Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Oh nihayet yağmur var. Bu sabah İskenderun’da aptal ıslatan türünden… Kardeşimi otogardan almak için sabah sokağa çıktığımda baya canım sıkıldı. Bizim sokakta kocaman bir kum kamyonu duruyor, işçiler vıcık, vıcık su içinde yağmur altında kum karıştırıyorlar. Bir haftadır kopan kırılan kaldırım taşlarının yerine başkaları döşenecek bu güne sarktı nedense?
Ve yağmur kumu, çimentoyu bir güzel yaydı sokağa yine her yer çamur. Biraz daha yürüdüm. Bu defa kaldırımdan inemiyorum karşıya geçebilmek için, yağmur suları birikmiş kaldırımın kenarına kadar gelmiş. Su gidecek yer bulamıyor. Çünkü su giderleri asfaltın en yüksek tepelerine kondurulmuş su yüksekten kayıp kenarlarda birikiyor. Yani asfalt olmadan önce daha iyiydi valla. Her şeye göğüs gerdik. Sonunda rahat edeceğiz diye ama gördük ki daha çok bekleyeceğiz. Şu an trafik kilitlenmiş korna sesleri çınlatıyor etrafı, okul dağıldı etraf darmadağın… Bir aptal ıslatanla bu hale geldik ya güçlü yağsa yağmur ne olacak halimiz bilmiyorum yani.
& & & & &
Ve bir öykü farklılıklarımızı kazanca ve sevgiye dönüştürmek üzerine…
Sevmek
Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karşısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı. Çocuk bir gün hocasına “hocam ben çok sıkıldım artık başka hareketlere geçsek” dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu.
Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, “hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim”. Hocası ise “sen sadece hareketi yap” cevabını verdi.
Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu. Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu “hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum”. Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, “senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir… Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak”.
Farklılıklarınızı avantaja dönüştürün…
Ve Sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her zaman. Yase
Şubat Güneşi
Başka Boyutta
Zeynep gözünü kapatır kapatmaz başka bir boyuta yuvarlandı sanki. Geniş her tarafı beyaz bir odada arkası kendine dönük beyazlar içinde birisi ile konuşuyordu. Duyduklarından serseme dönmüş ayakta duramıyordu. Tutunacak yer aranıyordu. Ama her taraf boştu. Arkası kendine dönük adam konuşuyordu sürekli. Zeynep kulaklarını elleri ile kapatmış, merdivenlere doğru koşmaya başlamıştı. Duymak istemiyordu hiçbir şey artık. Merdivenden iniyordu koşa, koşa. Önünü göremeden kör gibi ayakları birbirine dolanıyordu onları hissetmiyordu yer altından çekilmiş, havada koşuyor gibi. “Sen güçlü bir kızsın, lütfen sakin ol” demişti. Beyazlı adam. Bu “güçlü” lafından nefret ediyordu. “Kim demiş güçlüyüm diye, güçlü olmak istemiyorum, istemiyorum.” diye avaz, avaz bağırarak iniyordu merdivenlerden. “güçlü değilim, güçlü değilim. Nasıl güçlü olayım ki taşıyamayacağım bir ağırlık bu, nasıl taşırım? Tanrım hayır güçlü değilim diye ağlaya, ağlaya koşuyordu.”
Zeynep uykuya dalarken Ahmet’te bilgisayarını alıp şöminenin karşısındaki diğer koltuğa yerleşmişti. Netten haberleri okumaya dalmıştı ki Zeynep’in huzursuzca kıpırdandığını gördü. Sanki birisi ile kavga eder gibi el kol hareketleri yapıyordu…
Koltuğun kenarına kadar gelmişti. Bir yandan da bağırıyordu “güçlü değilim, güçlü değilim” Ahmet yerinden kalkmadan kızı izliyordu. Kız devinmeye başlamıştı… Battaniyeler üzerinden kaymış kendisi koltuğun ucunda duruyordu. Düştü düşecek.
Tam zamanında yetişip kızı tuttu. Kız gözlerini açıp hayali birine söyler gibi. “güçlü değilim, güçlü değilim çok ağır bir yük bu, taşıyamam, söyle onlara bu yükü taşıyamam” dedi. “tamam, söylerim hadi sen biraz sakinleş” kız kendi kendine konuşarak tekrar kendini yatağa attı.
