Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Birçoğumuz dün sabah erkenden gün doğumu ile birlikte dileklerimizi denize atmak için uyandık. Malum baharın başlangıcı sayılan 6 Mayıs Hıdırellez günü. Hıdır ile İlyas’ın buluştuğu an o anda dünya “tıp” demiş gibi durmuş. Nehirler akmamış, rüzgarlar esmemiş, kuşlar ve diğer her şey olduğu yerde durmuş, bir göz açıp kapama zamanı süresince ve daha sonra her şey hızla eski haline gelmiş bahar bütün güzelliği ile başlamış. Hıdır yeşil anlamındadır. Hızır ise ışık hızı ile yetişendir. Her an her yerde olandır inanışa göre. Ve bu iki isim tek bir şahsiyette toplanır her yıl. Kuran-ı Kerim’de. Hz. Musa’nın yol arkadaşı olduğu sanılan kişinin Hızır olduğu düşünülüyor. Ancak bilindiği gibi kitapta peygamberlerin dışında isim zikredilmez çoğu zaman. Nitekim de Kehf sürerinde 65. ayette anlatıldığı gibi derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik, denilmiştir.
Ve hadisçiler sözü edilen kulun Hızır olabileceğinden söz ederler ki, bendenizde buna inanıyorum. Hızır (a.s.) ve İlyas peygamberin senede bir gün bir araya geldiği düşünülüyor. Ve bu bir araya gelişin 5 Mart gecesini 6 Mart’a bağlayan gecede gerçekleştiğine inanılıyor. Hızır (a.s.) hızı ve yeşilliği ve karayı temsil ediyor. İlyas peygamberinde maviyi ve denizi temsil ediyor. Bu yüzden yılda bir kez buluştuklarında duaların kabul edileceğine inanan halk dileklerini yazdıkları pusulalarını denize atıyor ya da gül ağacına kırmızı kurdele ile asıyor. Biz arkadaşlarla dün dileklerimizi denize atmayı uygun bulduk. Geç bir saatte. Hatta iskele üzerinden bir iskele daha olsun diye İskenderun’da ve orda yatlar, botlar bağlansın seferler başlasın komşu denizlere, balık ekmek yensin doya doya diye.
Bendeniz kocaman bir risale bıraktım denize. Arkadaşlarım dehşete düştü amma çok dileğin varmış diye alay ettiler. Gülerek “Kendim için istiyorsam ne olayım” dedim. “Dünya için, insanlık için, ailem ve arkadaşlarım için dileklerde bulundum” dedim en kısa yoldan kendim için dileğim buydu. Bu saydıklarım iyi olursa bendeniz ve hepimiz nasıl kötü olabiliriz ki? Durup bir düşündüler sonra olmaz dediler kendine özel bir şey dilemelisin. Olur diyip risaleme Nijerya’da kendilerine Boto Haram diyen İslami bir örgütün ki İslam’la yakından uzaktan ilgisi olamaz bu işleri yapanların yurttan kaçırdıkları 200 kız öğrenciyi köle olarak satacaklarını duyurdu, bu köle ve inanç tacirleri. İşte onlar içinde bir dilekte bulundum. Ve altına imzamı atıp iskeleye kadar kutsal bir emanetmiş gibi avucumuzda saklayarak yürüdük arkadaşlarla. Bendenize gülen arkadaşlarımda on beş dilekte bulundular ya. Ve biz çakıl taşlarına sararak kâğıtlarımızı denize bıraktık. Göğe ateşten bir atla yükselen Hz. İlyas dönüşte onları birlikte alsın diye…
Ve sevgili okuyucularım 6 Mart – 4 Kasım arasındaki zaman Hızır günleri ile yaz mevsimini oluştur. Bütün dileklerin kabul edilmesini dileyerek yaza girdiğimiz bu günlerde sağlık ve sevgi ile hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
Hz. İlyas (A.S.)
