Öğretmen arkadaşım Özcan Kara’nın, “Cilavuz Köy Enstitüsü’nden1955 yılında mezun olan ve kırk yıl toplumcu bir aşkla görev yapan” babası Şerafettin Kara’nın şahsında, köy enstitülü öğretmenlerin ‘şiirli hatıralarından’ söz etmek niyetiyle almıştım aslında elime kalemi.. “Nasıl başlamalıyım?” diye düşünürken, okumaya başladı Leman Sam, “Penceremin perdesini, Havalandıran rüzgar, Denizleri köpük köpük, Dalgalandıran rüzgar, Gir içeri usul usul, Beni bu dertten kurtar” dizeleriyle başlayan ‘Rüzgâr’ adlı ezgiyi radyoda.. Hani dinlerken kimi şarkıları, çağrışımlarının maviliğinde yeşerir ya hatıralarımızdaki rengi sararmış kimi fotoğraflar.. Dinlerken, “Bana esmeyi anlat, Esip geçmeyi anlat, Anlat ki çözülsün dilim, Ben rüzgârım demeliyim, Rüzgârlığı anlat bana, Senin gibi esmeliyim” dizelerini, çağrışımların maviliğinde hatırladım , şiirli sohbetlerimizde bana, köy enstitülerindeki eğitimi anlatan rahmetli Salih öğretmenimi..
“Dünyayı anlamak yetmez, sorun onu değiştirmektir” müttefikinde söyleştiğim öğretmen arkadaşlarımdan biriydi Salih Bey.. 2009 yılının 28 Kasım’ında, henüz öğretmenler gününün çiçek kokulu atmosferi içindeyken, çiçekleri solmuş bir ses tonuyla vermişti haberi okul müdürümüz Turgay Çelikezen: “Salih Öğretmeni kaybettik!”
Kayıp, Arapça gayb sözcüğünün dilimizdeki haliydi.. Gayb; gizli olan, göze görünmeyen bir mekan ve zaman tasavvurunu dile getiren bir sözcüktü.. Varlığın yok olması değildi yani.. Yokluğun varlığını düşünebilmek için, varlığın yokluğunu değil, varlığımızın, var oluşumuzun bilincinde olmak gerekirdi kuşkusuz.. Necip Fazıl, varlık yokluk diyalektiğinden hareketle yazdığı bir şiirinde, “Sonum yokluk ise bu varlık niye?” diye soruyordu mesela.. Bu bağlamda mesela; “Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm.. Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm” diyordu “Bulmak” adlı şiirinde Erdem Beyazıt.. “Yaşamın yadsınması, temel olarak yaşamın bizzat içinde vardır” diyordu Engels de, ‘Doğanın Diyalektiği’ adlı kitabında.. Ve devam ediyordu: “Öyle ki yaşam, daima onun zorunlu sonucuyla, yani daima içinde tohum halinde bulunan ölümle bağlantılı düşünülür. Yaşamın diyalektik kavranışı bundan başka bir şey değildir.” Varlığının nedenini bulanların kitabında, yokluğun varlığı söz konusu olamazdı elbette.. Var oluşumuzun nedenini biliyorsak eğer, yaşamın anlamını da bulmuşuz demektir bu bağlamda.. Ki zaten yaşamın anlamını bildiğimiz anda başlamaktaydı anlama yaşam katarak, yaşama katılabilme mücadelemiz de..
Öğretmen Okulu çıkışlı, Köy Enstitüsü nakışlı, uzun yıllar İsviçre’de de görev yapmış, özetle; “Şarka bakan, Garbı bilen” mücadeleci toplumcu hümanist öğretmenlerimizden biriydi Salih Korhan.. Namık Kemal İlköğretim Okulu müdür yardımcısıydı.. Öğretmenlerden velilere herkesin yardımcısıydı aslında.. Ya öğrencilerin? Öğrencilerin penceresiydi.. Hem gerçek, hem mecaz anlamda.. Örneğin, eski binadaki odasının okul bahçesine bakan penceresinin demirleri, kale direği gibiydi teneffüslerde.. Birkaç kez odasındayken tanık olmuştum.. Pencereye isabet eden her şut sonrası gerekli uyarıları yapar ve sonra bize döner; “Sevgilimdir onlar benim.. Penceremin demirlerine gül atarak serenat yapıyorlar” der ve eklerdi: “Penceremizden çocuklar eksik olmasın yeter!”
“Yaş otuz beş yolun yarısı eder” dese de, 46 yaşında hayata veda eden Cahit Sıtkı, “Ne doğan güne hükmüm geçer, Ne halden anlayan bulunur” dizeleriyle başlar “Gün Eksilmesin Penceremden” adlı şiirine.. “Ah, aklımdan ölümüm geçer, Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur” diyerek devam eder.. Şair; “Gönül Tanrısına der ki; Pervam yok verdiğin elemden; Her mihnet kabulüm, yeter ki, Gün eksilmesin penceremden!” dizeleriyle bitirir şiirini.. 54 yaşında kaybettiğimiz Salih Beyin de bir şikayeti yoktu ‘verdiği elemden’ dolayı Gönül Tanrısına.. Bu anlamda mesela, Cemal Süreya’nın; “Ölüyorum tanrım, Bu da oldu işte, Her ölüm erken ölümdür, Biliyorum tanrım, Ama ayrıca aldığım şu hayat, Fena değildi, Üstü kalsın” şiirini yaşarcasına kayıtsız kalmıştı “amansız” hastalığına.. Ve fakat hatıralarda kayıtlı çokça “eleştirel düşüncesi” vardı eğitim üzerine.. Cahit Sıtkı’nın söz konusu şiirine; “Ne sisteme hükmüm geçer, Ne eğitimden anlayan bulunur, Ah, aklımdan emeklilik geçer, Fakat pencerem de çocuklar nasıl bulunur?” şeklinde bir nazire gibiydi eğitimciliği.. Bununla birlikte iyimserdi.. Nazım’ın, “Güzel günler göreceğiz çocuklar, Güneşli günler göreceğiz, Motorları ışıklı maviliklere süreceğiz” dizelerini dilinden düşürmezdi mesela..
Şiirli hatıralar içinde rahmetle anıyorum Salih Korhan’ı.. Onun, “Penceremizden çocuklar eksik olmasın yeter!” dileğiyle selamlıyorum öğretmen arkadaşlarımı.. Ve 14 Şubat “Sevgililer Gününe” atıfla; ekliyorum; “Yüreğinizin pencerelerinde sevgilileriniz eksik olmasın..”
Selam ve saygılar…
Hocam, ben deniz kaya sizi cok ozledikk :)) eski ogrenciniz Arabistan’a gelen