Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Hava kapalı, yağmur yağıyor, evde taze kahve kokusu dolaşıyor. “Mutluğun kokusu bu” diye düşünürüm. Her sabah sıcak taze kahve kokusu mutluluğa giden yola atılan ilk adım gibi gelir ben denize. Özellikle bu kapalı havalarda birde yağmur yağıyorsa… Mutluluğun kokusu çizilebilir mi? Belki çizerdim, kardeşimde yanımda olsaydı. O zaman yalnızlığımızı unutur, çocukluğumuza döner, özgür ve kaygısız günlerimizi anımsardık. Belki o zaman mutluluğun kokusunu çizebilirdim…
Her sabah mutluluğun kokusunu yudumlarken, düşlere dalarım, geçmişe giderim, mabet gibi kutsal saydığım yeşil panjurlu ama panjurları her zaman kapalı olan kitap odamıza. Orada kahve içmek kutsal bir merasimde sonsuzluğun iksirini yudumlamak gibi bir şey olurdu her zaman. Acı kahve kokusu kitap kokusuna karışır ve halıların yün kokusu ile harmanlanır. O nasıl bir şeydir bilir misiniz? Yaşamayan o kokuyu tanımayan bilemez tabi. Kutsal mekanın, kahve kokulu sessizliğinde kahve içmek. Abidin Dino’nun “Mutluluğun resmini yapabilir misin?” diye soran Nazım’a verdiği yanıt gibi gelir bendenize. Bir zamanlar “Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” demiş Nazım. Abidin Dino da cevaben:
“…..Gidebilseydik meserret kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık O günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi, Ne geceler…
Dinerdi tüm acılar
seninle bir düş olurdu ayrılığımız,
Anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye’yi Bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.
İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tuval yeterdi; Ne boya…”
Şiirini yazmış; sanıldığının aksine, resim yerine. Artık ne halı kokusu ile harmanlanmış kitap kokulu acı kahve merasimleri var. Ne de geçmişten gelecek. Ama şu “an” var elimizde. Ve anılarımız diğer elde. O halde “anın” mutluluğunu geçmişin gölgesinde bırakmayalım. Sıyrılsın bulutlardan şu “an” aynen şimdi açan güneş gibi. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım. Yase
Ve sevgili okuyucularım. Sayfa konuğum Bedri Rahmi Eyüboğlu bu sabah.
Gitti Gider
Gönül, kararın bulurum
Ten yıpranır, elden gider.
Üstüne kilit vururum,
Kul, köle, kurban olurum
Can çekişir, elden gider.
İki gözüm iki çeşme,
Düşerim canın peşine
Yar tükenir, elden gider
Bedri Rahmi EYÜBOĞLU
Sarhoşum
Sarhoşum çok şükür dilediğim gibi
Bir ben yok artık benden içeri
Onunla göz göze, diz dizeyiz
Sarhoşum, sarhoşum, sarhoş
Çok şükür biz bizeyiz
Sarhoşum
Caddenin göbeğine oturmuşum
Aklıma eserse sırt üstü yatabilirim
Nara atabilirim
Kem gözler umurumda değil
Ben kendi gözlerimden kurtulmuşum
Sarhoşum, sarhoşum sarhoş
Doğrudur
Bırakın bağırayım avazım çıktığı kadar
Görüp göreceğim rahmet budur
Bedri Rahmi EYÜBOĞLU
Sitem
Önde zeytin ağaçları arkasında yar
Sene bin dokuz yüz kırk altı
Mevsim, Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim.
Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim.
Yar yar…
Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hisim
Gel gör beni darmadağın
Tel tel çözülüp kalmışım.
Yar yar
Canimin çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var
Bedri Rahmi EYÜBOĞLU
Kara Sevda
ve nihayet gelip çattı
Bir dilimi zehir zıkkım
Bir dilimi candan tatlı.
Masallarla indi yere
Sebil oldu cümle hikayelere
kara kara kazanlarda kaynadı
Diyar diyar al kanlara boyandı
Türkülerde ateş alev yandı tutuştu
Gördes kiliminde nakış
Minyatür bahçelerinde suret kesildi.