Kuran-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerden biri. Hz. Musa (a.s)’dan sonra gelen nesebi Hz. Harun (a.s)’a dayandığı rivayet edilen bir İsrailoğulları Peygamberi. Hz. Musa’dan sonra İsrailoğullarının çeşitli boyları. Sam civarına yerleşmiştir. Sam bölgesindeki “Bek” şehrine yerleşen ve zamanla Allah’a isyan ederek haddi aşan bir Benu İsrail kabilesine Hz. İlyas (a.s)’in gönderildiği rivayet edilmektedir. İlyas (a.s) Kuran-ı Kerim’de iki değişik surede anılmıştır. Bir yerde diğer Peygamberler ile birlikte ismi geçmiştir: “(İbrahim’e) Zekeriya, Yahya, İsa ve İlyas’ı da bağışladık. Hepsi Salihlerdendi” (el-Enbiya, 21/85). Diğer surede ise İlyas (a.s)’in kıssası özetle anlatılmıştır. Musa ve Harun (a.s)’dan bahsedilmiş, onların Allah’ın salih kulları olduğu anlatıldıktan sonra İlyas (a.s)’in kıssasına geçilmiştir: “Muhakkak İlyas da peygamberlerdendi” (es-Sâffat, 37/123). Bu ayet-i kerime İlyas (a.s)’in etrafında Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından oluşturulmuş olan efsanevî kimliği aralamakta, onun Allah’ın diğer Peygamberleri gibi bir peygamber olduğunu anlatmaktadır. Buhari, Kitâbu’l-Enbiya bölümünde İlyas (a.s) için bir bab açmış ve onun kıssasını anlatan es-Sâffât suresindeki ayetleri bu babta zikretmiştir. İbn Mes’ûd ve ibn Abbas’ın rivayetine göre Hz. İlyas ile İdris (a.s) aynı şahıstır (Buhârî, Enbiyâ, 4). İdris (a.s) da Nuh (a.s)’un babasının dedesidir (Buhâri, Enbiyâ, 5).
İlyas (a.s) Peygamber olarak gönderildiği insanları dine davet etmiştir: “(Hz. İlyas) milletine: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisi olan, sizin de Rabbiniz önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah’ı bırakıp da Ba’l putuna mı taparsınız?” demişti (es-Sâffât, 37/124-126).
Ayet-i Kerime’de geçen “Ba’l” o kavmin tapındığı putun ismidir. Oturduğu şehirlerinin ismi “Bek” olan bu halkın, tapındıkları puttan dolayı şehirlerinin isminin “Ba’lebek” olduğu rivayet edilmektedir. Rivayete göre Hz. İlyas İsrailoğullarına Hızkıl (a.s)’dan sonra gönderilmiştir. İnsanları Allah’a imana çağıran Hz. İlyas, kavminin Ba’l putuna tapmamasını emretmiştir. O bölgenin kralı önce iman etmesine rağmen daha sonra irtidat ederek Hz. İlyas (a.s)’i öldürmeye kalkmıştır. Hz. İlyas yedi sene kadar dağlarda bayırlarda dolaşmış, insanları Tevrat’ın emirlerine davet etmiş, iman etmemeleri üzerine, o beldeye üç yıl hiç yağmur düşmemiştir. Daha sonra Hz. İlyas’ın duasıyla yağmur yağmasına rağmen yine İlyas (a.s)’a iman etmemişlerdir. Kendisinden sonraki Benûisrail Peygamberlerinden Kuran’da ismi zikredilen Elyas’a (a.s)’i Hz. İlyas yetiştirmiştir. Rivayete göre kavminin imansızlığına kızan İlyas (a.s), Allah’u Teâlâ’dan kendisini gökyüzüne kaldırması için dua etmiş, bunun üzerine belirlenen bir yerde yanında Elyas’a (a.s) da varken gökten gelen ateş gibi bir ata binip havalanmış, nübüvvet simgesi olarak da aşağıda kalan Elyas’a hırkasını atmış ve semaya refedilmiştir.
Ancak şurası unutulmamalıdır ki bu rivayetler İsrailoğullarının Tevrat kökenli rivayetleridir. İşin doğrusunu en iyi Allah bilir (ibn Kesîr, Tefsiru’l Kur’ani’l Azîm, VII, 31). Hz. İlyas (a.s)’ın, Hızır (a.s) ile yılda bir kez buluştuğuna inanılır, halk arasında bu buluşma Hızır İlyas (Hıdırellez) şeklinde simgelenmiştir.
