Günaydın sevgili okuyucularım nasılınız bu sabah? İstanbul’da Hatay günleri patlama yaptı deyim yerinde ise. Ziyarete gelenlerin haddi hesabı yok. Müthiş bir ziyaretçi akını vardı. Dört gün müddetince özelikle Cumartesi ve Pazar günü iğne atsanız yere düşmezdi dersem abartı olmaz. Ama tabi bu yoğunluğun çoğu yiyecek içecek tarafındaydı. Hatay’ın peyniri, kekiği, zeytinyağı, tel kadayıfı nerdeyse kapışıldı. Ve İskenderun’un Petek Pastanesi Feshane’nin yıldızıydı. En çok ilgi gören yer orası geçen yılda öyleydi ancak bu yıl geçen yıldan çok daha geniş bir katılım vardı. Ve bu yıl düzenlenen daha iyi diğer yıllara nazaran. Antakyalı sanatçıların resim, tezhip, el işi sergilerine de ilgi yoğundu ancak el oyası hepsinden çok ilgi gördü izlediğim kadarı ile.
Yemek bölümünde ise izdiham her daim vardı tek kelime ile. Hafta ortası gece olan yoğunluk hafta sonu sabahtan başladı oluk, oluk insan seli aktı, adım atacak yer kalmadı neredeyse yemek bölümünde. İçli köfteler hemen söylemek zorundayım tek kelime ile berbattı bu işi yapanların kesinlikle Hatay’a yakışır içli köfte yapmaları lazım diyorum.
Bu günler yalnızca ticaret için olmuyor kuşkusuz aynı zamanda kültürümüz ve yeme içme alışkanlıklarımızı da beğeniye sunuyoruz ve onlardan kar elde etmekten çok sağlıklı ve lezzetli olması çok önemli. Belki bendeniz çok uyuzum arkadaşlarım köfte aldı. Tanesine 4 lira vererek sadece merakımdan tadına baktım kalite kontrol babında ve iyi ki bunu yapmışım köfteler resmen kokmak üzereydi defalarca ısıtılırsa sonunda olacağı buydu tabi bu yüzden arkadaşlarım köfteleri bir kenara bırakmak zorunda kaldı. Lütfen bir dahaki yıl buna dikkat edilsin. Konunun uzmanı değilseniz hiç girmeyin bu işe çünkü hem prestijimiz hem de sağlığımız tehlikeye girebilir.
Ve diğer satıcılar biraz daha dikkatli olursa daha iyi olur diyorum örneğin on liralık kekik istiyorum diyen birine on beş liralık tartan sonra boşalttırma abla dememeli hiç bir satıcı. Hatay günleri hazırlığı yapılırken özellikle bu gibi durumlar hakkında bilgilendirilmeli insanlar diye düşünüyorum.
Ve Hatay Günleri gerçekten amacına erişti denebilir. Emeği geçen herkesi kutluyorum. Ve Hatay günlerine Antakya ve yöresi damgayı vurdu. Ancak İskenderun sadece Petek Pastaneleri ile göz doldurdu. Gelecek yıllarda dilerim daha çok çalışır ve kendimizi orada daha çok temsil ederiz.
& & & & &
Ve 2014 yerel basın ödülünü alan Serpil Korkmaz arkadaşımı candan kutluyorum ve onunla onur duyuyorum. Sevgili arkadaşım ve yarışmaya katılan bütün arkadaşların başarılarının devamını diliyorum.
Şubat Güneşi
Telefon aniden çaldığı zaman irkildi. Kızın uyanmasından korkarak başını yavaşça yastığa bıraktı. Sonra acele adımlarla telefonun yanına gidip ahizeyi kaldırdı. Arayan annesiydi. Çok merak ettiğini söylüyordu. “Anne” dedi. Ahmet sevinçle “Sesini duyduğuma çok sevindim. Nasılsın, bugün geliyor musun?”
“Hayır, gelemiyorum kaç defa cepten aradım neden şarja koymuyorsun oğlum telefonu” “Anne sen duymadın herhalde İskenderun’da sel oldu. Dünden beri elektrikler kesik. Sen nasılsın?” “Çok iyiyim ama sizi merak ediyorum yaramaz bir şey yok değil mi?” Ahmet yutkundu ama hemen “Yok anneciğim” dedi. “İşler biraz uzadı Ahmetçim daha birkaç gün buradayım, siz abinle konuştunuz mu? Yoksa birbirinizi görmediniz mi daha?” diye devam etti.
