Değerli okurlarım, havalarımızın konumu (nakıs demiyorum) eski haline gelmese bile, yine de önemli ölçüde düzelme var. Zaten bu makalemi okuduğunuzda her taraf süt liman olacak. Yani havamız az da düzelecek pardesü satın almaya hiç gerek kalmayacak. Havalar ısınmaya yüz tutunca beyinlerde de rahatlama oluyor, hiç kimse üşümüyor, üşütmüyor. Bizim de yazma melekemiz arşa yükseliyor. Aynı güzel konularda aklımıza geliyor.
Bu makalemde, sizleri uzun yıllar gerilere götüreceğim. O kadar gerilere götüreceğim ki, bu satırları okuyan siz değerli okurlarım büyük bölümü daha dünyaya gelmemiştiniz. Bakalım sizler dünyaya merhaba demeden, bizler neler yapmışız, günümüzde bile isimleri hatırlanan hangi dostlarla yan yana gelmişiz, onlarla ilişkilerimiz nasıl olmuş falan… Bu yazdıklarımın hepsini havaların düzelmesine borçluyum. Üşüyen insanın beyni de üşüyor olmalı ki, hiçbir şey düşünemiyor.
Efendim, yıl 1947! Gaziantep İstiklal İlkokulu’nda birinci sınıftayım. Okulumuzun ismi belli ama halk arasında yani namı diğer “Tekke” olarak biliniyor. Aslına bakarsanız, tam anlamıyla doğru konmuş bir isim. Caminin büyük bir avlusu var, abdest alınacak yerler, sağ tarafta bir bine ve ayrı bir kapı. İşte o kapıdan içeriye girdiğinizde okula girmiş oluyorsunuz.
Sınıfa bir bakalım. Küçücük bir sınıf olmasına rağmen, tam 54 kişiyiz. Bazılarıyla tanışıyoruz, birçokları bizim mahalleden. Buna rağmen anlaşılmaz bir korku içindeyiz. Zamanla, özellikle dersler başlayınca bu korku azaldı, en aza indi. Tembel olanlarda bu korku devam etti. O zaman cennetten çıkma dayak vardı. Dersini çalışmayanlar cezalandırılırdı.
Öğretmenimizin ismi Nahide Aktan’dı, Şehir merkezine çok yakın olan Arıl Köyündendi ama artık şehirde ikamet ediyordu. Bekârdı ve evlenmeye de niyeti yoktu. Ağır sıklet bir kızdı. Yaşı 34-35 idi. Annemle iyi dost oldular ama fazla sürmedi. Annem kısa süre sonra vefat etti. Nahide Öğretmenim çok üzülmüştü.
Bunları neden yazdığımı merak etmeyin, anlatacağım. O dönemdeki arkadaşlarımızın hiç birini tanıyamazsınız. Fakat üç arkadaşım vardı ki, isimlerinden dolayı tanıyacağınızı umuyorum. Mehmet Kıvrıkoğlu (Eski Genel Kurmay Başkanı), Vehbi Dinçerler (Eski Milli Eğitim Bakanı), Mehmet Sağlam (Eski Milli Eğitim Bakanı). Bunlarla aynı yaştaydık ama beni bir ders yılı önce okula almışlardı. Okula başlamadan önce okumayı yazmayı biliyordum. Mahallemizdeki komşuların askerdeki oğullarına mektupları ben yazıyordum. Sizler cehalet günleri diyebilirsiniz ama ben o günlere çok mutlu günler diyorum. Okula erken başladığım için bana neredeyse ileri zekâlı diyeceklerdi.
Unutmadan söylemek istiyorum. Öğretmenimiz Atatürk hayranıydı. Atatürk’ü hayattayken gören şanslı insanlardan biriydi. Genç yaşta saçlarını ağartmıştı ve erkek gibi tıraş olurdu. Olduğu yerde sorun yaşanmazdı. Kocaman elleri vardı. Tokadı ses getirirdi. Onun dayağını çok yiyen, tokadının şiddetini en iyi bilen, arkadaşımız Vehbi Dinçerler idi. Keşke gazetemizin bu sayısı eline geçse. Mutlu olurdu.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA