Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Yeni yılın ilk yazısı bu yazı. 2014 yılına büyük umutlarla girmiştik. Ancak belki anımsadığım en zor ve olumsuz yıl oldu birçoklarımız için. Bütün umutlarımızı aldık 2015’e yükledik. Şimdi ondan beklentimiz çok. Bakalım genç omuzları bizim dinozorlaşmış umutlarımızı taşıyabilecek mi? Yeni yıla girerken sinirlerimiz laçka neşemiz lal idi. Ancak bir can damarı eklenmişti bedenimize, ruhumuza, yüreğimize. Minik Duru. Kırmızı uzun, belden fiyonklu, bebe yakalı, kadife elbisesi ile ortalıkta badi, badi dolaşması yok muydu, işte bizim yeni yılımızdı. Birde yeni, yeni öğrendiği annem, halam babam gibi sözcükleri sonlarına eklediği mmm la söylemsi ve bundan hoşnut kalarak minnacık kahkahalar atması yok muydu? Sofradaki bütün yiyeceklerden ve tatlılardan tatlıyıydı ve biz onunla doyduk. Birde halacım diye, diye kucağıma tırmanması yok mu? İşte hayat bu işte can bu!!!
Ve biz yeni yıla bu güzellikle girdik. Ve beklentimiz böyle geçmesi. Ya siz nasılsınız? Keyfinizde sağlığınızda yerindedir inşallah, yeni yıldan beklentileriniz neyse, istediğiniz gibi gerçekleşir dilerim. Bu sabah hava kapalı ama güzel, çalışmak güzel, sorumluluk almak güzel ve görmek güzel her şeyi… Güne güzelle başladığıma göre demek güzel bir gün olacak bu gün! Hadi bakalım kolay gelsin hepimize. Düşünüyorum da bazen güne (mış) ya da (gibi) başlamayız. En doğal halimizle yani kendimiz olduğumuz halimizle başlarız. Ve biz onu olduğu gibi yaşarız. Ve bu yüzden bazen çalışırken aniden, iki dakika ara verip çalışmaya bir şeyler okumak isteriz ya şöyle gündem dışı bir şeyler neşeli, havadan, sudan, falan. Kısa bir öykü, damardan giren bir şiir, bir fıkra gibi. Bu bize bir tazelik bir başkalık verir işimize daha enerjik döneriz.
Bazen bir şarkıya takılırız onu kovalarız bütün gün. Karşıdan karşıya geçerken bile dilimizdedir o şarkı, ne tatlı bir boş vermişlik vardır üzerimizde, rahattır bütün hareketlerimiz, hafif ve hızlıdır o şarkıyı mırıldanırken uyduruk kıytırık söylesek de umurumuzda olmaz. Bizi uyarsalar bile -şarkıyı katlettin- yine umursamayız madem söylüyoruz bizimdir artık o şarkı nasıl söylersek söyleyelim. Ve gün geçer, her geçen gün gibi, aslında hiçte “gibi” olmadan.
“Gibi” olmayan bu günde çalışırken, bilgisayara yüklediğim doğaya ait resimleri ilk kez görüyormuş gibi karıştırmaya başlarım. Başka zaman olsa bu işten hemen sıkılırım resim seyretmek aslında sevdiğim işlerden de değildir öyle albümleri açıp eski yeni resimlere dalmak ise hiç ama hiç yapmadığım bir şeydir. Ne tuhaf değil mi? Yazı yazmak işim olduğu halde. Kısa bir mesaj atmak bile bana zor gelirken. “gibi” olmayan zamanlarda hepsini yapmak çok doğal gelir. Hiç aranmadan, uslu-uslu… Valla arandığınızda, zor bir hayat oluyor hayatımız. Ve bu hayat bizim, yalnızca bizim ancak ne yazık ki ona iki dakika ara verdiğimizde ancak kendimizden sahip olduğumuzu anlıyoruz. Ve o mola verdiğimiz zamanlarda bir öyküyü paylaşmak isteriz sevdiklerimizle. İşte o öykü.
Ve sevgili okuyucularım kendinizi bulduğunuzu sandığınız zamanlarda; korkmayın; hiçbir şeyden kendinizi bırakın akışa “gibi” olmayan zamanın inanın o zaman –kendim- olabilmenin tadına varacaksınız. Ve şimdilik yeni yılımız kutlu, sağlıklı, huzurlu ve barış içinde olsun dileyerek yazıma noktayı koyuyorum. Sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte, her zaman her koşulda. Yase
Not: Sevgili okuyucularım. Yakında ilk romanım piyasaya çıkacak. Ve kitap raflarında yerini alacak. Sözleşmeleri tamamladık. Bunu da sizlerle paylaşmak istedim.
& & & & & &
BALONLAR
Adamın hastalığına çare bulamayan doktorlardan biri, kendisine Evliya denilen bir ihtiyarın adresini (doktorlar hiç böyle şey yapmaz bence ya, neyse) vermiş. Söylenenlere göre en ağır hastalar o zatın duasıyla iyileşebiliyormuş. İhtiyar adam verilen adresi çaresizlik içinde cebine atıp doktorun yanından ayrıldığında, sokağın köşesinde simit satan 6-7 yaşlarındaki bir çocuğa rastladı. Çocuk son derece masum gözlerle kendisine bakıyor ve onu tanıyormuş gibi gülümsüyordu. Adam o yaştaki çocukların tamamen günahsız olduğunu düşünerek yoluna devam ederken, aniden duruverdi. Simitçinin üzerindeki eski t-shirt ün üzerinde bir E harfi yazılıydı. Ve bu E mutlaka evliyanın E si olmalıydı. Aradığı evliyaya bu kadar çabuk ulaşmanın heyecanıyla yanına gidip bir simit aldıktan sonra; “Doktorlar benim hasta olduğumu söylediler” dedi. “İyileşmem için bana dua eder misin?”
