Günaydın sevgili okuyucularım nalsısınız bu sabah? İskenderun belediye başkanı ve belediye başkan adayı olan Sayın Yusuf Civelek esnaf gezilerini sürdürüyor. Ve “hizmete devam” diyor. Gerçekten hizmete devam etmesi gerektiğini düşünüyorum çünkü daha tamamlamadığı işler var ve en azından bir dönem daha belediye başkanlığı yapıp eksiklerini tamamlaması gerekir diye düşünüyorum. İskenderun’da gelmiş geçmiş belediye başkanlarının yapmadığı her şey birkaç yıl içinde o ve çalışma arkadaşların sayesinde gerçekleşti. Gerçekten, gözle görünür işler ortaya çıktı. Teker, teker saymaya gerek yok. Bizler her defasında hoşumuza gitmeyen şeyleri söyledik hoşumuza gidenleri de. Hataları, sevapları da…
Çoğununa yanıt aldık. En azından bendeniz aldım telefonla olsun eylemle olsun yanıt geldi bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Tabi olarak başkan herkesin başkanı… O herkese başkan olmak zorunda ancak halk onun başkanlığını eleştirebilir, beğenmeyebilirde ve ona kızabilirde hatta acımasız olabildiğini de gördüm hatta ona küfredildiğini, özelikle yollar yapılırken tabi küfür ve beddua asla kabul edebileceğim şeyler değil her defasında küfür edenlere karşı çıktım, beddua edenleri uyardım. Kimsenin elinde sihirli değnek yok ve kimse bir şeye ol deyince onu olduracak güçte değildir. Kimse mükemmel değildir ve zaten olması da gerekmiyor.
Ancak gerektiği zamanda gerekeni doğru yapmak çok önemlidir. Örneğin ara sokaklardaki asfaltlar hiç olmadı her yer girinti çıkıntı inanamazsınız herkes ama herkes bu konuda bir şeyler söyleyebiliyor. Ve söylüyor… Ve yalanım yok çok üzülüyorum. Bunca sıkıntı çektik bunca küfürler yedik hiç duymadığım türünden ve nihayet sona geldik. Şimdi herkes oh teşekkür ederim diyeceğine çalışmayan giderlerden dert yanıyor. Ve korkum yalnızca bu giderler yüzünden bunca işkencenin boşa çekilmiş olduğunu düşünüyor olması birçok insanın.
Tam yeri gelmişken minik bir masal anlatayım. Zamanlardan bir zaman içinde hüküm süren bir imparatorluk varmış. Veliaht olan genç adam atak, çalışkan ve adilmiş. Genç adam bir gün onu ve yaptıklarını kıskanan cadılar tarafından büyülenmiş ve uykuya mahkum edilmiş. Genç veliaht uykuda iken başında halktan olan sevgilisi beklemiş… Kız günlerce aylarca sevgilisinin uyanmasını beklemiş, hiç uyumadan. Ancak kötü cadılar tam veliaht uyanacak iken kıza büyü yapıp kızı da uyuttular onun yerine veliahttın başına kendilerinden olan çirkin bir cadıyı koydular. Genç adam uyanınca başında cadıyı görünce çok şaşırmış. Gözleri sevdiği kızı aramış birde bakmış kız ilerde derin bir uykuda. Veliaht “hım demiş sevdiğim uyanmamı beklememiş ama bu çirkin cadı beklemiş o zaman onunla evleneceğim.” Kızı saraydan kovmuş cadıya da büyük bir düğün yapmış. Ve halk o kötü cadının elinde inim, inim inlemiş. Kısadan hisse.
