Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yurdun her köşesinden gelen seçim haberleri, görüntüleri hepimizin kafasını karıştırmaya, canımızı sıkmaya devam ediyor. Bu yaşa geldik böyle bir seçim ortamı yaşamadık doğrusu. Daha da canımız sıkılmasın diye bu konuyu burada noktalayalım diyeceğim ama her şeye rağmen İskenderun’un bazı CHP küskünlerine ve diğer sol partilere ve özellikle Sayın Kimyon’a sormak istiyorum, “Beklediğinizi buldunuz mu?”
Yeni belediye başkanı daha resmen işe başlamadı ancak bendeniz hemen isteğimi iletiyorum ilerde de yineleyeceğim her ihtimale karşı. İlk icraatların sokaklarda mendil satan ve dilenen Suriyeli çocuklara yönelik olmasını istiyorum. Çünkü hiçbir şey insan hayatından ve onurundan önemli değildir. Vatanlarındaki savaştan kaçıp bize sığınan bu insanlardan biz sorumluyuz çünkü.
Ve sevgili okuyucularım, bahar bütün ihtişamı ile dışarıda sürüyor. İçimizin kış olmasına hiç gerek yok. Baharı hem dışarı da hem içerde algılayalım ki, enerjimiz olsun yeni oluşumlara ve hep yeniden ayağa kalkalım. Yaşananlardan ders alarak… Ancak içimizde yinede insana dair derin kırıklıklar var. Hep vardı ve hep olacak buna rağmen kendimize inanalım ve ayağımızı her zaman sağlam basalım yere. Çünkü bastığımız yer kadardır yerimiz bunu unutmayalım.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım diyorum. Birlik ve beraberlikle. Ancak gerçekten birlik ve berberliğe olan inancım şu an sarsıntıda. Çünkü her şeye rağmen sadece “ben” diyor insanlar her zamandakinden çok daha fazla. Yase
Şubat Güneşi
Çay tepsisini alıp mutfağa götürdü, bardakları yıkayıp yerlerine koydu. Çorbayı da hazırladı. Sonra salona geçip bir kitap aldı kitaplıktan gelişi güzel. “Leyleklerin Uçuşu” Garnge’nin kitabı. Kitap her yıl Afrika’ya giden göçmen kuşlarının dönmemesinden kuşkulanan Lousi Antiocke kuşların neden dönmediğini araştırmak için çıktığı yolculuklarda karşılaştığı akıl almaz olayları anlatan bir kitap. Ahmet yazarın diğer kitaplarını da okumuştu, polisiye film ve kitapları severdi ama Garnge için “hayal gücü müthiş bu adamın ancak bunca şeyi kurgulayan bir zihin çokta normal olmasa gerek” diyordu.”
Şömineye iki odun atıp oturdu. Kitaptan birkaç sayfa okuduktan sonra gözleri kapanmaya başladı. Kitap göğsüne düştü derin bir uykuya daldı.
Zeynep ancak akşama doğru uyandı. Gözlerini açtığında her taraf karanlıktı. Etrafta ses seda yoktu. Olduğu yerde karanlığa bakarak bir an yattı. Gözleri karanlığa alışınca yavaşça yerinden doğruldu. Başı dönüyordu. Bu yüzden yerinden kalkarken çok dikkat etti. İki adım attıktan sonra ancak Ahmet’i gördü. Göğsünde kitap başı arkaya düşmüş uyuyordu genç adam. Zeynep yavaşça yaklaşıp kitabı göğsünün üzerinden aldı. Kalkarken üzerinden düşürdüğü battaniyeyi yerden alıp üzerini örttü. İçi minnetle doluydu. Akşamdan beri sırf onunla uğraşmıştı Ahmet, sonunda yorgun düşmüştü. “Nasıl ödeyeceğim hakkını” diyerek Aynı onun yaptığı gibi eğilip çabucak soğumuş alnına bir öpücük kondurdu. Tam başını kaldırırken aniden Ahmet onu kolları ile sarıp üzerine çekti. “Ay ödümü kopardın” diye bağırdı. Halsizce güçlü kolların kıskacından kurtulmaya çalıştı. Ama Ahmet onu bırakmadı. Kız yüzükoyun göğsüne düştü. Ahmet kızı göğsünde sıkarak hafifçe sallanmaya başladı. “Ne güzel uyuyordum” diye homurdandı “beni uyandırdın şimdi cezanı çekeceksin.” “Acıktım, bırak beni.” Bende acıktım ama benim yemeğim tamda yanımda seni yiyeceğim şimdi.” “Lütfen ciddi ol gerçekten acıktım burada bayılmamı istemezsin değil mi açlıktan.” “Zaten hep baygınsın biraz daha baygın kalabilirsin herhalde.”
