Neden Huzur Bulamıyoruz?

0
32

Günaydın sevgili okuyucularım nasılısınız bu sabah? Önümde uzayıp giden muhteşem manzaraya bakıp düşünüyorum. Dinler yaratılmasaydı insanlar yinede kavga edecek bir şeyler bulur kardeşkanı akıtıp dünyayı  bu kadar kirletirler miydi  acaba?

Oysa dinler aslında sevgiyi, aslında saygıyı, aslında eşitliği, aslında kul hakkı yenmemesini, yardımlaşmayı ve barışı öğütler. Hiçbir din, kardeşkanı akıtılmasını hoş görmediği gibi bunu önermez, dünyada bozgunculuk çıkarmayı da…

Yine düşünüyorum “her insanın dini algılaması, yorumlaması kendine göre değişiyor.” Ve  herkesin tanrısı ayrı, ayrı bu durumda… Adı Allah ama kendisi herkesin algıladığı addadır! Örneğin benim tanrımın adı da  Allah’tır ama yarattığı ne varsa  hepsi ile onu anarım. Önceliği güzelliktir, sevgidir, rahmettir, eşitliktir, yüce gönüllülüktür. Rahim ve rahmandır. Başkasının dini inancı  beni hiç ilgilendirmez. Ve kimsenin de benim inancımla ilgilenmesini istemem kardeşimin bile.

Ve yine düşünüyorum. Demokrasi bir garip oldu şimdi bir var bir yok. Mısır’da bir seçim yapılmıştı yıllar önce, demokrasi gereği ve halkoyları ile Mursi’yi seçmişti. Mursi başkanlıktan el çektirdi. Bu  demokrasiye ters bir şey… Taraftarları meydanlara döküldü. Bu demokratik bir hareket… Tepki göstermek en doğal  demokratik bir hak ama silah  kullanmak hele, hele kendi vatandaşına? Bunun adı yok herhalde?

Silahlar konuşmuş, insanlar ölmüştü. Yüzlerce yaralı vardı. Ülke kan gölüne dönmüştü. Nasıl bir şey bu? Burada demokrasinin “D”si anılabilir mi? Göstericilere karşı silah kullanmak, öldürmek, kabul edilir şey değildir. Bunu kim yaparsa yapsın. Tüylerimiz diken, diken olmuştu. İnsanoğlunun vahşette sınır tanımadığı bir kez daha kanıtlanmıştı ve insan olmaktan nefret etmiştim…

& & & & &

Önümde uzayıp giden deniz ve üzerinden kayarak geçen kuğuları andıran teknelerin büyüleyici görüntüsü sık, sık televizyonlarda izlediğimiz, cinayet, vahşet görüntüleri ile yer değiştiriyor. Ve içim kabarıyor. Lanet etmekten ve nefret etmekten kendimi alamıyorum…

Ve ömrümde korkmadığım kadar korkuyorum. Ve düşünüyorum bu kadar güzel bir dünya da neden huzur bulamıyor insan? Bulamayız tabi. Hepimiz kişisel hırslarımızın esiriyiz çünkü.

Duamız her zaman kişisel hırslarımızdan kurtulmak için olmalı, diye düşünüyorum ve öyle yapmaya çalışıyorum. Ve özgürlük için. ‘Vicdanı  özgür  kendisi   özgür’ olmak için çalışıyorum.

Ve düşünüyorum elektrik yok iki gündür bizim burada. Bilgisayarın pili bitti cep telefonlarında hayat sanki durdu… Ne bir su motoru çalışıyor ne çim biçme makinesi. Etrafta yoğun bir sessizlik… Ve düşünüyorum bir elektrik kesintisi ile hayat durma noktasına geliyor. Hatta insanın canı elektriğe bağlı gibi, bir anda düğmeye bas elektik kesilsin hayat bitti. İşte bu kadar basit…

Yine düşünüyorum, anlaşabilmek için yalnızca konuşmak yeter artar bile. Biz çok konuşuyoruz ama  birbirimizle değil. Ve sessizlik sürüyor, önümdeki muhteşem manzara her an şekil değiştiriyor. Ve kan revan giriyor arada bir araya, ama hemen onu kovmaya  çalışıyorum… Soğuk tatlı bir rüzgar esiyor gözlerim karşı koyamıyor, kapanıyor izin veriyorum uyumak zamanı gibi bu zaman. Bütün sıkıntılardan, düşüncelerden ve dünyanın kirinden uzaklaşmanın en güzel yolu… Uyumak…

