Hala Bülbül Güle Aşık Oluyor…

0
69

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah her şey başka olacak sandım. Ama uyandığımda değişen bir şey yoktu. Normal hayat devam ediyordu sokaklarda evlerde.

Nasıl başka olacak beklentisine giriyorum ki her sabah? Garibim valla. İnsanlar bir gecede sihirli değnek değişmiş gibi değişebilir, insanken melek olabilirler mi ki? Hayır tabi. Ama bazı hayalciler öyle olacağını sanabilir. -Sen değişip melek olabiliyor musun ki başkalarından bunu bekliyorsun- mu diyorsunuz? Doğru gerçekten bende değişmiyorum. Bencil olmamaktan, kul hakkı yememekten, yalan yanlış konuşmamaktan, azla yetinip kazandığımı paylaşmaktan, ön yargılı olmamaktan insanları inançlarına milliyetlerine ve yaşam koşullarına göre ayıramamaktan, büyüklerimi sayıp küçüklerimi sevmekten, koruyup kollamaktan, Atatürk ilkelerinden ve insanı sevmekten vazgeçebilir miyim ki  değişeyim? Değişemem asla.

Ve bu yüzden kimsenin değişmesini de beklemiyorum. Herkes doğasına göre davranıyor ancak doğasının tek tarafını kullanıyor diğer tarafından haberi bile yok. Birde diğer tarafı keşfedebilse belki o zaman değişebilirdi diye düşünüyorum. Zor ve karmakarışık bir zaman tünelinden geçiyoruz. Sonunda daha herhangi bir ışık görünmüyor. Kafamız dağınık duyduklarımdan sersemlemiş vaziyette yürüyoruz bilinmeyene doğru. Ve bu arada yaşıyoruz. Kişisel bencilliklerimizi sere serpe ev içi ve dışı  faşizminden, despotluğundan ve acımasızlığından ödün vermeden! Nasıl bir kara tablo bu ya?

Ama gerçek bir tablo bu ne yazık?  Allah’tan bebekler var ve çiçek açmaya devam ediyor ağaçlar, güneş yine muhteşem batıyor denizde. Ve dalgalar hala yalıyor neşeyle kayaları. Ve hala yağmur sonrası gök kuşağı çıkıyor ve hala dağlar mora boyanabiliyor. Ve hala âşık oluyor  bülbül  güle. Ve hala dünya güzel, bunca kire, pasa  karşın… Ve hala umutlar var güzele dair.

Ve sevgili okuyucularım dilerim ikinci tablo gözlerimizden, yüreklerimizden asla silinmesin ve umut olsun bize ve güzel yarınlara. Sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde tertemiz kalalım. Her dem. Yase

 Şubat Güneşi

Zeynep huzursuz, huzursuz dönüp duruyordu yattığı koltukta. Ter içinde kalmıştı yine. Uyku ile uyanıklık arasında deviniyorken Ahmet derin, derin uyuyordu. Sıkıntıyla gözlerini açtı. Etraf karanlıktı, mumlar son bir gayretle titrek ışıkları ile karanlığa çentik atmaya uğraşıyordu.

Üzerindeki örtüyü atıp oturdu. Üzerindeki pamuklu gecelik terden ıslanmıştı. Bir an gözlerinin karanlığa alışmasını bekledi. Başı hala kazan gibiydi, kulakları uğulduyordu. Buna rağmen Ahmet’i uyandırmamaya çalışarak yavaşça yerinden kalkıp, ilk geldiğinde uyuduğu odaya doğru dikkatli, dikkatli yürümeye başladı. Orada üzerini değiştirmek için bir şeyler bulabilirdi. Masanın üzerinden bir mum alıp odaya girdi. Duvara yaslanmış büyük bir giysi dolabı vardı. Dolabın çekmecelerini çekip mumu yaklaştırarak kendine giyecek bir şeyler arandı. Buldukları ile hemen üzerindekileri değiştirdi. Giysiler buz gibiydi, üşümeye başlamıştı. Koltuğun üzerinde duran kalın şalı alıp omuzlarına sımsıkı sardı. Yabancı bir evde gecenin bir yarısı yabancı giysiler içinde odadan çıkarken “ne tuhaf” diyordu, kendi kendine. “Sanki hep burada yaşamış gibiyim ama yarın kendi evime gideceğim ve buraya hiç gelmemiş, burada yaşamamış gibi olacağım” içini derin bir yalnızlık kaplamıştı. Bu düşünceyle salona döndü. Gece hiç bitmesin istiyordu ama nerdeyse sabah olmak üzereydi. Ahmet koltukta yan dönmüş uyuyordu, üzerindeki battaniye yere düşmüştü. Zeynep battaniyeyi yerden alıp Ahmet’in üzerini örttü. Sonra yavaşça yanına uzandı. Battaniyeyi üzerine çekip gözlerini tavana dikti. Mumların solgun ışığı hayaletler gibi yansıyordu tavana. Abisi ile çocukken eski kocaman ahşap tavanlı evlerinde yan yana sırt üstü uzanıp tavandaki ahşaplardan bir dünya yaratırlardı kendilerine, içinde dağlar, ormanlar, nehirler, denizler, insanlar ve hayvanlar olan bir dünya. Hayal güçlerini hiç zorlamadan oluşurdu şekiller gözlerinin önünde.

