Suriye’den ülkemize “teşrif” eden sığınmacı misafirlerin (!) gerçek sayıları hala tam anlamıyla bilinmiyor. Ortada birbirini tutmayan çeşitli rakamlar dolaşıyor. Resmi ağızlardan verilen açıklamalara göre, 2 milyon civarında sığınmacı, 73 ilimize dağılmış vaziyettedir.
330 bin sığınmacı, kurulan kamplarda barındırılıyorlarmış. Peki ya diğerleri? Ekonomik durumu iyi olanlar; kiraladıkları evlerde, kimileri terk edilmiş derme çatma harabe mekanlarda, kimileri de parklarda, kaldırım köşelerinde yaşam mücadelesi veriyor.
İki milyon sığınmacıyı aynı anda ağırlama operasyonu! Belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk yaşanıyor. Guinnes Rekorlar Kitabı’na girebilecek bir olay.
2011 yılının ortalarında başlayan göç dalgası sırasında sınırdaki yığılmaların önü-arkası kesilemeyince, giriş yapan sığınmacıların kayıt altına alınmaması birçok sorunu da beraberinde getirdi. İpin ucu kaçınca düzensizlikler, karmaşalar birbirini izledi.
Suriye’de “Arap Baharı” diye yutturulmak istenen “kardeşi kardeşe kırdırma” planlarının tıpkı Tunus ve Libya’daki gibi kısa sürede sonuçlandırılacağı hesaplanıyordu. Ama “evdeki hesap çarşıya uymadı” şaştı ve birbirine karıştı…
İki üç aylık “misafirlik (!)” tahminleriyle, 60 bin kişiyi kapsayan “çadır kentler” kuruldu. Sığınmacı akınının ardı arkası kesilmeyince, 60 bin kişilik “toplu rezervasyon” yetersiz kaldı.
“Gel vatandaş gel, kim ne olursan ol yine gel” zihniyeti ağır basınca, “kayıt dışı” on binlerce “misafir” elini kolunu sallayarak, sorgusuz-sualsiz “kimsin, nesin, neden ve nereden geliyorsun” araştırmaları ve kimlik tespitleri uygulanmadan giriş yaptı. Can korkusuyla yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalan sığınmacılar; aç, sefil, çaresiz ve başıboş, “serseri mayın” gibi ortalıkta cirit atıyorlar.
Türk milleti kadirşinastır, misafirperver ve yardım severdir. Devlet ve millet olarak muhtaç olana kapısını ardına kadar açar! Ekmeğimizi paylaşmasını biliriz. Zora ve dara düşenlere, yardım elini uzatmak, insani ve vicdani bir görevdir. Ancak madalyonun öteki yüzüne bakıp dikkatlice incelendiğinde, bazı ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldığımızı net olarak görebiliriz.
Bazı kendini bilmez sığınmacılar çizmeyi aşmış, kendilerine kucak açan yabancı bir ülkede, aşiret ve kabile kurallarını dayatma ve uygulama çabasındadır.
Sandıktan ayıklanmayan bu çürük elmalar, adeta bir “şımarık ve haylaz çocuk” edasıyla sırtını sağlam duvara dayamış görüntüsü vererek, rahat tavır ve saldırgan davranışlarla huzur bozucu oyunlar sergiliyorlar.
“Bol Kepçe Özgürlük” bu kendini bilmezlere lüks gelmeye başladı. Ülkelerinde göremedikleri, yaşayamadıkları özgürlüğün tadını ve dozunu fazla kaçırınca tabiri caizse neredeyse “dağdan gelip, bağdakini kovacak!”
Bu misafirlerin (!) barınma, beslenme, eğitim ve sağlık gibi her türlü ihtiyaçları karşılanıyor. Türk Milletinin cebinden çıkan milyarlarca dolar… Önce “insandır” dedik “misafirdir, çaresizdir” dedik, bağrımıza bastık, baş üstünde tuttuk. Bu fedakârlığı hiçbir ülke yapmaz, yapamaz.
Buna rağmen yüzsüzlük, pişkinlik, sorumsuzluk ve vurdumduymazlık hepsi bir arada.
Sığınmacıların arasından, başta ‘ülke güvenliğine zarar verebilecek’ kötü niyetliler ayıklanmadıkça, toplum olarak, her sığınmacıya “potansiyel suçlu” gözüyle bakılacaktır.
Çadır kamplarının dışında kentlerde yaşayan sığınmacıların “adres ve kimlik tespitleri” kaçınılmazdır. Ülkemizin “güvenliği ve huzuru” için; Türkiye, yolgeçen hanı imajından bir an önce kurtarılmalıdır.