Ve sevgili okuyucularım, şimdi sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalmak dileği ile hoşça kalalım diyorum. Yase

& & & & &

Bir Zamanlar

Bir zamanlar  zengin  bir emir varmış. Şehrin en  işlek yerinde bir  aş evi kurmuş.  O aş evinde  her gün onlarca yemek pişermiş gelen geçen herkes orda karnını doyururmuş. Hiçbir ücret ödemeden… Allah’a şükür edip gidermiş yollarına. Bir gün bir ateist  gelir aş evine. Üstü başı dökülerek sofraya oturur. Yemeğini yer suyunu içer sonrada  çantasını sırtlayıp kalkar giderken emir bu  selamsız şükürsüz adama çıkışır, ateist olduğunu öğrenince yemek verdiği için pişman olur. Ve adamı kovar. Tam o esnada bir ses duyar. “Sen ne hakla benim yaratığım kuluma hakaret edersin” der ses. “Benim rahmetim bütün yarattıklarımı kapsar senin ve herkesin rızkını veren benim. Ben kızmıyorum yüzüne çarpmıyorum da sen neden kızıyorsun?” der ses. Emirin başı yere düşer ve yaptığından pişman olur…

& & & & &

Büyük İskender’in Vasiyeti

Büyük İskender bir gün vezirlerini toplamış ve onlara: “-Ben öldüğüm de cenaze merasimimi söylediğim gibi yapın” demiş!

“-Ülkemin dört bir yanından tebaamdan olan insanları çağırın! Cenazemin önünden askerlerim yürüsünler silahlarıyla, Cenazemin sağından alimler yürüsünler kitaplarıyla, Cenazemin solundan zenginler yürüsünler mallarıyla, Cenazemin arkasından ise fakirler ve garipler yürüsünler gözyaşı ve dualarıyla!.. Sağ elime bir Altın küre verin, sol elimi ise boş bırakın taa ki Mezara dek, demiş!”

Vezirler Büyük İskender’in bu söyledikleri karsısında şaşırmışlar ve “Bunu bilse bilse Büyük İskender’in hocası Diyogen bilebilir” demişler ve Diyogen’e sormaya karar vermişler!..

Vezirleri dinleyen Diyogen demiş, “İskender’in Ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anladım” demiş ve ilave etmiş: “İskender sunu anlatmak istemiş: Cenazenin önünden yürüyen askerler ölümüne silahlarıyla dahi engel olamadılar, Cenazenin sağıdan yürüyen alimler ölümüne kitaplarıyla dahi engel olamadılar, Cenazenin solundan yürüyen zenginler ölümüne mallarıyla dahi engel olamadılar ve Cenazenin arkasından yürüyen fakirler ve garipler ölümüne gözyaşı ve dualarıyla dahi engel olamadılar!.. Sağ elindeki altın küre ise bu dünyada sahip olabileceği her şeye sahip olduğunu, Sol elinin boş olması ise bu dünyadan ELİ BOŞ geldim ELİ BOŞ gidiyorum!… dediğini gösteriyor…”

& & & & &

Sabrın Zirvesi

Allah Dostlarından Hazreti Rabia Hayatını ibadete adayan bu yolda evlenmeyi dahi düşünmeyen yüce kametin hayatında orucun yeri bambaşkaydı. Sık sık nafile oruç tutardı bir defasında yiyecek bir şey bulamadı sekiz gün böyle geçmişti ve yiyecek bir iftarlık kuru bir ekmeği bile yoktu. Açlık iyice şiddetlenmiş ve kendi kendine acaba nefsime zulüm mü ediyorum diye düşünürken derken kapı çalınır. Komşusu bir tabak yemek getirmiştir. Ortalık karanlıktır. Onu alıp yere koyar. Işık aramaya gider. Işığı yakınca kedinin yemeği döktüğünü görür. Ne yapayım bari iftarı su ile açayım diye düşünür. Bu sırada ışık söner ve bardağı alıp su içecekken bardak düşüp kırılır. Elini açar: “-Ya Rabbi! Bu zavallı kulunu deniyorsun, fakat acizliğimden sabredemiyorum” diyerek bir ah çeker. Bu sırada gaybden şöyle bir ses duyulur: “-Ey Rabia! İstersen dünya nimetlerini üstüne saçayım. İstersen üzerindeki dertleri kaldırayım. Fakat bu dertler ile nimetler bir arada bulunmaz.” Bu sözü işitince Hazreti Rabia: “-Ya Rabbi beni kendin ile meşgul eyle ve senden alıkoyacak işlere bulaştırma” diye dua eder.

