Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Gelen gideni aratır diye bir atasözü vardır. Hepimiz zaman, zaman kullanmışızdır. Bendeniz bu günlerde çok kullanmıyorum ama hep aklımda. Yeni bilgisayarımı, her yazmak ya da nette dolaşmak için dizlerime aldığımda, eski bilgisayarımı özlüyorum. Sessiz sakin ve yazılımı kolay… Yaşlandı tabi, ağırlaştı tuşları basmaz oldu ama yinede bu yeni bilgisayara. “Bin basar” diyorum. Aynı marka olduğu halde… Sizde biliyorsunuz çok direndim onu bırakmak için ancak gerçekten, çok yaşlanmıştı ve acı çekiyordu. Onu emekliye ayırmam gerekiyordu. Ve sonunda odamın en güzel köşesinde dinlenmesi için yerleştirdim ve yenisini almaya karar verdim. Ancak eski bilgisayarıma o kadar duygusal bağlanmışım ki, hiç başka bir markaya bakmadan fiyat falan gözetmeden, aynı aileden daha genç birini aldım sevinçle eve geldim. Ancak dizlerime aldığım an, içim sıkıntıyla doldu. Eski bilgisayarımda, parmaklarım kayardı tuşlarda, ama bunda sanki daktilo tuşlarına basıyormuşum gibi ses geliyor, tuşlar sert ve iyice basmam gerekiyor ki bu bendenizin tarzı değil. Eski bilgisayarım kareydi. Yeni bilgisayarların hepsi dikdörtgen… Hiç hoşlanmadığım bir şey. Alırken tabi bu durum gözüme çarptı ama artık eskisi gibi kare bilgisayar yapmıyorlarmış. Alışırım diye düşündüm. Ancak nerde? Kaç ay oldu hala her yazmak için onu dizlerime aldığımda canım sıkılıyor, yazma isteğim kayboluyor. Parmaklarım kaymıyor; mouse kullanmıyorum yıllardan beri ama bunda kullanmam gerekiyor ancak alışık olmadığım için onu da kullanmıyorum. Anlayacağınız gelen kesinlikle gideni aratıyor.
Ve alışırım diyerek kendi kendimle mücadele ediyorum. Buradan söylüyorum. Ultralaştırdınız bu harika şeyleri; ancak bazen harika şeyler bazılarını mutlu edemiyor. Bazıları harika olmayan ancak gerekli işleri yapabilen ufak şeyleri, gösterişten uzak, alçak gönüllü olanlar ile mutlu olur. Ve insanlar, yani en azından bendeniz kullandığımız eşyalara duygusal olarak bağlanırız alışkanlığımızın dışında. Onları etkileyen her şey bizi de etkiler. Onlar bozulunca bizde bozuluruz. Onlarda acı çeker kesinlikle inanıyorum. Bizimkilerin “artık bu bilgisayarın kadidi çıkmış” dediklerinde. Nasıl ruhum içten sıkılıyor idiyse, onunda sıkıldığını üzüldüğünü hissedebiliyordum. Aynen şimdi sevilmediğinin ayrımında olan yeni bilgisayarım gibi. Evet sevemedim ancak kendiside biliyor gayret ediyorum daha ne yapabilirim. Özür diliyorum yanıldım, onu seçmedim, yalnızca aynı aileden olduğu için, gidenin en azından yerine geçer dedim ve zaman verdim yerini doldurması için. Ancak gerçekten olmuyor ve onu değiştirmeyi düşünüyorum büyük bir ciddiyetle. Ve bu kez çok dikkatli olacağım, bendenizi mutlu edecek başka birini arayacağım.
Şiddet Değil Vahşet…
Ve şiddet bütün gücü ile sürüyor. IŞİD kan donduran vahşetini sergilemeye devam ediyor. Dehşet görüntüler nette, tv’de dolaşıyor. Dünyanın en doğal şeyiymiş gibi! Nasıl bir dünyada yaşıyoruz tanrım, nasıl bu kadar vahşileştik nasıl böylesine acımasız canavarlara dönüştük?
16 yaşındaki genç bir insanı bıçaklayarak ölmeden toprağa gömen, baba-oğlun “Neden yaptınız” diye soran muhabire “namus için” diye yanıt vermeleri ve pişman mısınız sorusuna “hayır” demeleri nasıl bir namus anlayışı ile bağdaştırılabilir. Ya ölmeden gömmek nasıl bir namus anlayışı ile eşleştirilebilir? Canavarlığın namusu olur mu? Bu vahşeti yapanlar insan olabilir mi?
Ve gün geçmiyor kadınlar sokakta katledilmesin. Ve erkeklerin kadınlara uyguladığı değil, kadınların kadınlara uyguladığı sözlü şiddet de küçümsenmeyecek kadar çok. Ve onlar zaman mekan dinlemeden kırıp dökmekten çekinmezler. Ve biz bilgisayarın tuşlarına sert vurmak zorunda kalmayalım diye dünyanın masrafına gireceğiz şimdi. Acaba yanlış olan biz miyiz?