Ve nihayet gelip çattı
Elveda belirsiz bedava sevince
Uçan kuşa eşe dosta elveda
Bütün haşmetiyle gelip çattı
Bir dilimi zehir zıkkım
Bir dilimi candan tatlı.
Bedri Rahmi EYÜBOĞLU
Şubat Güneşi
Ölüme Yakın Bir Yerde…
Zeynep bütün günü, orayı burayı karıştırarak geçirmiş, akşam erkenden yine ilk geldiği gün uyuduğu koltukta yine karın üstü uzanarak derin bir uykuya dalmıştı. Yolculuklar her zaman onu yorardı,”bazı insanlar uçakla yolculuk yapınca jetlaks olur, ben otobüsle yolculuk yapınca jetlaks oluyorum” diye kendi, kendi ile dalga geçerdi. Ve en az iki gün uyumadan kendine gelemezdi.
Zeynep’in uyuma şekli de psikolojisine göre değişirdi. Nasıl ki, uyuduğu odalar, koltuklar yataklar değişiyorsa psikolojisine göre uyuma şeklide öyle değişiyordu. Unutmak istediği, ya da üstesinden gelmediği olaylar karşısın da, sığındığı tek liman karın üstü uyumak, çocukluğundan kalan bir huydu bu. Sanki bütün sıkıntılarını, üzerine yatarak geçirecekmiş gibi abanırdı karnının üzerine…
Korktuğunda yada çok üzdüğünde ise yan yatar, tostoparlak olana kadar dizlerini karnına doğru çeker kollarını bitiştirir yumrukları sımsıkı uyur. En sorunsuz zamanlarında ancak sırt üstü uzanır sere serpe uyurdu. Ki buda çok az uyuduğu bir şekildi.
Geldiğinden beri aynı koltukta karın üstü uyumasının nedeni beli ki hala üstesinden gelemediği olayların varlıklarını sürdürüyor olması! Kendisi ayrımında değilse de bu böyleydi.
Gecenin bir yarısı uykusunda konuşması, bazen gülmesi bazen ağlamasından da anlaşılıyordu zaten, üstünü örtmek anımsamak istemediği bir şeylerin olduğu. Ama yakında bütün örtmek istediği şeylerle hiç aklına gelmeyecek bir şekilde yüzleşecekti ölüme yakın bir yerde…
Arkası Yarın
Günün Şiiri
Ave Meria
Rüzgar tersine esiyor… Niçin?
Eski günler geri mi gelecek?
Kımıldıyor kozasında böcek
Bildiği hayata doğmak için.
Neden içimize doldu vehim?
Ah ümit, ümit yollar boyunca
Düşünmez miydi akşam olunca
Hacer’in kollarında İbrahim
Ve gemisinde Kleopatra?
Neden yine kaynaştı havalar?
Saadet mi getiriyor rüzgar
Dolarak erguvan atlaslara?
Elimize değen kimin eli?
Kimdir bu muammalarla gelen?
O mu helezonlara yükselen,
Saba ellerinin en güzeli?
Sesler mi çözülüyor derinde,
Nedir durup dinlediklerimiz,
Şarkı mı söylüyor semiramis
Babil’in asma bahçelerinde?
Omzundan örtüler kaydı yere.
Kim bu, kim? alnımızdaki yazı:
Gözlerinde günahının hazzı
Gülüyor saz benizli bakire.
Orhan Veli KANIK
Günün Fıkrası
Birinci sınıf öğrencisi okuldan dönünce annesine; “Bu gün öğretmen bize atlardan söz etti. Ama ben atın hala ne olduğunu anlayamadım” dedi.
“Neden?” diye sordu annesi.
“Öğretmen, atın yavrusuna tay, dişisine kısrak, erkeğine de aygır derler” dedi.
“Bunda anlaşılmayacak ne var çocuğum.”
“Peki, anneciğim ne zaman ata at diyorlar?”
Günün Sözü
İyimser, yaranın üstünde artık kabuk, kötümser ise kabuğun altında yine yara görür.
Herkese kulağını, ama çok azına sesini ver.
SHAKESPEARE