Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız? Emre’nin odasında, Emre’nin çalışma masasında, Emre’nin koltuğuna oturmuş önümde bilgisayarım yanımda Emre’nin bilgisayarı, günlük gazeteler ve dün geceden beri elimden düşürmediğim “UÇURTMA AVCILARI” adlı Afgan yazar Kheled Hosse’nın kitabı. Ve başım önümde ne yazacağımı düşünüyorum. Berke öğle yemeğine geldi yine pür neşe, milyon öpücük borcundan dört tane ile ikinci ödemesini yaptıktan sonra mutfağa fırladı “ne yemek var” diye sordu aslında kapıdan girer girmez. “ohhh ne güzel kokuyor” diye bağırmıştı.
Bayılıyorum bu çocuğun eve girişine sanki çocuk sevinç topu, birde bir gülüşü var ki dayanılmaz! Evde geçirdiği yarım saat içinde Discovery de fırtına avcılarına baktı, yemeğini yedi sonra öğleden sonraki beden dersi için kıyafetini değiştirdi… Ve beni kıs kıs güldürdü. “Gül şu formaya bakar mısın bunu giyince trafik polisi gibi oluyorum” Sonra “hadi ben gittim” diyerek kapıya yönelirken “ama sen kalkamıyorsun seni bir öpeyim sakın hareket etme” sırtında çantası kapıdan geri dönüp öptü.
“Yerinden kalkamıyorsun!” evet sevgili okuyucularım kristal kemikli yazarınız, en az Berke kadar hareketli olmanın dayanılmaz hafiliğini yaşarken hava değişikliğine yenik düştüğünden şu an hareketleri son derece kısıtlı ve ağrılı bir durumda ne yazacağım diye düşünüyor. Oysa kardeşi ile dünden karar vermişlerdi baş başa kalmışlardı ya bugün sergi gezeceklerdi nerde olursa olsun ve hava koşullarına aldırmayacaklardı? Yazdan kalma son misafirlerini de hava limanına bırakıp eve döndüklerinde bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Ve hava hiçte ne olursa olsun diyebileceğimiz kadar küçümsemeyi kabul edecek kadar alçak gönüllü değildi. Bu yüzden olmalı “siz bana aldırmazsınız değil mi bende sizi bir güzel oturduğunuz yere mıhlayım da görün” diyip beni neşemle birlikte yakaladı ve oturduğum yere zincirledi adeta. En ufak bir hareketle acıyla buruşturuyorum yüzümü ve içim sıkılıyor bu tutsaklıktan. Birde yapmam gerekenleri düşünüce…
Neyse ki kitaplarımız var. Ve kitaplarda içimizi açmaktan uzak nedense… Uçurtma avcıları okuduğum kadarı ile beni çok ama çok etkiledi. Kardeşim azıcık anlatır mısın? deyince anlatmayacağım şeyleri anlatım ancak beni çok etkileyen şeyi aynen romanın kahramanı Emir gibi içime attım ve “anlatmayacağım” dedim “içim çok acıyor anlatamam.” Ve kendime hayret ettim; nasılda acı veren yerleri sımsıkı saklıyorum, anlatırsam kaçıp gidecekmiş gibi? Oysa kaçıp gitsin istediğin bu değil mi? Neden bunca sıkıntı ketumluk? Aslında açıklaması kolay, ancak yinede derin bir psikolojik travma gibi bir şey? Valla bilmiyorum aranızda bu kitabı okumuş ya da filmini izlemiş biri varsa beni anlar zahar?
Kitabı bitirmedim daha zaten, dün başladım, misafirimiz gittikten sonra gece okudum ve okuduğum kadarı beni mutlu ederken geldiğim yerde acayip bir sadmeye uğradım, kendimi Emir’in yerine koyduğum için ve Hasan’ın çektiği acıyı, teslimiyeti ve sevgiyi yine onunla birlikte yaşadığım için!!
Şimdi kitap hakkında daha çok konuşmak istemiyorum eğer okumadıysanız öneriyorum, alın birlikte kritiğini yapalım. Yoksa kitabı bitirmemi ve önemli yerlerini paylaşmamı mı beklersiniz ya da siz bitirdiyseniz benimle paylaşmak ister misiniz? Her iki durumda da bugün kitabı bitirmeyi amaçlıyorum, zaten yatmaktan başka çarem yok, yağmurda yağıyor usul, usul, ıslak toprak kokusuna karışan çamların ezik kokusu da odama doluyor açık pencereden, üzerimde battaniyem, elimde kitabım, belim kırıkmış ya da gezeceğim sergiler varmış ne gam? İki gün sonra iyi olurum o zamanda onların zevkini çıkarırım, şimdi içinde olduğum durumun tadını çıkarayım bari doya, doya.
