Bir milleti millet yapan unsurlar içinde en önemlisi dildir. Dil vatandan da önemlidir, çünkü vatanı kaybederseniz bir gün tekrar kazanma şansınız vardır. Ama dilinizi kaybederseniz bir daha kazanma şansınız olmaz. Dilini kaybeden insan başka kültürlerin, başka medeniyetlerin insanı olur ve onlara hizmet eder. Türk aydınları bu gerçeği gördükleri için tarihin her döneminde Türkçeye sahip çıkmışlardır.
Kaşgarlı Mahmut daha 1072 yılında yazdığı Divanü Lügati’t- Türk adlı eserinde Türk dilinin Arapça ile başa baş gittiğini, Ali Şir Nevayi’de on beşinci yüzyılda yazdığı Muhakemetü’l Lugateyn adlı eserinde Türkçenin Arapça ve Farsçadan daha zengin bir dil olduğunu söyler.
1277 yılında Karamanoğlu Mehmet Bey meşhur fermanınında der ki; “Bundan böyle, sarayda, divanda ve her yerde Türkçeden başka bir dil konuşulmayacaktır.” Karamanoğlu Mehmet Bey sadece Fars hayranlığı içinde kaybolmuş Selçuklu Sultanlarına değil, günümüzde yabancı dili Türkçeye tercih eden insanlara da büyük bir ders vermiştir.
On altıncı yüzyıldan itibaren Arapça ve Farsçanın ön plana çıktığını, Arapçanın ilim dili, Farsçanın ise edebiyat dili olduğunu görüyoruz. Devletin resmi dili ise üç dilin karışımı ile meydana getirilmiş ve adına Osmanlıca denilen ucube bir dil idi. Halkın ve aydınların konuştuğu dil ise her zaman Türkçe idi.
Tanzimat ve Servet-i Fünunla birlikte Türkçede sadeleşme dönemi başlamış ve Avrupa’dan roman, hikaye, tiyatro gibi sanatların ülkemize gelmesi ile de dilde sadeleşme hız kazanmıştır. Asıl sadeleşme büyük devlet adamı Atatürk zamanında olmuştur. Atatürk’ün dil konusuna çok önem verdiğini, bu konuda kitaplar yazdırdığını, hatta ‘Güneş Dil Teorisini’ ortaya attığını görüyoruz. Atatürk’ün Güneş Dil teorisinden maksadı dilde sadeleşmeyi sağlarken aşırı tasfiyeciliği önlemek ve Türkçeleşmiş kelimeler korumak içindir.
Atatürk Türkçeye o kadar önem vermiştir ki çalışmalarının büyük bölümünü Türkçenin meselelerini çözmeye ayırmıştır. Bunun içinde ‘Türk Dil Kurumunu’ kurmuştur. Fakat Atatürk’ün ölümünden sonra Türk Dil Kurumu Türk dilini koruyup geliştireceği yerde öz Türkçecilik adı altında uydurma bir dil yaratma peşinde koşmuştur. Yakın zamana kadar neredeyse birbirini anlamayan insanlardan oluşan bir halk haline gelmiştik. Hatıra, şart, misal, şeref, millet, miras, misafir gibi yerleşmiş ve artık bizim olmuş kelimeleri atıp yerlerine anı, koşul, örnek, onur, ulus, kalıt, konuk gibi halkın kullanmadığı, aslında bize de ait olmayan uydurma kelimeleri koydular ve dilimizle oynadılar.
Mesela örnek kelimesinin kökeni Ermenice, onur kelimesinin kökeni de Fransızcadır. Misalleri çoğaltabiliriz. Sonuçta Türk Milletini Türkçeden uzaklaştırmaya, dilini fakirleştirmeye çalıştılar. Bunları bilinçli yapan hainlerin yanında gerçekten güzel iş yaptığını zanneden gafil insanlarla bu işi yürüttüler. Oysa akıl için yol birdir derler. Yüz yıllardır kullandığımız kelimelerin bir anda dışlanıp yerine bugüne kadar kullanılmayan kelimeleri koymak mümkün değildir. Ziya Gökalp’in Türkçe ile ilgili şiiri buna en güzel cevap olsa gerektir:
TÜRKÇE
Uydurma söz yapmayız, / Yapma yola sapmayız,
Türkçeleşmiş Türkçedir, / Eski köke tapmayız.
Türklüğün vicdanı bir, / Dini bir, vatanı bir,
Fakat hepsi ayrılır, / Olmazsa lisanı bir.
Türkçe, uydurma dilcilerin tasallutu ile boğuşurken, şimdi de yabancı dillerden gelen kelime istilasına karşı mücadele etmek zorundadır. Ama bu defa ki tehlike daha büyüktür. Çünkü yabancı kelimeler hiçbir engelle karşılaşmadan evlerimize, işyerlerimize, okullarımıza girmekte, Avrupa ve ABD’de ki teknik ve ekonomik gelişmeler sonucu üretilen yeni kavramlar, sözcükler doğrudan dilimize yerleşmektedir. Türk Dil Kurumunun, dilimize geçen bu yabancı kelimelerin Türkçe karşılıklarını hemen bulması ve bu yönde çalışması gerekmektedir. Ama burada asıl görev halkımıza ve onu temsil eden seçilmişlere düşmektedir. TBMM’de hiçbir milletvekilinin bu konuda bir konuşma yaptığını, soru önergesi verdiğini ne yazık ki görmedik. Belediyelerimizin de bu konuda çalışma yapmaları, dilimize sahip çıkmaları gerekir. Yeni işyeri açan esnafa; -“Yabancı isimle işyeri açamazsın, burası Türkiye, burada Türkçe konuşulur, Türkçe yazılır. Aksi halde sana işyeri açma ruhsatı vermem!” diyebilecek Belediye başkanlarını görmek istiyoruz.
Şunu hiçbir zaman unutmayalım ki; “Fabrikalar, barajlar, havaalanları, Köprüler, yollar, üst geçitler, alt geçitler yapabilirsiniz. Bunların hepsi güzel şeyler. Ama milletinizin dilini korumakta gevşek davranırsanız bir zaman sonra sizi anlamayan, tanımayan bir nesille karşılaşırsınız…”