Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sonbaharın kendini iyiden iyiye hissettirdiği bu günlerde, güneşli güzel havaların tuzağına düşmemek için kendimize ekstradan dikkat etmemiz gerekiyor. Etrafta hapşı tıkşılarla birlikte seyreden garip mide ağrıları kırık dökük durumlar hiçte azımsanacak gibi değil. Buna Diyarbakır ve yurdun çeşitli yerlerindeki savaş görüntüleri karışınca, sonbaharın güzelim büyüsü de bozuldu. Yani şimdilerde hem bedenen hem de ruhen kırık dökük vaziyetteyiz ülkece. IŞİD denen canavarlalar vahşetlerini sürdürüyorlarken, ülkemizde onları protesto edenler ne hikmetse sokaklara dökülüp etrafı savaş alnına çeviriyorlar. Her türlü protestoya tamam diyoruz ama etrafa zarar vermek, yakıp yıkmak, yağmalamak, belediye otobüslerine molotof kokteyli atıp hiç bir şeyden haberi olmayan insanları yaralamak hiçte masum bir protesto gibi görünmüyor artık hiç kimsenin gözüne. Hepimiz yürekten üzgünüz ve IŞİD denen yaratığı protesto ediyoruz ve bir an önce etkisiz hale getirebilinmesini diliyoruz.
Ve komşuda pişer bizede düşer sözünde olduğu gibi komşumuzdaki savaş bizi de bölgesel olarak içine almış durumda bile. Ve Atatürk, “Yurtta sulh cihanda sulh” sözünü tamda şimdiki durumlar için söylemiş olmalı. Çünkü şimdi komşularımız savaşıyorken en az bizde onlar kadar savaşın içinde algılıyoruz kendimizi ister istemez. Gecemiz gündüzümüz Kobani oldu, Türkmenler oldu, Suriyeliler oldu… Onların acıları bizim acımız, onların kaybı bizim kaybımız. Biz hümanist olarak IŞİD denen insan kılıklı canavarların insanlık suçu işlediğini ve bunun cezasız kalmayacağına inanıyoruz. Tabi faşizmin hüküm sürdürdüğü yerde hümanizm ne kadar etkili olur onu da çok bilmiyoruz. Ancak her halükarda sağduyuya ve insan sevgisine, (milliyet, cinsiyet, ırk, din, dil ayrımı yapmaksızın) inancımızı sürdürüyoruz.
Ve sevgili okuyucularım, daha 17 yaşında evinden çıkarken kör kuruşuna hedef olup yaşamını yitiren genç çocuğun ailesi, çocuklarının organlarını bağışladı, üzüntüsünü yüreğine gömerek insanlık dersi verdi. Bir cana karşı beş can hayat buldu o organlarla! O insanlar bizim insanımız. Şehit polislerimiz ve diğer bütün canlar bizim insanımız. Her can bizden bir şey alırken biz yitirdiğimiz canlara tanrıdan rahmet dileyebiliyoruz ancak nur içinde yatsınlar mekanları cennet olsun diyebiliyoruz. Ailelerine sabırlar diliyoruz. Dünya dar bir boğadan geçiyor. Ancak her şey gibi bu gidişinde bir sonu var. Dilerim o son her şey gerçekten son bulmadan gelir.
Ve şimdilik sağlık, sevgi ve hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım diyorum…
Yurtta sulh cihanda sulh her zaman… Yase
Takım Elbise
Yaşlı adam, bir konfeksiyon mağazasına ait vitrine uzun uzun baktıktan sonra, ilerideki yeşillikte oynayan çocukların en zayıfına dönerek: “Küçüüük!…” diye seslendi. “Bana biraz yardımcı olur musun?” Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen arkadaşlarını bırakıp geldi. 7-8 yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler, “tek kelimeyle” dökülüyordu. Yaşlı adam, çocuğun saçlarını okşadıktan sonra: “Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim” dedi. “Bakalım üzerine uyacak mı?”
