Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İnsan haklarının bu kadar çiğnendiği ve insanların gerçekten haklarının ayrımında olmadığı bir zamanda insan haklarından söz etmek garibime gidiyor. 1978’teki büyük Fransız devriminde bile insan hakları yerle bir olmuştu zamanın yazarlarının kitaplarından bunu anlayabiliyoruz. Demek istediğim şu ki bazen insan haklarını korumak için bile diğer insanların haklarını çiğneyebiliyoruz… Bilinçli ya da zorunlu ya da bilinçsiz olarak… Ki insan, temel haklara sahip olarak doğar, insan hakları, kişinin, insanın doğarken birlikte getirdiği temel haklardır.
Bu haklar sözde hiç kimse tarafından kısıtlanamaz, başkasına devredilemez ve engellenemez ancak hep birlikte görüyoruz ve yaşıyoruz ki hepimizin hakları özelikle kadınların ki gasp ediliyor nerdeyse. Ve çoğumuz aslında kendi doğuştan getirdiğimiz hakların farkında bile olmadan bu dünyadan göçüp gidiyoruz. Ancak buna rağmen insanların hakları ve özgürlükleri için yaptıkları mücadeleler yadsınmaz. Geçmiş yüzyıllarda insanlar uluslarına, dillerine, renklerine veya dinlerine göre sınıflara ayrılırlardı. Bazı insanlar köle olarak açlık ve yoksulluk içerisinde yaşarlardı… Kölelerin hiçbir hakları yoktu ve köleler, sahiplerinin istedikleri işleri yapar ve çok zor şartlarda çalışırlardı. Kendi düşünceme göre görünüşte bazı değişimler olduğu halde aslında değişen bir şey hala insanları milliyetleri, etnik kökenlerine göre hatta partilerine göre ayırıyoruz, sizden bizden diyerek.
İnsan haklarının korunması fikri 1789 Fransız İhtilali’nden sonra, 19. yüzyılda özgürlük ve eşitlik dünyada yayılmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra birçok Avrupa ülkesi, insanlar arasında ırk ve din ayrımına son verilmesine ve ülkelerdeki azınlıkların haklarının korunmasına ilişkin çalışmalar başlatarak bazı kararlar aldılar.
Milletler Cemiyetine bu kararları uygulama ve denetleme görevi verdiler. Birçok devlet bu hakları tanıdı ve anayasalarında bu haklara yer verdi. İkinci Dünya Savaşı’nda insanların birbirlerine uyguladıkları vahşet, insan hakları sorununu bir daha gözler önüne serdi. Bunun üzerine devletler, karşılıklı sorunlarını savaşmadan çözebilmek için 1945 yılında Milletler Cemiyeti’nin yerine, Birleşmiş Milletler Örgütünü kurdular. Birleşmiş Milletler Örgütü, insan temel hak ve özgürlüklerine önem vererek örgütün temel hedefini bu amaçların gerçekleştirilmesi olarak saptadı.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 10 Aralık 1948’de yayınladığı insan Hakları Evrensel Bildirgesi ile her insanın doğduğu andan itibaren bazı haklarının olduğunu, bu hakların kullanılmasının engellenemeyeceğini ve bu haklara saygı gösterilmesi gerektiğini dünyaya ilan etti. Sevgili okuyucularım 10 Aralık gününü içine alan hafta yurdumuzda “İnsan Hakları ve Demokrasi Haftası” olarak ilan edilmiştir. Bu haftanın kutlanması hepimizin bir kez olsun haklarımızın ayrımında olmamız için bir fırsat olarak değerlendiriyorum ve bu haftada kadın, çocuk, hayvan, doğa haklarının da gündemde olması gerekiyor. Haklar bir bütün olarak düşünülmeli benim hakkım varsa herkesin hakkı olmalı diye düşünüyorum.
Ve sevgili okuyucularım dilerim insanlar haklarının ayrımında olur bir gün ve kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyleri başkasına da yapmazlar.
Sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman ayrımsız gayrımsız sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
Bin Aynalı Dağ
Uzun yıllar önce, uzaklardaki bir ülkede ‘Bin aynalı dağ’ denilen bir dağ vardı. Bu Dağın zirvesine gerçekten de bin tane irili ufaklı ayna yerleştirilmişti. Herkes zaman-zaman bin aynalı dağa çıkıp, ilginç öykülere şahit olmayı ve daha sonra gördükleri hakkında arkadaşlarıyla konuşmayı isterdi.
Bir gün, bu ülkede yasayan küçük mutlu bir köpek, bu dağı duydu ve oraya gitmeye karar verdi. Dağın eteğine ulaştı ve sora da neşeyle yukarı tırmandı. Yorulmuştu, ama yeni şeyler göreceği için keyiflenmiş ve yorgunluğunu çoktan unutmuştu.
Aynaların bulunduğu zirveye geldiğinde kulaklarını dikmiş, kuyruğunu hızlı-hızlı sallıyordu. Kocaman bir gülümseme gönderdi onlara. Karşılığında bin tane kocaman sıcak ve dostane gülümseme aldı. Mutluluğu kat-kat artmıştı. Oradan bir türlü ayrılmak istemiyordu. Türlü-türlü sevinç ve dostluk hareketleri yapıyor, yaptıklarının bin kat fazlasıyla karşılığını görüyordu.