Kız başını kaldırmak isteyince Ahmet başını tutup yeniden göğsüne bastırdı. Kızın sıcak nefesi göğsünü ısıtıyor, kalbi kalbinin üzerinde hızlı, hızlı atıyordu. Uzun zamandan beri Ahmet göğsünde böyle ılık bir dokunuş meltem gibi bir serinlik algılamamıştı… Bu yüzen kızı mümkün olduğu kadar göğsünde tutmak istiyordu. Zeynep’te kendini garip bir şekilde güvende algılıyordu. Bu yüzden başını kaldırmadan uzun bir müddet olduğu yerde kıpırdamadan sessizse durdu. Gözlerini kapattı, en son Can’ın hastalıktan erimiş göğsüne böyle gömmüştü yüzünü o zaman deli gibi ağlıyordu. O anı anımsayınca derin bir iç çekti. Bir hıçkırık gelip boğazına düğümlendi. Kalbi şimdi bir başka atıyordu. Ahmet kızın kalbinin değişen atışından bir gariplik olduğunun ayrımına vardı ama haberi yokmuş gibi davranıp kollarının baskısını artırdı. Dudakları kızın saçlarında dolaşıyordu. Bir müddet sonra göğsünde sıcak bir ıslaklık algıladı. Kız ağlıyordu. Yine görmezden geldi hafifçe sallanmaya devam ederken düşünüyordu. Onu bu kadar üzen ne?
Yere değen battaniyeyi tek eli ile çekip kızın üzerini örtü. “Ağla küçüğüm” diye fısıldadı kulağına… Bir müddet daha böyle yattıktan sonra Zeynep başını kaldırdı. “Çok karanlık” dedi. “Üstelik çok acıktım.” Gerçekten çok acıkmıştı. “Acıktım” diye inlemeye başladı. “Acıktım”
“Of ya bir uyutmuyorsun üstelik inanmam acıktığına, seni yemek yerken görsem bile.” “Yemin ediyorum acıktım ya öleyim mi istiyorsun?” “Gerçekten açlıktan ölünür mü?” “Evet, işte ben ölüyorum bile.”
“Açlık” diye bir kitap okumuştu. Norveçli romancı Knut Hamsun’un, orada genç bir insanın açlıkla mücadelesi anlatılıyordu. Kitabı okurken o gencin çektiklerini anlayabilmek için günlerce aç kalmıştı, kuru bir ekmek parçasını kemirmişti ardından günlerce. Ta ki “Bitmeyen şarkıyı” okuyana dek… O kitabın kahramanı genç ressam avda yaralanıp kör oluyordu. İşte o zaman açlığı bırakıp kör olmak nasıl bir şey diye gözlerinde siyah bir bantla dolaşmıştı günlerce etrafı kırıp devirmemeye çalışarak. Arkası Yarın
Günün Şiiri
Başka Türlü Bir Şey
başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka
Can YÜCEL
Akdeniz Yaraşıyor Sana
Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdeniz’e
Can YÜCEL
Günün Sözü
Siz nasılsanız öyle yönetilirsiniz!
Hz. Muhammed