Çocuk, bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama adam son derece ciddiydi. Onunla birlikte mağazaya girerken, ilk önce rüyada olup olmadığını, daha sonra da şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini düşündü. Genellikle ailedeki büyük çocuğa alınan veya komşular tarafından verilen giyecekler, elbiselerin ona dar gelmesiyle birlikte ortanca kardeşe kalır, birkaç sene sonra da dizleri aşınmış veya delinmiş vaziyette kendisine yamanırdı. Ama “her zaman hasta” dedikleri babasının ne kadar zor para kazandığını bildiğinden, bu işe bir kere bile itiraz etmemişti. şimdi ise, ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı. Üstelik de bayrama üç gün kala… Çocuk, yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri giydiğinde, büyümüş olduğunu ilk defa fark etti. Çizgili kadifeden yapılmış pantolon, bacaklarının ne kadar uzun olduğunu ortaya koyarken, yeni ceketi de omuzlarını iyice geniş göstermişti. Fakat hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı ve artık üşümeyecekti. Çocuk, biraz önce kazandığı misketleri onun cebine bıraktığında, iyice keyiflendi. İrili ufaklı misketler, gayet derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı. Demek ki her bir cep, en az elli misket alabilirdi. Yaşlı adam, çocuğu sağa sola döndürdükten sonra, elbiselerin paketlenmesini istedi.
Ve iş tamamlandığında, tezgâhtara dönerek: “Elbiseleri torunuma alıyorum, dedi. Kendisine sürpriz yapacağım için, onları bu çocuğun üzerinde denedim. İkisinin de boyu falan aynı da”
Çocuk, bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve ne diyeceğini bilemedi. Ama artık büyüdüğüne göre, bir şey belli etmemeliydi. Aynaya son bir defa baktıktan sonra, üzerindekileri yavaşça çıkartarak bir kenara fırlattığı eskileri giydi. Adam, elbiselerin torununa uyacağından emindi. Yaptığı hizmet için çocuğa bir ciklet parası vermek istediğinde, onu yanında göremedi. Haylaz velet, belli ki bu işten sıkılmıştı. Çocuk, arkadaşlarının yanına döndüğünde, bir kenara çekilerek onları seyretmeye koyuldu. Ve bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmadı. Arkadaşları: “Niçin oynamıyorsun?” diye sordular. “En güzel misketleri sen kazanmıştın.”
Çocuk, inci gibi yaşlar süzülen gözlerini arkadaşlarından kaçırmaya çalışırken: “Misketlerim, bu elbiselere yakışmayacak kadar güzeldi, dedi. Bu yüzden onları, bayramlık kabanımın cebine sakladım.”
Aslında her yaşta ama farklı şekillerde hep birileri tarafından kandırılıp sonra da bir kenara fırlatılmadık mı?? İşimizde aşkta, dostlukta, arkadaşlıkta, belki de ailemizde… Kimin umurunda bir başkasının duyguları, hissettikleri veya kandırılması? Gözyaşları ya da kalp kırıklıkları? Bütün bir ömür boyu kalan izler ?? Ne yazıkki hiç kimsenin… keşke…. keşke… Farklı olabilseydi her şey. Biraz daha insanca, biraz daha hassasça, dürüstçe ve biraz daha yüreklice…
Günün Şiiri
Nazım Hikmet Ran’dan “Sonbahar” Şiirleri
20 Eylül 1945
Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle dolu, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar kadın
ve yoldaş olan…
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar… yum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan
2 Ekim 1945
Rüzgâr akar gider,
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
Ağaçta kuşlar cıvıldaşır :
kanatlar uçmak ister.
Kapı kapalı :
zorlayıp açmak ister.
Ben seni isterim :
senin gibi güzel, dost
ve sevgili olsun hayat…
Biliyorum henüz bitmedi
sefaletin ziyafeti…
Bitecek fakat…
Günün Fıkrası
Temel’den Tüyolar
Bir gün Temel ile Cemal kahvede otururken, Dursun girer içeri; “-Ula ben bu kadın milletini anlamadum gitti, nasil davranacağuz da?”
Temel filozof edalarıyla Dursuna bakar ve der ki: “-Dursun’um, kadunlarla tartuşmak tutuklanmaya benzer. Söyleceğun her şeyi hakkunda delil olarak kullanabilur, o yüzden susma hakkini kullanacasun daa…”
Günün Sözleri
Mal kaybeden, bir şey kaybetmiştir, onurunu kaybeden birçok şey kaybetmiştir. Fakat cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir.
Goethe
Her şeyi bildiğini sanma! Gerçekte çok bilgili olsan da kendine Cahilim diyebilecek cesaretin olmalı.
Ivan Pavlov
Gül sunan bir elde daima bir miktar gül kokusu kalır.
Çin Atasözü