Güzel Şeyler…

0
7

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bülbülün çektiği dilinden, bizim çektiğimiz ise havadan bu günlerde. Boşa dememiş şair “beni bu havalar mahvetti” diye. Hoş herhalde bu havalardan şikayet etmeyen yok gibi. Mevsimsel değişken havalar, değişken ruhumuza yaramıyor nedense. Kendimizi bir koyuversek başlayacağız hapşı tıkşılara, kırın mırınlara. Ama bizde nerede o uysallık. İlla direneceğiz kaldırım karoları arasında doğup büyümeden milyon kez üzerine basılarak ezilen ama yinede dimdik minnacık başını her ezilmeden sonra doğrultan otlar gibi, günde milyon hatta bazen her adım da ezilen o yeşil minik şeyler, hayata sımsıkı tutunurlar, bazen onlar kadar güçlü olmadığımdan yakınırım. Ancak anlıyorum ki bu günlerde onlar kadar hatta daha çoğu kadar güçlüymüşüm.

Kollarımı iki yana açıp pazılarımı şişirerek “güç bende” diye bağırasım var valla. Neden acaba? Başım zonkluyor ve burnum kulaklarım dolu, sesim göçmüş, elimde mendil merdivenleri ikişer, ikişer sabahtan beri on kez tırmandığım için mi acaba güçlüyüm? Yoksa seni öldürmeyen şey seni güçlü yaptığı için mi?

Evet tamda bu! Havanın değişkenliği, ruhumuzun iniş çıkışları, yüreğimizin medceziri derken biz yinede ayaktayız ve gülümsüyoruz hayata umutla. Ve bu umudun nedeni minnacık, ufacık şeyler… Bir limon ağacı örneğin… Ve ona geçenlerde getirdiğim iki arkadaş, portakal ve nar ağacı… Allah’ım ya rabbim bu nasıl bir güzellik. Sanki doğayı yeniden keşfediyorum. Sanki dünyada portakal limon ve Nar ağaçları görmemişim! Bu nasıl bir şey ya? Valla şaşkınım kendimden ve hissettiklerimden.

İşte size kocaman gözünü açtığı anda görmeye başlamış bir görmemiş şaka bir yana sevgili okuyucularım. Ruh sağlığı dedik geçenlerde öyle ruh sağlığı konuşulup bitecek konulardan değildir. Ve ne yazık ki ruh sağlığı aslında pamuk ipliği kadar kırılgandır. O ipliği sürekli korumak ve beslemek zorundayız. Yoksa o bir koptu mu artık elden bir şey gelmez. Koptuğu yerde kalır.

Ve bu günlerde hepimizin kendine göre sorunları var. Ve bu sorunlara dikkat edelim ki ruhumuzun pamuk ipliğine dokunmasın. Bu yüzden sevdiğimiz şeyleri arayıp bulmak zorundayız, karamsarlıktan kurtulmak ve ruhumuzu doyurmak zorundayız. Güzellikle ve sevgiyle… Mutluluğu aramayalım mutluluk her yerde yalnız bakmayı bilelim ve hepimizin yapmak istediği en azından bir şey var bu hayatta. Yapabileceğimizi yapalım yapmaya çalışalım. Ve biz ayağa kalkınca, yer kalkıyor yardıma, gök, iniyor yardıma unutmayalım. Ne yalan söyleyeyim çok seviyordum ağaçlarım olsun çiçeklerim, böceklerim falan fakat o kadar kendimden geçmiştim ki, hiç aklıma bile gelmiyordu bir ağaç almak ya da başka bir şey. Allah’tan abim inat etti hatta kavga ettik onunla, olmaz istemiyorum falan diye.

Ama o çok kararlıydı ve ben onu kırmak adına çıktığım yolda aslında kendimi buldum. Ve bir silkelendim. Silkelememle birlikte doğada silkelendi ve yardıma hazır vaziyete geldi. Ben kalkıp gidip bir ağaç alacağım hiç bilmediğim bir yerden! Uff ya duyda inanma ama inanmadığın şey başına geliyor. Ve bir ağaç değil şimdi üç ağacım var. Ve yakında kim bilir ne kadar olacak. O ağaçlar geldiğinden beri değiştim sabah uyanmak için nedenim var artık. Bu ne kadar önemli bir şey biliyor musunuz? Hapşı tıkşılara, yenilmiyor merdivenleri günde on kez tırmanabiliyorsunuz o sevinçle.