Ama güçlü olmak zorundaydı. En azından şimdilik hiçbir şey belli etmemeliydi. Doktor ancak 6 ay yaşar demişti. Bu ne şaka mı? Film mi çeviriyoruz, bu yalnız romanlarda, filmlerde olur? “Bir şaka mı yoksa?” demişti doktora. İnsan ayağı azıcık ağrınca hemen ölür mü olur mu bu? Olmaz deyin ne olur ölmez deyin.”
“Keşke diyebilseydim. Bu masum bir ağrı geçecek merak etme diyebilseydim. Fakat ne yazık diyemiyorum çünkü değil.” “Ama azıcık ayak ağrısından insanlar ölmez ki?”
Zeynep yeniden doğrulup oturdu. Hala uykuda, telaşlı, telaşlı konuşuyordu. “Azıcık ayak ağrısından insanlar ölmez ki? Yoksa ölür mü? Olur, mu böyle bir şey? Birisi söylesin “olmaz” desin ne olur söylesin” Ahmet gelip kızın önünde diz çöktü kızı kollarından tutup hafifçe sarstı… “Ölmez inan bana kimse ölmez, ayak ağrısından Zeynep hadi uyan ne olur!”
Zeynep gözleri açık sayıklamaya devam ediyordu. “Bilmiyorsun sen, bilmiyorsun aslında ölürmüş… Öldü… Can, öldü… Hem de ayağı ağrıdı diye öldü… Yalnız ayağı ağrıdı diye. İnanabiliyor musun? Çıldıracağım ya! Ayağa kalkmaya çalışan kızı Ahmet kucaklayıp göğsüne bastırdı. Saçlarını okşayarak sakinleştirmeye çalıştı. Kız “çıldıracağım ya” diyerek çırpınıyordu. “Daha 25 yaşındaydı, ayağı ağrıdı diye öldü, beni bırakıp gitti.” Arkası Yarın
Günün Şiiri
Bir Tanımı Olmalı
bu acının bir tanımı olmalı
bana hiç söylenmemiş sözcükler gerek
gözlerime doluşan bu yağmur kuşlarının
her sevgiye bir tarih düşüren yanlışların
çıkmayan sokaklarda yitirdiğim düşlerin
bu acıyla buluşan bir tanımı olmalı
göğsünü kanırtarak oyan kör bıçak gibi
yaşanacak herşeyi dünde unutmak gibi
ömrünü kayalardan fırlatıp atmak gibi
kendinde kaybolmanın bir tanımı olmalı
toprağı gökyüzüne savuran depremlerden
bütün evleri birden sürükleyen sellerden
geriye bir başına kalan ihtiyar gibi
acıyı solumanın bir tanımı olmalı
güneşin ortasında karanlık olmak gibi
kuruyan bir denizde sessizce yanmak gibi
ıpıssız bir evrende tek canlı kalmak gibi
bu çılgın yalnızlığın bir tanımı olmalı
sevdiğinin yüzüne son kez değercesine
söylenecek hiçbir şey kalmadı dercesine
en uzak tınıları boyayarak sesine
“hoşçakal” demenin de bir tanımı olmalı
ben ne söyleyeceğim şimdi yelkenlerime
bana rüzgâr dilinden sözcüklere gerek
Ayten MUTLU
Gitme
dur
uyanan güz çiçeklerinin
alazlanan taşların
çalınmış yazgıların ve ıslak hüzünlerin
ülkesi olan
yanımda kal
o vahşi güzelliği gitmelerdeki
bugünlük
çöl rügârlarına bağışla ne olur
kalırsan
akşam ve bulut ve gökyüzü ve çimen
ve gözyaşı ve kahkaha ve hüzün
ve yalnızlık
-o gizi ömrümüzün-
bu eski hikâyede ne varsa yaşanmayan
başlayacak birazdan
gitme
Ayten MUTLU
Günün Sözü
Barış, her şeyi hazmeden mutluluktur.
Victor HUGO
Güzel olan sevgili değil, sevgili olan güzeldir.
L. TOLSTOY
Bekleyebilen için her şey iyi sonuç verir.
L. TOLSTOY
Af dileyen, kendi kendini itham eder.
L. TOLSTOY
Konuşmadan önce düşün, hareket etmeden önce ölç.
W. SHAKESPEARE
Geçmiş bir dost için yakınmak yeni dertler edinmektir.
W. SHAKESPEARE