Ve sevgili okuyucularım sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte şiddettin, vahşetin ayrımına gayrıma hepsine inat el ele yan yana. Yase
& & & & &
Mevlana’dan Hikayeler
Bilindiği üzere Hazreti Mevlana’yı anlaşılması güç derin sözleriyle etkisi altına alan Şems-i Tebrizi’den talebeleri ve halk şikâyetçi olmuş, Şems-i Tebrizi’den rahatsızlık duymaya dahi başlamışlardı. İşte böyle bir devrede Mevlana talebeleriyle birlikte giderken, yol kenarında önündeki kemiği yiyerek yavrularını emziren bir köpek görünce durdu. Talebelerine dönerek: “Biliyor musunuz, dedi, içinde bulunduğumuz hali şu gördüğümüz tablo ne güzel izah ediyor.” Şöyle devam etti: “Bu yavrular dedi, şu koca kemiği yemeye kalksalar inci gibi dişleri çıtır çıtır kırılır, helak olurlar. Ancak anne güçlü dişleriyle o kocaman kemiği rahatça kırıp un ufak ederek yiyip süte çeviriyor ve yavrularına faydalı bir gıda olarak sunuyor… İşte dedi Şems’in sözleri de bana o kemik gibidir. O sözleri ancak ben hazmederim, sizleri o sözlerle ben beslerim. O halde siz Şems’in kemik gibi sözlerine değil, benim süt gibi yorumlarıma kulak verin, o sözleri benden dinleyin! Anlamadığınız sözlerin aleyhinde olmayın.”
& & & & &
Selçuklu Sultanı Rükneddîn, Mevlana’ya beş kese altın gönderip almasını arzu etti. Talebelerinden Mecdüddîn, Mevlana’ya altınları arz edince; “Beni hakikaten seviyorsanız, bu altınları dışarıdaki çamurun içine atın!” buyurdu. Talebeleri bu emri derhal yerine getirdiler. Dünyaya kıymet veren bazı kimseler, bu altınları almak için çamurun içinde aramaya başladılar.
Fakat üstleri, başları, yüzleri çamurdan görünmez hâle geldi. Mevlana, talebelerine onların bu vaziyetlerini göstererek; “Bu altınlar, şu gördüğünüz dünya ehlinin üstünü başını batırdığı gibi, ahiret ehli olanların da kalbini karartır, kirletir. Çeşitli günahlara sevk edip, ibadetlerden alıkoyar. Bu sözlerimi yanlış anlamayınız. Dünya için çalışmayınız demek istemiyorum. Dünya malının muhabbetini kalbinize koymayınız diyorum. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışmak lâzım geldiğini herkes bilir. Burada dikkat edilecek nokta; hırs ve tama yapmadan kanaat üzere bulunmaktır. Dünyada, ahret saadeti için çalışmalı, kazanmalı, niyeti düzeltmelidir.
Çünkü İslâmiyet, insanlara faydalı olmayı emreder. En büyük saadet, en büyük sermaye, helâlinden kazanıp, hayır ve hasenat yaparak ahrete göndermektir. Buna rağmen asıl sermaye, mal, mülk, para sahibi olmak değil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlâk sahibi olmaktır” buyurdu.
Günün Şiiri
Bilmez Miyim Hiç…
Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der ona
Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar
Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok
Kıyılar da bomboş, kır yolları da
Soluğumu duyuyorum ara sıra, bir onu duyuyorum
Duymuyorum belki de, biliyorum yalnızca
Ayaklarımın altında yaban naneleri, kekikler
Yol kenarında bir kapı, tahta
Peki, kim yitirmiş evini, ya da
Hangi yitikle yok olmuş o yapı
Kimbilir
Vuruyorum yokuş aşağı, kıyıya
Bir taşın üstüne oturuyorum
Ben oturur oturmaz
Çıkıyor kuytularından bütün görünümler
Ve ufak bir oyun oynuyor bana doğa
Alıp alıp götürüyor gözlerimi bıkmadan
Kısalıp uzayan bir çift yılan balığını andıran gözlerimi
Güneşin şavkından yuvarlanan çakıllara
Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı gibi
Denize yeni sürülmüs bir tarlaya benziyor, uyanık, diri
Ve işin tuhafı bense
Alışıyorum gittikçe
Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma
Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden
Ve bu yüzden mi bilmem
Durup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum
Sürüyle kus havalanıyor defnelerin içinden
Sürüyle, evet, hatırlıyorum birden
Nicedir unutmuşum saymayı bile günleri
Dağılıp gitmişler herbiri bir yana
Kuşlar gibi, onlar da
Benimse ne gidecegim bir yer
Ne de özlediğim bir şey var
Öyleyse neden yazıyorum bu sözleri ona
Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa
Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük
Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana.
Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki
Dalıp gidiyorum, düsünüyorum da, saat on iki
Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum
Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
Yani tam böyle birşeye benziyor zaman
Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
Çıkageliyor sonra, saat on iki.
Anlıyorum
Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi
Yalnızca bunun için uzun
Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da
Örneğin
Bir sevgiyi yontup onarmak için
Döğüşmek de sevgidir
Ve benim bildiğim kadarıyla
Her şeydir bir insan, her şeydir
Yalandır kısalığı yaşamın
Ve özellikle insan dediğimiz şey
İnançli bir insan soyunun parçasıysa.
Sonunda başbasa kalıyoruz gene
Başbaşa kalıyoruz doğayla ben
İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
On temmuz cumartesi
Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
Ve yağmur hızlanıyor biraz
Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Tam öyle yapıyorum
Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum.
Edip CANSEVER