Sevgili okuyucularım kendinize rağmen kendinize bir iyilik yapın ve hayatınıza neşe katacak bir şeyler bulun inanın çok sevineceksiniz. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Mitolojide Aşk…

İlk olarak, platonik aşk… Bu terim, Platon’dan gelmektedir. (Bu kısım mitoloji değil gerçektir) Kendisi okulunda bir öğrencisine aşık olmuştur ve o zamanlar kızlarla erkekler ayrı ayrı eğitim görmektedirler. Buradan anlıyoruz ki Platon bir erkek öğrencisine aşık olmuştur ve karşılık alamamıştır, bu tür aşka da adını vermiştir (ama platonik aşkın homoseksüellikle bir alakası yoktur). Karşılıksız aşkın yansıması olarak Echo’nun hikâyesi bir örnektir… Echo’nun da kitaptan kitaba değişen hikâyeleri bulunmaktadır.

Pan, mitolojide çoban ve sürülerin yarı insan-yarı keçi tanrısıdır; flüt çalmaktadır ve yaptığı müzik, “panik” kelimesinin de kökenidir ve hareketli, neşeli, hatta gürültücüdür. Pan, bir gün küçük bir vadiden geçerken bir nenfin (nymph) şarkı söylediğini işitir. Bu bir orman perisi olan Echo’dur. Yalnızlığı seven, Zeus’un perileri olan “muse”lerden flüt çalmayı ve şarkı söylemeyi öğrenen bu genç kız Echo, insan topluluğundan ve tanrılardan kaçar, evlenmek istemezdi. Onun ahenkli ve berrak sesini duyan Pan, ona karşı vahşi bir sevgi duydu. Onun yeteneğini kıskanan ve onun güzelliğinden istifade edemeyen bu keçisakallı mabut, etraftaki bütün çobanların yollarını şaşırttı. Bu şaşkınlıkla bir gün nenfe hücum ettiler, onu öldürdüler ve vücudunun parçalarını dağıttılar. O günden beri, her tarafa dağılmış olan Echo’nun kendine özel bir yeri yoktur. Gürültüyü duyduğu her yerdedir. Ölümden sonra da müzik hafızasını kaybetmemiştir. Kulağına çarpan sesleri tekrarlar.

Diğer bir masala göre de Echo’nun felaketine sebep olan Pan değil, baş tanrı Zeus’tur. Bir gün Çapkın Zeus arza inerek bazı güzel nenfleri ziyaret etmişti. Evlilik tanrıçası olan kıskanç karısı Hera onu yakalamak istediği zaman Echo onun dikkatini başka tarafa çekti ve uzun tutarak nenflerin saklanmaları için vakit kazandırdı; fakat Hera bu hileyi anlamıştı. Sözleriyle kendisini aldatmış olduğundan, ona ceza olarak söz söylemesini kısıtlayacağını bildirdi. Hera’nın emri yerine geldi. O zamandan beri Echo, hiçbir zaman ilk defa söze başlayamaz ve ona söz söylendiği zaman susamaz. Ancak durmadan işittiği seslerin son kısmını tekrar eder.

Başka bir masala göre de (ki bu bence en güzelidir), Echo, geyikleri kovalayan bir avcı gördü. Adı Narcisse olan bu genç avcıdan daha yakışıklı bir delikanlı az bulunurdu. Onu görür görmez Echo şiddetli bir aşka tutuldu. Gizlice onu takip ediyor, günden güne aşkı alevleniyordu. Derdini açığa vuramıyordu. Delikanlı da izlendiğini hissediyor ve rahatsız olup ormanlara kaçarak gizleniyordu. Ümitsizliğe kapılan Echo başarısızlığını saklamak için derin bir mağaraya kapandı. Artık dağlarda görünmez olmuştu. Beslediği aşk onu günden güne eritti. Bütün vücudu tükendi, kanı çekildi. Ondan geriye yalnız kemikleriyle sesi kaldı. Kemikleri kaya şeklini aldılar, sesi de her tarafta dolaşarak seslenenlere cevap verir oldu.