Her gece yatmadan önce bunu yaparlardı. Akşam başka oluşurdu şekiller gündüz başka. Derin bir iç çekti o zaman ne kadar kaygısız, ne kadar mutlu ve güvendeydi! Ama hiçbir şey  kalıcı değildi. Kendini şu an güvende algılıyordu ama nereye kadar? Güven onun için çok önemliydi. Abisi ölünce yalnız kalmıştı, annesi ölünce kimsesiz, evsiz, barksız ama Can vardı. Can ona nefes olmuştu, ev olmuştu, güven olmuştu ama oda gidince her şey yok olmuştu birden. Teyzesi, Yusuf ona kol kanat olmuştu ama o artık evini yitirmişti. Sokakta yürüdüğünde utanıyordu ama yinede evlerin içine, içine bakmaktan kendini alamıyordu…

O evlerde yaşananları merak ediyordu.  Çocukların anne babaları ile güven içinde yemek yediklerini televizyon izlediklerini, ninelerin, dedelerin koltuklarında oturmuş torunları ile oynamalarını koltukta uyuya kalan küçük çocuğunu kucağına alıp yatağına yatıran anneleri görür gibi oluyordu. Ve yitirdiği her şeyi… Göz hırsızlığı yaparak bulmaya çalışıyordu.

Yusuf “bir gün dayak yiyeceksin” diyordu. “İnsanlar onları gözlediğini sanacaklar.” Zeynep, Yusuf’u düşününce gülmeye başladı kendi kendine. Çocuk ciddi, ciddi korkuyordu dayak yemekten. Hoş zaten bir defasında zor kurtarmışlardı kendilerini ara sokağa sapıp yok olmuşlardı anında, sonra durup gülmeye başlamışlardı hallerine. Ne de olsa hala çocuktu ikisi de. “Ne kıkırdıyorsun ufaklık?” Ahmet Zeynep’in kendi kendine gülmesine uyanmıştı. Yanıt beklemeden kızı kollarıyla sarıp uyumaya devam etti. Zeynep hala üşüyordu bu yüzden Ahmet’e iyice sokularak gözlerini kapattı, uyku gözkapakların ardında sabırsızlıkla bekliyordu. Arkası Yarın

Günün Şiiri

Ömer Hayyam’dan Rubailer

 Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.

Felek doğruyu eğriyi tartaydı,
Her işine güzel  demek kolaydı.
Böyle mi yaşardı iyiler dünyada,
Evrenin özü doğruluk olaydı?

Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol;
Her istediğini onda ara, onda bul.
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe:
Koy canını ortaya, soyulursan soyul.

Ömer Hayyam’dan Seçme Dörtlükler

Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç;
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularından şifalıdır, iç.

Can bir şaraptır, insan onun destisi;
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi.
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümü varlık:
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı.

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem!

Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce;
Halden anlar bir dost gelip falı görünce;
Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin:
Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece.

Bahar geldi; başka bir şey istemem kafamda;
Hele akla hiç yer vermem bahar soframda;
Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni:
Söğüt ağacı, sen de ser gölgeni altıma.

Gece, gül bahçesinde ararken seni,
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni;
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi.

Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi;
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.

Bu uçsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,
Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi;
Biri iyinin kötünün aslını bilir,
Öteki ne dünyayı bilir, ne kendini.

Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok;
Öyle büyük bir inci ki bu büyük sır delen yok;
Herkes aklına eseni söylemiş durmuş,
İşin kaynağına giden yolu bulan yok.

Günün Sözü

İyiliği Başa Kalkan Kimsenin  Kusuru Ödülünden Büyüktür.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here