Eğitimin, birey veya toplumun pay veya paydadaki yerine göre “basit veya bileşik kesirli” elbette farklı tanımları bulunuyor.. Ve fakat ben, bu yazıda, farklı tanımların paydasını eşitleyen maruf bir kriter üzerinden konuyu irdelemek istiyorum..
Eğitim sözcüğünün terbiye, öğretim sözcüğünün ise talim karşılığında kullanıldığını, talim ve terbiye sözcüklerinin kavramsal hacmini alanda uygulayan “Milli Eğitim” bakanlığımızın da Maarif hizmetini içerdiğini biliyoruz.. Talim ve terbiyeyi içeren bu maruf (ki iyiyi, güzeli, doğruyu içermesi anlamıyla hemen herkesçe bilinen, tanınan demektir) tanımdan hareketle; eğitimin, her şeyden önce bireyden topluma nitelikli kamusal bir hizmet işi olduğunu söyleyebiliriz.. Artı, eğitimin temel bir insan hakkı olduğunu, dolayısıyla bireylerin nitelikli kamusal eğitim hakkından “eşit” bir şekilde yararlanabilmesinin ancak toplumsal maruf hizmet anlayışıyla gerçekleşebileceğini de cümlemize ekleyebiliriz..
Eğitimin nitelikli maruf hizmet tanımını; “bireyin yetilerini yeteneğe dönüştürerek, eleştirel düşünme başta olmak üzere çeşitli becerilerle donatabilmek, bu kazanımlarla bilgi üretebilen ve sorun çözebilen iyi karakterli insanlar yetiştirebilmek” şeklinde özetleyebiliriz.. Bu tanımın bir süreç ve amaç içerdiği açıktır.. Amacın özelde uygulayıcıları, temelden itibaren sürecin her aşamasında yer alan anne babalardır.. Genelde uygulayıcıları ise sürecin belirli aşamalarında yer alan öğretmenlerdir..
Eğitimin, yalnız okullarda ve kesintili sürelerdeki etkileşimlerin değil, okul öncesi de dahil yaşamımızın tümünü kapsayan kesintisiz bir sürecin adı olduğu genel kabullerimizin içindedir.. Buradan, farklı tanımlarının paydasını; “eğitim; ailede başlayıp okulda devam eden ve bireyin bireysel özerkliğinin korunarak toplumsallaşmasını hedefleyen insani etkinlikler sürecidir” cümlesinde eşitleyebiliriz.. İnsani etkinliklerden kastedilen anlamın, çocuklarımızın içinde bulunduğu sosyal ve fiziki çevre ile etkileşimlerinde maruf etkiler olduğunu biliyoruz.. Ki bu etkileşimlerdeki marufluğun içeriği, “öğrenme merakıyla kendisini ve çevresini tanımaya yönelen” çocuklarımızın yaşına uygun duygusal, bilişsel, dil ve devinimsel beceri kazanımlarına göre gelişerek değiştiği “pedagoji” literatüründe kayıtlıdır.. Kaldı ki bu kayıtlar, gün gün, hafta hafta, ay ay, yıl yıl çocuğundaki beceri kazanımlarına göre nasıl gelişerek değiştiği, her anne babanın hatıralarında da saklıdır..
Kendi hatıralarımda saklı kayıtlara göre, eğitimin payda eşitleyen kriterinin, “marufu emr, münkeri nehy” pratiği olduğunu söyleyebilirim.. Dolayısıyla ben, ailenin (ki anne babanın) ve okulun (ki öğretmenlerin) ve kamusal paydaşların (ki sistemin) eğitim sürecindeki işlevsel etkisinin de bu kriterle kritik edebileceğimizi düşünüyorum.. Diğer ifade ile kurumsal anlamda aile, okul ve sistemden soyut eğitim tanımlamalarına karşı, onun uygulayıcıları olan anne baba, öğretmenler de dahil eğitimcilerin ve kamusal paydaşların bu kriterle eleştirilmesinin gerekli hatta zorunlu olduğunu düşünüyor ve konuyu kritik bir soru ve cevabı bağlamında somutlaştırmak istiyorum.. Okul öncesinde aileler tarafından kısmen giderilmeye çalışılan “çocuğun öğrenme merakı (ilgisi, hevesi, heyecanı) okul yıllarında nereye gidiyor?” Pedagoglar, “bu merakın okulun ilk yıllarından itibaren sınıfın tehdit edici ki çocuğun doğal yapısının göz ardı edildiği, dolayısıyla marufun emredilmediği ortamlarında kaybedildiğine” işaret ederekşöyle yanıtlıyor: “Sınıf içindeki başarısız olma korkusu öğrenme merakını kesintiye uğratmaktadır!”
Yrd. Doç. Dr. E. Levent, “Eğitim, Birey ve Değişim” başlıklı makalesinde, “İnsanın istenilen vasıflarda yetişmesi büyük ölçüde okulun görevini yerine getirip getirmemesine bağlıdır” diyor ve okulun fonksiyonuna yönelik mefhumu muhalifinden soruyor.. “Acaba okulun: 1)Bireye, beden ve psikolojik gelişimini dikkate almadan bilgiler veren, 2)Sosyal değer yargılarından doğru yanlış, iyi kötü, faydalı zararlı, güzel çirkin ile ilgili ölçüler vermeyen. 3)İnsana ruhî özelliklerini, yeteneklerini, benliğini tanıtmayan ve iradesini terbiye edecek mekanizmalar geliştirmeyen.4)Bireyi bir makine gibi kabul ederek, onun devamlı fizik bünyesini besleyen, fakat duygu, fikir ve inanç yönünden zayıflamasına, öz kültür değerlerini kaybetmesine ve sonunda kendine ve kendi değerlerine karşı yabancılaşmasına sebep olan bir kurum olarak çalışması düşünebilir mi?”
Okulların gerçek fonksiyonunun, “marufu emr, münkeri nehy” pratiğinde olduğunu düşünüyorsak, cevabımız elbette “düşünülemez!” olacak.. Tamam, iyi, güzel de, peki okulun bu kritik fonksiyonu, acaba ailenin ve kamusal paydaşların fonksiyonundan ayrı düşünülebilinir mi?
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com