeytin ağaçları arkasında yar
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim.
Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim.
Yar yar!..Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hışım
Gel gör beni darmadağın
Tel tel çözülüp kalmışım.
Yar yar
Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Kara Sevda
ve nihayet gelip çattı
Bir dilimi zehir zıkkım
Bir dilimi candan tatlı.
Masallarla indi yere
Sebil oldu cümle hikayelere
kara kara kazanlarda kaynadı
Diyar diyar al kanlara boyandı
Türkülerde ateş alev yandı tutuştu
Gördes kiliminde nakış
Minyatür bahçelerinde suret kesildi.
Ve nihayet gelip çattı
Elveda belirsiz bedava sevince
Uçan kuşa eşe dosta elveda
Bütün haşmetiyle gelip çattı
Bir dilimi zehir zıkkım
Bir dilimi candan tatlı.
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Günün Fıkrası
Birinci sınıf öğrencisi okuldan dönünce annesine “Bugün öğretmen bize atlardan söz etti. Ama ben atın hala ne olduğunu anlayamadım” dedi.
“-Neden?” diye sordu annesi.
“-Öğretmen atın yavrusuna tay, dişisine kısrak, erkeğine de aygır derler, dedi.”
“-Bunda anlaşılmayacak ne var çocuğum.”
“-Peki anneciğim ne zaman ata at diyorlar?”
Günün Sözü
Düzeltilmesi gereken bir yanlışlık, doğruluktan daha ağır bir yüktür.
Dag Hammarskjölk