Bizim başkan bu kadar çalıştı çabaladı ekip arkadaşları ile tam sona geldi. Bu aptal giderlerin ve çok duyum alıyorum telefonla serzenişte bulunuyor bazı okuyucular sosyal tesislerin yüzünden zor durumda kalmasın. Kuşkusuz çok güzle oldu sosyal tesisler ve her dem oraları kalabalık. Büyük bir ihtiyaca el attı belediye ancak çay fiyatları ve çay çok eleştiriliyor. Adı üstü sosyal tesis fiyatlalar herkese uygun olmalı değil mi. Kendi hesabıma bunu orada ki görevlilere söyledim. Sonunda çay içmektense kuşburnunda karar kıldık arkadaşlarla. Çünkü gerçekten çay iyi olmuyor bilmem neden? Telefondaki okuyucu yabancı ama İskenderunluymuş arkadaşları ile gelmiş bir hafta kalmış ve çay konusunda baya bir sıkıntı çekmiş tekrar, tekrar istemiş ve sonunda ona istediği gibi bir çay sunabilmişler. Bendenizin telaşı yüzüp, yüzüp karada boğulma tehlikesinden geliyor. Derdimi anlatabiliyor muyum bilmem? Kendi hesabıma bu ufak tefek şeyler önemli ayrıntılar ama yapılan bunca şey içinde minnacık buna rağmen şikâyet konusu edilmişse üzerinde düşünülmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Manidar değilse bile düşündürücü. Bu yüzden diyorum ki sevgili Yusuf bey, yaptığın ve yapacaklarına sahip çık. Eserlerin üzerinde asla uyuklama ki bunu fırsat bilmesin rakiplerin. Sona gelmişken. Yaptınız bunca şey el değiştirmesin, eksikleri biz tamamladık demesin kimse. Biz her zaman gerçeğin ve doğrunun yanındayız. Temiz bir siyaset, hür bir vicdan ve eşitliğin bekçileriyiz. Hangi partiden olursa olsun başkan İskenderun’a bu dönem yapılanları yapmış olsaydı biz yine bu yazıları yazmış olacaktık bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Çünkü biz hak yemeyiz yedirmeyiz. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım deme zamanı geldi. Hep birlikte her zaman hür vicdan bol sağduyu ile. Yase
Şubat Güneşi
Ahmet şiddetli bir gök gürültüsü ile uyandı salon gündüz gibi parlak bir ışıkla aydınlanmıştı. Bir an gözleri kamaştı, ışıktan sonra etraf yeniden zifiri karanlığa büründü. Zeynep ona yaslanmış derin, derin uyuyordu. Gözleri karanlığa alışınca Ahmet Zeynep’i yavaşça kendinden uzaklaştırıp yüzüne baktı. Kız derin bir uykunun anne gibi saran şefkatli kollarındaydı sanki huzur dolu uyuyordu. Bebekler kadar sakin ve masum görünüyordu. Saçları dağılmış yüzüne yapışmıştı. Ahmet saçlarını şefkate yüzünden çekti. Sonrada yavaşça yanından kalktı. Kalkarken açılmış olan örtüyü düzelti. Eğilip kızın alnına bir öpücük kondurarak ateşini yokladı. Kızın alnı sıcaktı. Ama kız buna rağmen huzursuz değildi. Ahmet gürültü yapmamaya çalışarak parmak uçlarına basarak mutfağa gitti. Mumların bazısı erimiş yok olmuştu bazıları ise son nefesini vermek üzereydi. Yeni mumlar yakıp eskilerinin yerine koydu. Buzdolabından bir şişe süt çıkardı, kahve cezvesine bir bardak kadar boşaltıp ocağa koydu. Sütün ısınmasını beklerken bilgisayarını açtı. Pilin bitmek üzere olduğunu söylüyordu sağ alt köşede çıkan yazı. Hemen kapattı bilgisayarı ne olur ne olmaz diyerek. Kalan pil belki başka zaman lazım olabilirdi. Sonra ocağı kapattı sütü bardağa boşaltı. Cezveyi lavaboda çalkalayıp bulaşık makinesine attı. Ona da annesi bunu öğütlemişti aynı Zeynep’in annesinin öğütlediği gibi… Sonra banyoya gidip yüzünü bol suyla yıkadı. Allah’tan su problemleri yoktu. Şehir suyu bir hafta kesilse bile bu onları etkilemezdi. Depoları sürekli doluydu. Sonra süt bardağını alıp salona gitti koltuğuna oturarak ağır, ağır sütünü içmeye başladı. Şimşekler çakmaya devam ediyordu yağmur bir ara durmuş şimdi yeniden yağıyordu.