Diğer taraftan Narcisse’in “narsist kişilik bozukluğu”na da isim veren yersiz gururu tanrıları kızdırmıştı. Onun bu anlamsız gururunu ve katı kalbini cezalandırmak için, ona garip bir heves verdiler. Bir gün av ve yaz sıcağının yorgunluğu ile sakin ve şeffaf bir pınarın başına geldi. Su ayna gibi parlaktı. Narcisse su içmek için eğildi ve berrak suya yansıyan yüzünü gördü. Suda aksini görüp büyülenen Narcisse hareketsiz kalmıştı. Adeta aşkla aksine bakıyordu, hiçbir kuvvet onu oradan ayıramıyordu. Yavaş yavaş, güneşin altındaki buz gibi, renginin solduğunu ve eridiğini gördü. Güneş onu yakarak bitirdiği zaman kız kardeşleri onun için ağladılar ve mezarının üstüne koymak için saçlarını kestiler. Cesedi götürmek için hazırlandıkları vakit, onun yerinde sarı ve beyaz bir çiçek buldular ki bu çiçek onun adını taşıyan nergistir…

Günün Şiiri

Genç Ölmek

Ay mıdır kar mıdır pencerede

Boğulmuş çocukları martılara taşıyan

Kara köpek karşı kıyıda uluyor

Bence o çocuk öyle gülmemeli

Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına

Nisan toprağı kalbimde ağarıyor

Bence o çocuk öyle gülmemeli

Şimdi bir kadın çay demlese

Bahçemdeki korkuluk nar ağacıdır

Erken ölmüş, iyi giydirilmiş

Sular soğuyor ovada duran ince gölgesinde

Büyük ateşler, kuytu köyler gibi

Alınlarına vişne çiçekleri yağan

O kızlar, delikanlılar ve lohusalar

Oyulmuş bir bebektirler ıhlamurdan

Kestane mangalları, masallar, talikalar

Ölüm alışsın artık bize

Bir dans gibi bahçemize gelsin

Gelsin otursun ılık minderimize

Ben o çocuk öyle gülmemeli

Ay kar gibidir pencerede

Ergin GÜNÇE

Mandolin

Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan

Kır kahvesinde çocuklara çalardı

Temmuz örerken evini sarmaşıkla

Çan çiçekleri göğsünde kuru kalbi

Serilince bahçeye rakı sofrası

Kucağında mandolin, mandolin ve parmakları

Ne yalnızlık kalır ne aşk

Ne gizlice bildiği av şarkıları

Ay dudağında kuruduğu zaman

Ve ne zaman görse çocukları

Serin yaz geceleri penceresinden

Balkona akınca gölgesi

Saçlarında deniz ve uçuşan şapkası

Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan

Şimdi kış ve uykusuz çocuklar

Uzak bir mandolin kulaklarında kalan

Ergin GÜNÇE

Koşmak… Koşmak

toz toprak içinde
çığlık atıyor dünya
hiddetli bakışlar
sönmeyen yangınlar
görüyorum
kırlara
dağlara
bulanık sulara
çamurlara düşüp çıkıyorum
yıkılmış ben olmak istemiyorum
içimde derin arayışlar
gerçeğin başında
hayallerime doğru
bir hakikat peşinde
koşmak istiyorum…

Mustafa Kaya

Günün Fıkrası

Temel ve Nakliyat

Temel bir gün bir nakliyat şirketi kurmuş ve mükemmel bir kamyon almış. Kamyon İstanbul’dan Trabzon’a yola Temel’in şoförlüğünde yola çıkmış, Temel 8 saat sonra aramış Trabzon’dayım demiş. Herkes bu hıza çok şaşırmış. Temel ertesi gün aramış ben dönüyorum demiş. Adamlar beklemeye başlamış. 8 saat olmuş, Temel yok, 10 saat olmuş, 24 saat olmuş, 1 hafta olmuş, 3 hafta olmuş Temel yok. 4 hafta sonra Temel gelmiş. Adamlar hemen sormuş nerde kaldın diye Temel cevap vermiş “hıyarlar ileriyi 5 vites geriyi 1 vites yapmışlar.”

Günün Sözü

Bir yapıt oluştururken en son bulduğumuz şey, en başa neyin konulması gerektiğidir.
Blaise PASCAL

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here