Şaka bir yana sevgili okuyucularım havalar değişti ve ne yazık ki biz bile, bile bu değişikliği görmezden gelip eski alışkanlıklarımızı sürdürüyoruz ve o ne yapıyor? İlk vuruşta bizi yere seriyor. Yani ben öyle yapıyorum ucuz kahramanlık işte. İki gün sonra ayaktayım diyorum ama şu an tek parmakla yazıyorum ve yerimden kalkabilmek için kesinlikle yardıma ihtiyacım var. Yani öyle iki günlük değil sıkıntım görünen kadarı ile. Aman dikkatli olun sevgili okuyucularım, havaların valla hiçte şakası yok… Ve şimdilik hoşça kalın sağlık ve sevgiyle. Yase
Not: Yazımı yollaması için Berke’nin okuldan gelmesini bekleyeceğim. O 3G’den yollayacakmış havasını seveyim…
& & & & &
Batı Klasiklerinden Aisopos
(sahaflardan aldığım bir massal kitabından)
Maymun İle Balıkçılar
Maymunun biri bir ağaca çıkmış, balıkçıların ne yaptıklarına bakıyormuş. Bakmış ki ağları ırmağa atıyorlar, balıklar kendiliklerinden gelip, gelip ağa tutunuyorlar. İş kolay sanmış. “bende yaparım” demiş. Biraz sonra balıkçılar çökütmelerini orada bırakıp kendileri karınlarını doyurmaya gitmişler. Maymun hemen ağaçtan inmiş balığın nasıl tutulacağını gördü ya; o da hemen balıkçılığa kalkışmış. Öyledir maymun, insandan ne görürse kendide bir yol dener. Ama ağları bir türlü kullanamamış; suya atmak şöyle dursun ağlara kendi takılmış, kurtulayım diye çabaladıkça büsbütün dolanmış, boğulacak gibi olmuş. O zaman içinden “oh olsun bana! demiş, balıkçılığı öğrenmeden ne demeye balık tutmaya kalkarım!”
Günün Şiiri
Ayın Büyüttüğü Oğullar
Bize kanlı bir uykunun, bir kardeşlik sabahı başlatacağı müjdelenmedi.
Cinayetten dönen kardeşiniz, gölgesini gizlediği duvarların ötesini görür.
Ellerini yıkar ve sizi dünyada bir söz olarak bırakır.
Sessiz bir törenle iç geçirme arasında duran yerde gömdüm onları.
Ölü oğullar. Kurban hepsi.
Sanki onlara, kurban oluşlarını hatırlatmak için var yeryüzü.
Yüzleşiyoruz.
Sızlanmaya başlayan bir çırpınmada “yeter” diyorum.
“gidin ve öldürmeyin”
ağzımda kesik bir gülüş. Kâbus olmalı.
Bir cinayetten dönen kardeşim korkutuyor beni.
Kanlar içinde uyanıyorum. Terliyim.
Aç gözlerini. Tırnaklarını acıyan yerlerine bastır.
Biri var mı göğsümü mendiliyle silecek.
Kardeşim bir cinayetten dönüyor. Karanlık dehlizlerden.
Siyah paltosu
Ve gözleriyle.
Ona benzemeyeceğim.
Gece ayaklarımız okşandı ve büyük dağları geçeceğimiz söylendi.
Karlarla bekletilmiş büyük dağları geçtik.
Bahçede ilk gün keskin bir çizgiyle yan yana duran üç yıldızı gördük.
Mutlak. Yol açıcı.
“Bakmak istiyorum ayaklarına” dedi eğilen bir ses.
Onlara, bir daha görüşmeyebiliriz demedim.
Hepimiz biliyorduk.
O dağ oğullarını yedi.
Ve onları bir sese kapattı.
Kolu yok kiminin.
Kimi kör.
Kardeşlik eski bir masalın bilgisinde kaldı.
Kardeşlik acımaydı.
Bejan MATUR
Günün Fıkrası
Adamın biri ölüp cennetin kapısına dayandığında, cennetin baş meleği durdurur onu. “İçeri almadan önce sorularıma cevap vermelisin? Hayatın boyunca tam anlamıyla iyi bir iş yaptın mı, bakalım?” Adamcağız uzun uzun düşünür, hafızasını zorlar, ama ne yazık ki yaptığı iyi bir şeyi hatırlayamaz. Melek tekrar sorar. “-Peki, bari söyle, hiç cesaret gerektiren bir şey yaptın mı, hayatında?” Adam hemen atılır gururla. “-Yaptım, tabii!” “-Anlat bakalım, neymiş bu cesur iş? Adam anlatmaya başlar; “-Ben futbol hakemiydim. Kadıköy’de bir Fenerbahçe-Galatasaray maçını yönetiyordum. Maçın son dakikasında Fenerbahçe aleyhine penaltı çaldım.”“-Vay canına, gerçekten cesurmuşsun sen, hadi geç bakalım! Cennetin kapıları açılır. Bizim hakem tam geçecekken, melek merak eder: “-Ne zaman olmuştu bu maç?” “-Aşağı yukarı üç dakika oluyor biteli”
Günün Sözü
Sahip olmadığı şeylere üzülmeyen, sahip olduklarına sevinen insan, akıllı bir insandır.
Epictetus