Kaynak: Sâmil İslam Ansiklopedisi
Şubat Güneşi
“Aa hani sen yalnız yapacaktın?” “Tamam yapacağım tabi ama yardıma ihtiyacım var. Sebzeleri, makarnayı dolaptan çıkarmak gibi…”
“Olur sahip. Hemen hepsini tezgahın üzerine çıkarıyorum ama sonra şuraya uzanıp yatacağım, bir şeye karışmam haberin olsun.” “A sen kötü kalpli misin?” “Hayır, ama sen söyledin ben yapacağım diye. Birlikte yapalım demedin ki!” diyerek dolaptan lazım olan her şeyi çıkarıp tezgahın üzerine bıraktı. Kap gereç yerini de gösterip koltuğa attı kendini sırt üstü uzanıp kollarını başının altında birleştirerek gözlerini kapattı.
Zeynep tencereye su doldurup ocağa koydu. Suyun kaynamasını beklerken yıkanmış sebzeleri torbadan çıkarıp kesme tahtasında ellerini kesmemeye çalışarak dikkatle sırayla doğradı. Başka bir tencerede soğanı havuçları ve sivri biberleri tereyağında soteleyip üzerine ince doğranmış domates ve ıspanağı ekledi. Tuzunu, karabiberini, bir tutam zencefil ve bir tutam fesleğeni koyup tencerenin üzerini örttü. Makarnayı kaynayan suya bıraktı.
Makarna suyuna bir tutam tuz atmayı unutmadı. Zeynep bütün bunları yaparken Ahmet uzandığı yerde uyuya kalmıştı. Zeynep iki defa seslendi ama ondan yanıt gelmeyince uyuduğunu anlayıp hiç üstelemedi, büyük bir ciddiyetle yemek yapma işine devam etti. Aslında dizleri çözülmek üzereydi ama her zamanki gibi direniyordu. Yemek yapmaktan çok hoşlanırdı. Abisi ile mutfakta çok zaman geçirmişti. Makarna pişirmeyi de abisi öğretmişti zaten… Makarna pişirmek aslında incelik ister demişti abisi. Bir defa sosu çok koyu olmayacak, makarnalar kararında pişecek. Ne çok, ne az.. Ve en önemlisi markanlar birbirine yapışmayacak. Zeynep makarna pişene dek elindeki yeşilliklerle güzel bir salata yaptı.
Masaya yerleştirdi. Makarnayı ateşten alıp süzdü. Genişçe bir tabağa aldı. Onu da masaya yerleştirdi. Tabakları, çatalları, su bardaklarını ve ekmek sepetini de yerli yerine koyup son olarak masanın iki tarafına mum yerleştirdi. İşi bitince durup masaya baktı sofra düzeni hoşuna gitti. Makarnanın sosunu dökme işini sonraya bırakıp banyoya gitti. Mum ışığına alışmıştı gözleri iş yaparken zorlanmamıştı. Bol suyla elini yüzünü yıkadı saçlarını sardığı havluyu çıkarıp hala ıslak olan saçlarını yeniden ördü başına taç gibi sardı.
Omuzlarına Ahmet’in annesin şalını alıp mutfağa döndü. Çorbayı da ısıtıp kaselere boşalttı. Sonra koltukta uyuklamakta olan Ahmet’in yanına gidip üzerine eğildi. Yavaşça omzuna dokunarak nefes kadar hafif tatlı bir sele “Ahmet” diye seslendi. “Ahmet” Ahmet uyanmayınca “Ahmetçim yemek hazır hadi uyan artık” diyerek tekrar yavaşça omzuna dokundu. Ahmet uyandı ama gözlerini açmadan öylece yatmaya devam etti. Burnuna makarnanın nefis iştah açan kokusu çarpmıştı ama yinede yerineden kalkmadı. Zeynep’in bir kez daha tatlı, tatlı Ahmetçim demesini bekliyordu. Kimse adını onun kadar yumuşak ve güzel telaffuz etmemişti şimdiye dek.
Kız sanki onun aklından geçenleri okumuş gibi. “Ahmetçim hadi ama uyan artık” dedi. Ahmet bu kez yeniletmeden gözlerini açtı. Karşısında Zeynep başına taç yaptığı saçları ve solgun yüzünde kocaman açılmış çekik gözleri ile duruyordu. Mitolojiden fırlamış gibi. Kız uyandığını görünce hemen arkasını dönüp masaya doğru yürüdü. “Çabuk elini yüzünü yıka sofraya gel” diye buyurdu. “Açlıktan bayılmak üzereyim.” Arkası Yarın