Çocuk bu teklif karşısında şaşırmışa benziyordu. Kafasını olur der gibi sallarken; “Bende sık sık hastalanıyorum” diye karşılık verdi. “Ama dedem, Allaha inananların ölünce yıldızlara uçtuklarını ve orada cenneti seyrettiklerini söylüyor. Bu yüzden korkmuyorum hastalıklardan.”
Adam içinin bir anda ferahladığını hissetti. Onun soğuktan moraran yanaklarına bir öpücük kondururken: “Deden çok doğru söylemiş” dedi. “Ama ben yine de yardım istiyorum senden.”
Çocuk duasının kıymetini anlamış gibiydi. Karşı kaldırımdan geçmekte olan baloncuyu göstererek; “Size dua edeceğim” diye cevap verdi. Ama eğer iyileşirseniz, bana 10 tane balon alacaksınız, tamam mı?”
Bu sefer adam başını salladı. Fakat çocuk bu kadar büyük bir hazineyi istemekle haksızlık yaptığına hükmetmişti. Mahcubiyetten kızaran yanaklarını elleriyle örtmeye çalışırken; “Uçan balon almanıza gerek yok” diye devam etti. “Normalinden 10 tane istemiştim.:))”
Adam elini uzatarak çocukla tokalaştı. Anlaşma nihayet yapılmış, ayrıntılara geçilmişti. Buna göre hastalıktan kurtulması halinde 6 ay sonraki Ramazan Bayramında çocukla buluşacak ve her hangi bir sebeple gelemediği takdirde, önceden hazırlanan balonların ona ulaşmasını veya postalanmasını sağlayacaktı. Adam küçük çocuğun adını ve adresini bir kağıda yazdıktan sonra, başını okşayarak onunla vedalaştı. Aradan soğuk bir kış geçip Ramazana ulaşıldığında, adamın hastalığından eser bile kalmamıştı. Hayata tekrar dönmenin sevinciyle en güzel balonlardan bir paket hazırladı ve bayramın ilk gününü iple çekerek randevu yerine gitti. küçüklerin cıvıl cıvıl kaynaştığı bayram yerindeki diğer simitçiler, çocuğu tanımıyordu. Adam onu biraz ilerdeki bakkala sorduğunda, dükkan sahibi; “Ciğerleri hastaydı yavrucağın, dedi. Geçen hafta aniden ölüverdi.”
Adam bir anda beyninden vurulmuşa döndü. Ve koşar adımlarla orayı terk ederken, önüne çıkan ilk baloncuya bir tomar para uzatıp; “Şu an uçan balonlardan 10 tane istiyorum” dedi. “Çabuk ol, gecikmeden ulaşmalı yerine.”
Adam satıcının aceleyle uzattığı balonların iplerini birbirine düğümledikten sonra, onları besmeleyle gökyüzüne bıraktı. Bayram yerindeki herkes gibi baloncu da şaşkındı. Sonunda dayanamayıp; “Ne yaptığınızı anlayamadım dedi. Neden bıraktınız onları öyle?” Adam, nazlı nazlı yükselmekte olan balonları buğulu gözlerle takip ederken; “Onları bekleyen küçücük bir dostum var” diye mırıldandı. “Hem de evliya gibi bir dost. Balonları adresine postaladım sadece.”
Cüneyt SÜAVİ
Günün Şiiri
Eski Bir Hüzünle
Günlerdir eski bir hüzünle çıkıyorum voltaya
(kötüye işaret bu, üstelik yalnızlığa sığınıyorum)
Unutup gitmişim ezberimdeki bütün şiirleri
bulutlara bakıyorum uzun uzun, yalnız bulutlara
O uzak kasaba akşamları düşerken aklıma
tecrit’teki yine bir türkü tutturuyor
Ey kalbim sana denk düşüyor bütün bu acılar
acılar tek ve mutlak olan bir şeyi anlatıyor
Yağmur kuşları geçiyor avludan sürü sürü
dalların hışırtısını duyuyorum, üşütüyor beni
Ötede, kentin üstünde bir şimşek çakıyor birden
suretin yansıyor göğe ve her yağmur damlasına
Uzak bir anı oluyor her şey, silikleşiyor
ve alnım ateşler içinde, bir tutabilsen
unutup gitmişim bütün türküleri artık
(kötüye işaret bu, üstelik yalnız sana sığınıyorum)
Kısa süren hastalıklar vardır ya, işte öyle
geçip gidiyor akşama doğru hüzün bulutu
resmini asıyorum ranzamın başucuna yine
ve bir türkü tutturuyorum günün son çayında
-Teslim olmayalım Halilim kurşun atalım!
Ahmet TELLİ
Günün Sözü
Çoğu şeyi kazanırken bazı şeyleri kaybedersin. Hayatta öğle seçimler yap ki kazandığın şeyler kaybettiklerine değsin.
Bob Marley