“Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü öğretim üyesi, Yrd. Doç. Dr. Ayhan URAL’a saygılarımla..”
“Egemen” zihniyetin dışa vurumu, “Öğretmen bir mimardır, bir heykeltıraştır!” türü ‘kalıplanmış’ sözlerle hazırlamışlardı bizi mesleğe.. Ve fakat ben, bu şablona uygun bir öğretmen olamadım.. Çünkü daha mesleğimin ilk yılında, henüz stajyerken (1980), Samsun, Çarşamba’nın uzak bir dağ köyünde teftişe gelen sevgili öğretmenim Kamil Gündüz; “mesleğimizin özünde kalıp yok kalp var” diyerek çıkartmıştı beni taşan kalplerden bihaber, taş kalıplarıyla uğraşan şabloncu eğitim anlayışından..
Sevgili öğretmenim, o gün teftiş sırasında yıl boyu bir türlü biçimlendiremediğim(!) bu nedenle biçimlenmiş(!) öğrencilerimden farklılığı hemen fark edilen, diğer ifade ile arka planda kalan, (aslında kalıplara sığmayan çocukların özgür davranışlarını belirli sınırlar içinde hapseden egemen anlayış tarafından geride bıraktırılan!?) ‘Hakkı’ adlı öğrencimi, “Her çocuğun hakkı var konuşmaya” diyerek adıyla birlikte ön plana çıkarmıştı.. Benim, “hocam o çocuk biraz farklı” refleksi konuşmamı ise “her çocuk çok farklıdır zaten” diyerek kesmiş ve mesleğime bilinç aşısı olan şu cümleyi söylemişti: “Çocuk kalplerini belirli kalıplar içinde taşlaştırıp taşmasını engelleme!
Madem ki mesleğim, taş kalıplarıyla değil taşan kalplerle ilişkiliydi, bu halde öğrencilerimi artık ne bir tuğla olarak görebilirdim ne de yontulacak bir taş.. Dolayısıyla ben ne mimar bir öğretmendim artık ne de heykeltıraş! Ve fakat “sistem ya da anlayış gereği veya gerçeğiyle” ben de dahil her öğretmenin sınıfta en çok kullandığı sözcük olan “susun!” çerçevesi içine, kalıba sığmayan özgürlük bulutu çocukların ‘konuşma hakkı’ resmini çizmenin hiç de kolay olmadığını söylemeliyim..
Bizi mesleğe hazırlayan eğitim anlayışının güncelleştirilmiş halini, bir bilgisayar oyun karakterinden hareketle, “Mario Eğitim Modeli” olarak adlandırıyor Ayhan Ural.. Ve açıklıyor: “Mario Eğitim Modelindeki egemen çocuk ilişkisi; çocuğu egemen karşısında Mario karakterine dönüştürerek egemenin komut ve eylemlerine bağımlı kılmaya dayalıdır. Model, çocuğu; özgürlük ve özgünlüğü yok edilmiş, yönlendiriciye bağımlı kılınan, çok yönlü ve karmaşık hareketlerden yoksun bırakılan, istenilen yöne hareket ettirilen. Son komuttaki konumundan başka bir konuma geçmek için yeni komutu bekleyen, düşünsel ve eylemsel etkinliklerini kullanıcısına terk etmiş, kullanıcısı değişse de konumu ve statüsü değişmeyen bir varlığa dönüştürmeyi amaçlar.” (Mario Eğitim Modeli. Eleştirel Pedagoji. Sayı: 13. Ankara. 2011) Ural, bir başka makalesinde açıklamasına devam ediyor: “Mario Eğitim Modeli, eğitimin bireyi özgürleştirici ve özgünlüğünü destekleyici doğasını değiştirerek, bireyin kendini yönetme yeterlik ve hakkını da yok saymaktadır. Mario Eğitim Modeliyle eğitilen birey, bağımsız olarak var olma yeterliği yok edilmiş, sosyal bağları zayıflatılarak yalnızlaştırılmış ve yönergesiz bir yaşam üretemez hale getirilmiştir. Türkiye’deki temel eğitim sürecini, kapitalizmin eğitime ilişkin bir yorumu olarak da tanımlanabilecek; bireyi, egemenin komut ve eylemlerine bağımlı kılan Mario Eğitim Modeline karşı koruma ve kollama görevi toplumsal sorumluluk gereği herkese aittir.” (…temel sorun; temel eğitim. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası, egitimsen.org 2011)
Tam da burada, kalpleri taşırmak için durup bir düşünelim! Neyi? Önce LGS, sonra OKS, sonra SBS, güncellenen adıyla TEOG(SS) kalıplarına göre biçimlendirilmeye veya komutlarla Mario örneği yönlendirmeye çalıştığımız ilköğretimdeki öğrencilerimizin seçeneksiz hallerini.. “Ne varmış hallerinde” kayıtsızlığına düşmeden, düşünmemizi sorgulayalım: Bizim çok yanlış veya az doğru içinden onlar adına yorumlayıp çok doğru veya az yanlış diyerek seçtiğimiz test kalıplarındaki öğrencilerimizin seçilmiş olanı kabullenmekten başka bir seçenekleri var mı? Velev ki var! Peki kalıplayıcı bir eğitimle öğrencilerimizin seçme ve karar verme yeteneklerini geliştirebilmek mümkün mü? Kalıpçı, ezberci, yarışmacı sistem içindeki öğrencilerimizin duyguları da düşünceleri de katılaşmaz mı, taşlaşmaz mı, Mario örneği mekanikleşmez mi? Ya, “rekabet heyecanı artırır dolayısıyla kalpler daha çok atar” refleksiyle çocukların beyinlerini test puanlarıyla, kalplerini de kazanma hırsıyla güya taşırmak isterken taşlaştıran, diğer ifadeyle “süper kalıplar içinde Mariolaştıran piyasacı egemenlerin halleri? Ayhan Ural, “Temel Eğitime Dokunmak” başlıklı makalesinde bu halleri, (2012, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Dergisi. 1307:19) “Çocukluk olgusu ve çocuğun değer görmediği toplumlarda temel eğitim, bireyi biçimlendirme aracı olarak kullanılır” cümlesinde özetliyor..
Kalıplayıcı eğitim almış bireylerin kendi varlığını ve özünü bizzat inşa eden mimar olamayacağını kim bilmiyor ki.. Kalıplayıcı eğitimin, bireyin insani yeteneklerini geliştirmesini engellediğini, özgür ve bağımsız kişilik oluşturmasının önünü tıkadığını kim bilmiyor ki.. Varlığı “maddi kalıp veya sanal komutlarla kuşatılan, bu kalıp veya komutlar dışında varlıksal seçeneği de olamayan” Mariolar bilmiyor mesela..
Selam ve saygılar…
ozdemirgurcan23@gmail.com
Gürcan Hocam;
Kaleminize sağlık yine çok yerinde ve doğru tespitlerin yer aldığı bir yazı kaleme almışsınız. Sayın Hocam; uygulanan mevcut eğitim anlayışında tespit ettiğiniz bu aksaklıklarını dile getirmek, tartışmak sanki akarsuyu tersine akıtmak gibi geliyor bana. Bir eğitimci olarak böyle düşünmemem lazım biliyorum ama bu öğrenilmiş çaresizlikten de kendimi alıkoyamıyorum. Hocam gelecek yazılarınızda benim gibi düşünen eğitimci sayısının az olmadığı düşüncesiyle bu konudaki fikirlerinizi içeren bir yazı yazabilirseniz sevinirim. Saygılar