“Görüştük anneciğim daha birkaç saat önce buradaydı.” “Zeynep nasıl, hala bizde mi?” “Evet, anne Zeynep bizde ama çok iyi değil. Ateşi yükseldi. Abim serum takmak zorunda kaldı.” “Öyle mi çok üzüldüm. Merak etme oğlum Zeynep güçlü bir kız sakın onu ben gelene dek yalnız bırakmayın” “Evet, anne zaten kimsesi yokmuş burada, üstelik hala kendine gelmedi, anneciğim bilemesin neler yaşamış!” “Ahmetçim sana güveniyorum oğlum kendinize iyi bakın aklım sizde kalmasın şimdi kapatmak zorundayım. Sonra yine ararım anneannenle dedenin de çok selamı var. Zeynep’e sevgilerimi söyle.” Ahmet “sende” diye yanıt verdi ama annesi çoktan kapatmıştı bile telefonu.
Ahmet elinde telefon ahizesi bir an öylece durdu. Sonra garip bir sıkıntı ile ahizeyi yerine bıraktı canı sıkılmıştı nedense! Kendini yorgun ve garip bir biçimde bıkkın algılıyordu. Ağır adımlarla salona geçti. Zeynep üzerindeki battaniyelerden kurtulmuş sere serpe uyuyordu. Üzerindeki bol gecelik bacaklarına dolanmış ayaklarındaki çoraplardan biri sıyrılmış diğeri parmak ucunda sallanıyordu. Yüzünü yastığa gömmüştü. Saçları perişan bir halde sırtına yayılmıştı. Ahmet aceleyle gelip kızın üzerini örtü. Geceden beri defalarca bu işi yapmıştı. Kendi kendine gülümsedi. İçi şefkatle doldu yine. Yorgunluğu da bıkkınlığı da o an geçti. Kızın başında durup uzun, uzun baktı.
Dünden beri odak noktası olmuştu sanki oysa dün sabah onu tanımıyordu bile. “Garip!” diye mırıldandı. Sonra şömineye bir odun atıp odasına gitti sokağa çıkmak üzere giyindi. Telefonun olduğu masanın çekmecesini açıp içinden kâğıt kalem çıkardı.
Zeynep’e ufak bir not yazıp yanındaki sehpanın üzerine bıraktı. Sonra mutfağa girip buzdolabından bir elma bir portakal çıkardı. Meyveleri dikkatle soydu tabağa dilimledi. Tabağı çatalı ve mendili tepsiye yerleştirip salona getirdi sehpanın üzerine bıraktı. Kıza tekrar baktı alnından ateşini yokladı, sonra sokak kapısına doğru yürüdü. Paltosunu aldı yavaşça çıktı, ardından dikkatle ses çıkarmamaya çalışarak kapıyı çekti. Merdiven sahalıklarında mumlar yanıyordu. Usulca merdivenleri inip caddeye çıktı. Arkası Yarın
Günün Şiiri
Ey Hakikat
Sen ki bana el alemden yakınsın
Niçin seni soysunlar da eller sorguç takınsın
Doğru bir söz söyleyeyim her mecliste okunsun
Zülfü yare dokunurmuş dokunursa dokunsun
Al kaşağıyı gir ahıra yarası olan gocunsun
Lâ Edrî
“Gelmiş dünyanın dört bir ucundan
Ayrı dilleri konuşur, anlaşırız
Yeşil dallarız dünya ağacından
Gençlik denen bir millet var, ondanız. ”
Nazım Hikmet Ran
Giden
Camların üstünde gece ve kar.
Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar –
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor.
Ben dolaşıyorum…
Gece ve kar – pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde.
Bu, giden kardeşimin en sevdiği şarkıydı.
En sevdiği şarkı…
En sevdiği…
En……
Kardeşler, bakmayın gözlerime
ağlamak geliyor içimden…
Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar –
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor..
Gece ve kar pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde!..
Nazım Hikmet Ran
Günün Fıkrası
Trabzon’da bir grup Laz çok ağaç kesebilmek için Amerika’dan motorlu testere getirtmeye karar vermişler. Gerekli bağlantılar kurulduktan sonra para ödenmiş ve birkaç tane elektrikli testere alınmış. Garanti kağıdında da günde enez 500 tane ağaç keseceği belirtiliyormuş. Her neyse, bizimkiler koyulmuşlar ise. Aksam olduğunda en fazla ağaç kesen Temel mis ve sadece 50 tane ağaç kesmiş. Doğal olarak herkes şaşırmış. Bir sonraki gün, Temel zorlayarak sayıyı 100’e çıkarmış. Daha sonraki gün aksam Temel yerinden kalkamaz hale gelmiş ama sadece 150 tane ağaç kesebilmiş. Artık bizimkiler Amerika’dan bir yetkili çağırmaya karar vermişler. Yetkili gelmiş ve birlikte ormana gitmişler. Amerikalı motorun ipini çekip çalıştırmış ve çıkan ses üzerine bizimkiler hep bir ağızdan: “Uyy o ne daa?”
Günün Sözü
Karakteriniz, şöhretinizden önemlidir. Karakteriniz, siz ne iseniz odur… Oysa şöhretiniz, başkaları sizi ne sanıyorsa odur.
John Wooden