Muhasebe, saymak anlamlı hesap kökünden geliyor.. Hesabın, sayısal işlemle birlikte sözel; tahmin etme, tedbir alma, tutum, durum ve anlayış anlamları da bulunuyor.. Takvimin 365. yaprağı da düşmek üzere.. 2012 yılı da tarih oluyor.. Ruhi Su “Sayılar” adlı şiirine; “Sayılar vardır, fal tutulur! Sayılar vardır insanlarda, Hatırlanır, unutulur! Daha başka sayılar da vardır” dizeleriyle başlıyor ve sayılardan hareketle yaptığı sözel muhasebesine şu dizelerle devam ediyor: “Sayılar vardır öldürür, Sayılar sihirlidir, Ağlatır, güldürür, Daha başka sayılar da vardır… // Sayılar vardır, zincirde! Sayılar da vardır hür! Sayılar vardır insanlarda, Küçüldükçe büyür! Daha başka sayılar vardır…”
Mevsimlerle resimlense de ömrümüz; saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay, yıl diye sayarak isimleriz geçmişten geleceğe tarihimizi.. Tarih denilince her ne kadar geçmiş zaman fotoğraflansa da zihnimizde, tarih anlayışı denildiğinde geçmiş, şimdi ve gelecek bütünlüğünde ışır bilincimiz.. Geçmişin muhasebesini, geleceğin hesabını yaparken hep şimdiki zamandan hareket ederiz.. Miladi geçmişle, Hicri gelecek arasında asılı duran ömür takvimimizden kopardığımız her yaprak; yarınki günümüzde bugünümüzün dün olacağını hatırlatır bize.. Bir tez olarak yaşamışızdır dünü.. Yeni bir tez olarak yaşarız bugünü.. Ve dün ile bugünümüzün bir sentezi olur yarınımız.. Dünkü yaşadığımız günden baktığımızda, yaşanacak bir yarın olarak görürüz bugünümüzü.. Yarınki yaşanacak günü düşlediğimizde ise yaşanmış bir dün olarak düşünürüz bugünümüzü.. Bu halde her bugünümüzde yaşarız dün ile yarınımızı.. Yaşanmış olanlarla yaşamakta olduklarımızın sentezini, yaşanacak yeni bir tez olarak sunarız yarınlarımıza.. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında kurduğumuz bu diyalektik birliktir tarihe verdiğimiz anlam.. Ve zaten bu anlamda ışır tarih bilincimiz..
Latince “Carpe Diem!” kavramından hareketle içinde yaşanılan günün, ‘an’ın farkında olmaktır da diyebilir bu bilince.. Ah, fakat kimileri bu durumu, “Ömür dediğin üç gündür, Dün geldi geçti, yarın meçhuldür, O halde ömür dediğin bir gündür, O da bugündür, Boş ver ‘an’ı gönlünce yaşa!” türünden bir tutum ve anlayışla geçmişten kopuk, gelecekten habersiz günlük, anlık tüketim kültürüyle özdeşleştiriyorlar “Carpe Diem!” kavramını.. Oysa, ne dünlerde kalmak, ne yarınlara kapanmak, ne de “an”a kalıplanmaktır “Carpe Diem!.” Peki ne? Dünü yarına bağlayan bugünün damarlarında, ‘an’ın kalp atışlarını duyumsamaktır.. Kaldı ki, şayet geçti denilen dünleri taşımazsak bugünümüze, gelecek olan yarınlarda hatırlayabileceğimiz ne kalır belleğimizde? Dünkü yaşamımızın tüm kanıtlarını karartarak kayıtlardan kurtulduğumuzu sanıp her bugünümüzde sürekli geçmişimizi inkar etmenin veya yarınları yok saymanın sonu yok ki.. Yarın da bugün dün olmayacak mı? Yarın da bugün dün olmadan, dünlerin kayıtlarını bugünün verileriyle yorumlayıp yeniden üreterek; insanca yaşanabilir yarınlar inşa edebilmektir diye düşünüyorum ben yaşadığımız ‘an’ın bilincinde olmayı.. Yarına dünsüz kalanlar, bugünü yeniden üretmeden tüketenler değil midir zaten.. Her ne kadar, “Düne ait sözler dünde kaldı cancağızım.. Bugün, yeni bir şeyler söylemek lazım” dese de Celalettin Rumi, ben onun, “dünde kalan sözleri yok say, unut” dediğini sanmıyorum.. Ki, dünde kalan sözleri hatırlatmanın ne lüzumu var denilirse, Celalettin Rumi’ye bırakalım yarınları, günümüzde dahi söz hakkı kalır mı? Peki, dünde kalan sözleri günümüzde neden hatırlamak gereği duyarız? Yinelediğimiz sözlerle yarınlarımızın yenileneceğini düşünerek..
Yineleyelim bu bağlamda dünde kalan “Kitaplarda Doğmak” başlıklı yazıdan bir soruyu: “Ömür takvimimizden kopardığımız yapraklarda, hangi kıvamda akar mesela hayatımız? Ne mutlu “ahseni takvim” (en güzel kıvamda) yaşayanlara! İnsanca varoluşun kavramsal anlamıdır çünkü “ahseni takvim..” Yineleyelim yılların muhasebesi anlamında Hegel’in; “toplumların tarihten aldıkları ders, tarihten hiç ders almadıklarıdır” tarihsel sözünü.. Yineleyelim aynı bağlamda, Mehmet Akif’in; “Geçmişten adam hisse kaparmış. Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? ‘Tarih’i tekerrür’ diye tarif ediyorlar, Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” dörtlüğünü.. Akif, emperyalist paylaşım savaşlarından birincisinin yaşandığı yıllarda, “tarih’i tekerrür” kabilinden “trajik günlerin” yorumsuz yorumu anlamında yazmış bu “Kıssadan Hisse” adlı şiiri.. Yarınlarımız için, ”yarım da olsa” alacağımız bir hisse yok mu Akif’ten? Yoksa; “Deja vu!”
Deja vu; kıssadan hissesiz, yenilenmeyen yarınlarda yaşanmışlığı tekraren duyumsayışın adı.. “Bu anı daha önceden de yaşadım” hissi yani diğer ifadeyle.. Bu kavramın Türkçe karşılığı: Daha önce görülmüş! Görülmüş öncenin, akıp giden zaman nehrindeki adı: tarih.. İyi de, geçmişe bakmayan geleceği görebilir mi? Diyalektik tarih bilincinden habersizlere yönelik eleştirisinde, “Tarihte olaylar en çok iki kez yaşanır” diyor, hayatı anlayarak anlamı yaşayan tarihsel bilge.. Ve devam ediyor: “İlk hali genellikle trajedidir.. İkinci kez tekerrür ettiğinde ise komedi..”
Düne ait sözlerle yinelense de “deja vu!” duyumsayışımız, “carpe diem!” istemli bugünümüzde yaşanmış dünün trajedilerini, komedilerini yinelemeden; yarına, yarınlara “yaşanabilir” yeni günler bırakabilmek umuduyla kutluyorum yeni yılınızı…
Selam ve saygılar…