Nihayet gün karadı ve oradan ayrılması gerektiğini anladı. Dağdan inerken kendi kendisine; “Burası harika bir yer! Buraya sık-sık geleceğim” diye düşünüyordu. Bu arada, aynalı Dağın çıkışındaki anlamlı levhayı da okudu ve mutluluğu bin kat daha arttı…
Aynı ülkede yaşayan başka küçük bir köpek daha vardı. Ama ilki kadar mutlu değildi. Huysuz ve mutsuzdu. O da o dağa gitmeye karar verdi. Dağın eteklerine kadar gelip de yukarıya baktığında, şikayete başlamıştı bile. Sızlana-sızlana dağın tepesine kadar çıktı. Yorgunluk ve kızgınlığa şimdi bir de korku eklenmişti. Doğru ya, bu dağın tepesinde kendisini kim bilir hangi hırsızlar, haydutlar bekliyordu! Aynaların olduğu alana yaklaşırken, her an bir düşmanla karşılaşacakmış gibi başını öne eğmişti.
Kafasını kaldırıp da aynalara baktığında gözlerinde inanamadı. Soğuk soğuk bakan bin tane köpek gözlerini onun üzerine dikmişti. Güya onlardan korkmadığını onlara göstermek için hırlamaya, dişlerini göstermeye başladı. Aynı anda korkunç görünümlü bin köpek kendisine hırlayınca, korkudan ne yapacağını bilemedi ve dağdan kaç inerken kendi kendine; “Burası korkunç bir yer! Buraya bir daha asla gelmeyeceğim.” diyordu.
Huysuz köpek, o hızla ve korkuyla kaçarken, aynalı dağ hakkında bilgi veren levhayı ve üzerindeki yazıları görmemişti bile. Levhada şöyle yazıyordu: “Ey yolcular! Sakın aldanmayın, gördüğünüz görüntüler sadece ve sadece sizin aynadaki yansımanızdır. Aynı şekilde; hayatta başınıza gelen bütün olaylar size tutulmuş aynalardır. Onlarda sadece kendinizi, kendi duygu ve düşüncelerinizi görürsünüz…”
Günün Şiiri
Kımıltılar Düşesi
…onun tozlu alnından, memelerinden doğduk
çatlayan kasıklarından, baldırlarından doğduk.
Kımıltılar düşesi büyük bir dağa benzer
Çelik çomak oynayan ufaklıklara benzer.
Gök gürler: kımıltılar düşesi ıslanır
Yağmur yağar, kımıltılar düşesi ıslanır
Yel eser onun saçlarını savurur
Buz tutar bütün gölleri donar
Kımıltılar düşesi buzun altında yaşar
Yaz gelince balık olur
Kış gelir yorganına sarılır
Yücedir
Görkemlidir
Her sorunun yanıtını bilir
Bir pericik ondan hesap sorar
Onu bacadan uçurur
Yağan kurum kımıltılar düşesini boyar
Yaşlılar onu arar
Gençler onun peşindedir
Şu bitirim onu kovalar
Bacaklarını ürperten kımıltılar düşesidir
Kasıklara sıcak bir yel üfürür
Sertleşen organlar onun buyruğundadır
Seyiren gözleri o anmıştır
Tavşan deliğinde gizler bulur
Bıyıklarını oynatır
Tren kazalarından sorumludur
Petrol şirketlerini millîleştirir
Tramvayda kız sıkıştırır
Kusurludur
Zayıf yanları vardır
Çay ister
Aç kalmaya gelemez
Çabuk susar
Çöllerden nefret eder
Devecibaşıdır
Üşür
Düzensiz bir cinsel yaşamı vardır
Motosikletin ön demirine oturur
İster ki sırtında çelik kaslar olsun
Sıcacık et ister
Kükürt kokusuna dayanamaz
Bir genç kız köyünden kaçar
Gece bir ağıla sığınır
Kımıltılar düşesi saldırır ona
Pantolonunu yarım sıyırır
Yaralanan kızın gözlerinde dolaşır
Saçlarını dudaklarına sokar
Gidip bir yalıya yerleşir
Acı çekmeyi özlemiştir.
Savaşlar çıkartır
Ölenlere ağlar
Kilisede tanrıya yakarır
Kımıltılar düşesi tanrıya inanmaz
Dikkafalıdır
Et çisini derken yüzü kızarır
Gülerken dişlerini gösterir
Adama terini koklatır
Koltuk altında günler kısalır.
Kımıltılar düşesini her yerde görüyorum
Hizmetçinin yüzünde görüyorum
“Budala”da kımıltılar düşesi var
Nâzım Hikmet kımıltılar düşesine tutkundur
Emile ona benzer
Saçları sarıdır
Bıçak gibidir
Bir damarı vardır
Su yolları, kadınları, körükleri vardır
Ona dayanamıyorum.
Kımıltılar düşesi seni seviyorum
Kımıltılar düşesi beni kaçır
Kımıltılar düşesi küçük bir kız değilim artık
Kımıltılar düşesi her şeyim sana armağan
Bu şiir sana armağan…
Barış PİRHASAN
Günün Sözü
Biz güzeliz sende güzelleş, bizim huyumuzla huylan, başkalarının huyunu bırak. Cevher madeni olmak istiyorsan, gönlünü aç, göğsünü deniz haline getir.
Mevlana
Sevip de kaybetmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir.
Senec
Denizin dibinde incilerle taşlar karışık bulunurlar. Övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunur.
Mevlana
Yaşayan hiçbir şey kendi başına sadece kendisi için yaşamaz
William Blake