Günaydın sevgili okuyucularım. Günlerdir gündemimizde seçimler vardı. Hatta seçimleri geride bıraktığımız son iki gündür daha çok konuşur tartışır olduk. Seçim tartışmalarına biraz ara verip soluklanalım dedim ne dersiniz. Seçim değerlendirmelerini sonra yaparız. Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase
Onu da Sen Bul
Soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet ederek yanına baş vezirini alıp şöyle bir gezmek vatandaşlarını görmek maksadıyla yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.
Padişah, ihtiyarı selamlamış: “Selamunaleykum ey pir’i fani…”
İhtiyar : “Aleykumselam ey serdar’i cihan…”
Padişah sormuş: “Altılarda ne yaptın?”
İhtiyar : “Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor…”
Padişah gene sormuş: “Geceleri kalkmadın mı?”
İhtiyar : “Kalktık… Lakin, ellere yaradı…”
Padişah gülmüş: “Bir kaz göndersem yolar mısın?”
İhtiyar : “Hem de ciyaklatmadan…”
Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar.
Padişah başvezire dönmüş: “Ne konuştuğumuzu anladın mı?”
Başvezir : “Hayır padişahım…” demiş.
Padişah sinirlenmiş: “Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.” demiş.
Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor.
Başvezir ihtiyara : “Ne konuştunuz siz padişahla…” demiş.
Adam, başveziri şöyle bir süzmüş: “Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.” demiş.
Kellesinden korkan Başvezir, yüz altını hemen vermiş ve “Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu.” diye sormuş.
İhtiyar : “Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.” demiş.
Vezir kafasını kaşımış ve “Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?…”
İhtiyar adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış ve “Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı Ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim.”
Vezir bir soru daha sormuş… “Geceleri kalkmadın mı ne demek?”
Adam bir yüz altın daha almış ve “Çocukların yok mu diye sordu… Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim…”
Vezir gene kafasını sallamış ve “Sana bir kaz göndersem yolar mısın dedi, o ne demek…”
İhtiyar adam gülmüş ve “Onu da sen bul…” demiş.
& & & & &
Dürüstlük Çiçeği
Bir Çin prensi tahta çıkacaktı ama yasalara göre, daha önce evlenmesi gerekiyordu. Uygun bir aday bulmak için bölgedeki genç kızları huzuruna çağırdı. Saraydaki hizmetçilerden birinin kızı prensi çok seviyordu. O da prensin huzuruna çıkmak istedi. Annesinin uyarılarını dinlemedi, çünkü sevdiği adamı bir kere bile görmek onu mutlu edecekti.
Beklenen gece geldi. Genç ve güzel kızlar en güzel giysilerini giymişler, süslenmişler, kendilerini beğendirmek için her çareye başvurmuşlardı. Prens kızlara birer tohum verdi. Bunu saksılarına dikmelerini, altı ay sonra gelmelerini söyledi. En güzel çiçeği yetiştiren kızı kendine eş olarak seçecekti. Herkes tohumu alıp heyecanla evlerine geri döndü.
Genç kız da kendisine verilen tohumu alıp saksıya ekti. O kadar bakmasına, özenmesine karşılık toprakta tek bir filiz bile görünmedi. Her şeyi denedi, uzmanlara danıştı ama bir fayda göremedi. Altı ay dolmuştu ama saksı hâlâ bomboştu. Prens sunacağı bir çiçek olmadığı halde gene de belirtilen gün ve saatte boş saksıyla saraya gitti. Oysa diğer kızlar güzel çiçekli saksılarla gelmişlerdi…
Sonunda beklenen an geldi. Prens salona girdi, kızların arasında dolaştı, saksıları birer birer inceledi. Hizmetçinin kızını kendine eş olarak seçtiğini duyurdu. Herkes şaşırmıştı. Diğer kızlar bu karara tepki gösterdiler, itiraz ettiler. Boş saksıyla gelen kız nasıl eş olarak seçilirdi? Prens durumu şöyle açıkladı: “Bu genç hanım en değerli çiçeği yetiştirip bana sundu. O çiçeğin adı dürüstlük çiçeğidir. Çünkü sizlere dağıttığım tohumların hepsi sahteydi ve çiçek açmaları olanaksızdı.”
& & & & & &
Oyun Biter
İş adamı tıraş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir. Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler. Berber, iş adamının kulağına fısıldar; “Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi…”
Berber çocuğa seslenir: “Ali, buraya gel!” Bunun üzerine çocuk sakince dükkana girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar.
Berber iş adamının kulağına sessizce, “bak şimdi” diye fısıldar ve bir elinde 5 TL, diğer elinde 20 TL’lik bir banknot olduğu halde çocuğa sorar: “Hangisini istiyorsan alabilirsin?”
Çocuk dalgın dalgın bir 5 TL ye bir de 20 TL ye bakar ve sonunda 5 TL’lik banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır. Berber iş adamına döner ve gülerek: “Gördün mü? Sana söylemiştim.” der. Tıraş bitince iş adamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali’yi görür. Yanına giderek, neden 20 TL değil de, 5 TL’lik banknotu aldığını sorar.
Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir: “Hehehe… Eğer 20 TL’yi alırsam oyun biter.”
Şubat Güneşi
Kız işini bitilirince elini yüzünü yıkadı yüzüne bol su çarptı tek eli ile, diğer eli ile lavaboya tutunmuştu. Soğuk su iyi gelmişti. Havluluktan havluyu alıp yüzünü sildi. Dışarı çıktı. Ahmet onu bekliyordu. Kızı kolundan tutup yardım etmek istedi ama Zeynep reddetti “ben sana tutunurum” dedi. “Biraz yürümek istiyorum yoksa ruhum bana dönmeyecek hiç.”
“Peki, hadi o zaman ruhunun dönmesine yardım edelim. Elimi tut biraz yürüyelim. Kız elini tuttu hafif tombul ve yumuşacıktı eli Ahmet’in aynı Can’ın eli gibi. Tuttuğu gibi geri bıraktı. Yüzü kasılmıştı içi acıyordu. “Ne oldu Zeynep” diyerek Ahmet kıza dönüp baktığında kızın acı dolu yüzünü gördü. “Ne oldu?”diye telaşla bağırdı. “Zeynep korkutma beni ne oldu?” Kız aniden dönüp Ahmet tin göğsüne gömdü yüzünü. Katıla, katıla ağlamaya başladı. Ahmet kızı sımsıkı sarmış ağlama krizinin geçmesini bekledi. Bir yandan da düşünüyordu. Elini tutunca bir tuhaf oluyordu kız ilk elini tuttuğunda da tedirgin olmuştu.
“Hadi Zeynep’çim geçti artık küçüğüm ağlama” diye onu sakinleştirmeye çalıştı. Kız nihayet derin, derin iç geçirerek ağlamayı kesti. Ahmet eğilip kızın çenesinden tutup başını kaldırdı. Kızın yüzü gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuştu gözleri kızarmış küçülmüştü sanki. “Kıyamam sana bir daha ne olur ağlama” diyerek kızı ıslak yanaklarından öptü. Arkası Yarın
Başsağlığı
Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Acılar unutulduktan sonra
Dönmeliyim.
Ölümlerin karşısında şaşırıyorum
Ne desem ki
Düşünüyorum.
Kalanları ağlıyor gidenin
Benim gözlerim kuru
Herkes bana bakıyor, biliyorum
İçlerinden geçenleri.
Başsağlığı dilemek
Garibime gidiyor
Ölen öldü, sen yaşa
Küçültmeye benziyor.
Beni böyle kitaplar mı yaptı ne
Kağıtlarda gidenlere içlenip ağlayan ben
Hayattaki ölümlerde put gibi duruyorum.
Ben canavar ruhlu muyum
Bir ölü evinde tek söz söylenmeden
Put gibi duruyorum
kimse anlamaz derdimi
Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Bir yakınım öldü mü.
Behçet NECATİGİL
Günün Sözü
Hayat herkes için acı, çünkü benim boş yere dilediklerime sahip olmuş nice insanlar gördüm, onlar da mesut değil.
HONORE de BALZAC