Annesini düşünüyordu Ahmet. Çoktan İstanbul’a inmiş olması gerekirdi. Şimdi babaannesinin evinde oda mışıl, mışıl uyuyordur. Ahmet’i aradıysa kızmıştır yine telefonu kapalı diye. Abisini aramıştır her herhalde. Annem Zeynep’i sevdi sanırsam. Ama Zeynep’i sevmek zor değil ki. Oda sevmişti Zeynep’i “yağmurla gelen sevgili” diye düşündü. Tuhaf bir şey şu kader denen muamma dedi kendine. Ne zaman kimi karşına çıkaracağını bilemiyor insan. Yağmur yağmasaydı belki hiç karşılaşmayacaklardı? Zeynep kimsesiz bir çocuk gibi sığınmıştı ona. Acaba gerçekleten kimsesiz olabilir mi? Yo, yo hemen aklına geldi. Kuzeni vardı ya İstanbul’dan onu yolcu eden. Sonra sayıkladığı Can diye birisi de var. Kim bu Can ya? Neler yaşamış olabilir ki bunca acı çekmiş olması için, yoksa bu Can mı çektirdi? Çektiği acıya dair bir şeyler bulmak umudu ile kızın üzerine eğildi dikkatle yüzüne baktı. O genç yüzde acının hiçbir ip ucu görünmüyordu. Belki gözlerinde gizlidir onları da gündüz gözüyle göremedi daha ama güçlü bir kız gerçekten; tanıdığı kadınların hiç birine benzemiyordu. Yaşından daha ağır başlıydı. Sakin ve düzgün konuşuyordu. Sesi ise çifte kavrulmuş cevizli lokum tadında.
Sahi nerden aklına gelmişti bu benzetme? Bilmiyorum ki ama işte böyle her şeyin nedenini açıklamak zorunda mıyım bana o lokumları anımsatıyor dersem yeter mi üstelik cevizli? Belki soydan gelme bir özellik yani köklü bir aileden geldiği belli. Duruşundaki asalet sıradan bir kız olmadığını gösteriyor, sesi de sıradan değil işte; Allah aşkına sıradan ya da sıra dışı seste ne ya? Şu anda koltuğun üzerinde öyle sere serpe gibi görünse de aslında derli toplu yatışı bile vakur görünüyordu. Ahmet ne Oya da ne de Neslihan da bu vakur duruşu görmemişti hiç sonra sözünü esirgemiyordu, içi şefkatle dolarak gülümsedi “valla hiç eyvallah’ı yok gibi” yeniden eğilip kızı alnından öptü. Kız uyumaya devam ediyordu. Bakışlarını üzerinde bırakıp kalktı nemli bez getirdi Ahmet. Yavaşça koltuğunun altına yerleştirdi, kız ürperdi ama uyanmadı. Diğer bezi de alnına koydu. Başını çevirdi ama yine uyanmadı. Çok yorgundu çünkü çok. Aylarca yatsa yorgunluğunu ancak giderebilirdi. Ama o bunu duysa kızardı “o, yok canım” derdi “ne kadar yorgun olursan o iki dakika rahat uyursan bütün yorgunluğun geçer gider” Can hastayken bir saniye bile oturmuyordu. Biliyordu çünkü oturursa uyuya kalacaktı ve Can uyanıkken kendisinin uyuması olacak şey değildi. Çocuk ona sürekli “dinlen uyu” diyordu o “ben iyiyim beni merak etme” diye yanıt veriyordu… “Nasılsa sen gidince ben uyuyacağım bari seninle sayılı günlerimi uykusuz geçireyim ne olur ki” diyordu içinden acı, acı. “Uyursam zaman çabuk geçer oysa ben zaman dursun istiyorum” diyordu umutsuzca. Ama Can uyuduğu zaman o da koltukta kendinden geçiyordu. Aynen şimdiki gibi… Ateşi yükseliyordu ama hiç bunun ayrımına varmıyordu. O kadar derin uyumasına rağmen en ufak bir tıkırtıda gözlerini açıp fırlıyordu. Gözlerinden ateş yaş olarak fışkırıyordu. O günlerden kalma bu ateşlenme durumlarının nedeni daha bulunmadı… Kız alışıktı ve barışıktı ateşi ile ve bedenini hiç şımartmamıştı ama o intikamını alacağı günü bekliyordu kızdan. O gün bugün olmasın sakın yoksa Ahmet bu karanlık yağmurlu gecede ne yapar sonra? Arkası Yarın
Ömer Hayyam’dan Rubailer
Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik;
Bildiklerimizle övündük, eğlendik.
Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra?
Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik.
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen.
Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;
Ceyhun nehri kanlı gözyaşımızdır bizim;
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.
Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bu gün aklın var, bir şey bildiğin yok:
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?