Kaynak: Orucu Yaşayanlar, Salih Büte,
Kayıhan Yayınları, 2007

& & & & &

Gıybet Dinledim Orucum Bozuldu

Allah dostlarının orucu akşama kadar sadece aç kalmak değildir. Onlar orucu kendini değil haram ve mekruhlara onlar kendini şüpheli olan şeylere karşı bile kendini kapatmaktır. Onların derdi sadece akşama kadar aç kalmak değil, tuttukları oruçla Rıza-i ilahiye kavuşmaktır. Onlar için yılın her ayı ramazan ayı gibi yaşıyorlardı. Sürekli oruç tutardı. Bir gün oruçlu iken yanında Hindistan sultanı çekiştirilip, gıybeti yapılınca; Dıhlevi hazretleri; “Eyvah orucum bozuldu” dedi. Yanındakiler; “Ama efendim gıybet yapan siz değildiniz” deyince; “Gıybeti yapan da dinleyende ortaktır.” hadisi şerifi ile karşılık verdi.

Kaynak: Orucu Yaşayanlar, Salih Büte, Kayıhan Yayınları, 2007

Günün Şiiri

Ölü Bir Gürültüyüm

Büyüdüm ey girdap, yanılmayan yasa büyüdüm
Bedelsiz bir askerim ve senin surlarında
Cankuşum kafesinde, yüreğim yurdunda değil
Selinden kopan bir damlayım, yitmek yolunda

Birgün kavuşacak toprağım da yok
Sonsuz boşluğa dökülüyor kanımın şelalesi,
Ölü bir gürültüyüm yalnızca
Ya da bir ölünün çürüyen sesi

Çürüyorum ey girdap, ürkülecek yanım yok.
Pusatsızım ey yasa, hançer belimde değil
Boğazımı paslı bir hırıltıyla yırtıyor gurbet
Tanık yok. Oysa kentin ortasında cinayet

Sinsice gizledim katilimi yüzümün gölgesiyle.
Duyarlı çocuklar uykusu için
Katlanmaksa bu işte.
Düşürmedim gecenin tenhalığına beyaz bir leke.

Katlanıyorum ey cani ey kahreden açlığım
Umarımı eriterek geçen günlere
İntiharı düşünsem; ne bir şakağım var, ne de bir mermi
Sormuyorum bile birgün… Birgün biter mi?

Sormuyorum bile. Su olsam döner miyim
Koptuğum dağlarıma, en derin yatağıma
Güz öncesi resmime, en eski çerçeveme
Anlıyorum ey yasa, yargıçlar yanıtlamaz

Kırık bir asa olur, körün tek karşılığı
Attığı her adımı saydıran kaygı
Dönmekten vazgeçmeyi bile yasaklar.
Olmadı öyle bir şey, o geçmiş yoktur

Bin kez daha tövbeler, beni bağışla
O geçmiş yoktur… O geçmiş yoktur…
Koru ölü sesimi ey çağdaş dua.
Olmadı öyle bir şey, tek bir çiçek vermedim

Filizi olduğum ilkyaz anaya
Yollara düşmedim hiç, dağlarda ölmedim hiç
Kanayarak söylemedim hiçbir şarkıyı
Sevmedim hiçbir şeyi, bir şeyden iğrenmedim

Bu kadarı yetmez mi yüzümü anlatmaya
Olmadı öyle bir şey, öyle bir geçmiş
Dayadım ağzımı kuruttuğun çeşmeye
Çıldırırsa bilincim suyu beklerken

Küflenmiş tırnaklarım çökerse gırtlağına
Suçsuzum ey yasa
Çünkü bütün ölüler dışındadır yasanın.
Adnan SATICI

Günün Sözü

Kutlu zamanın aydınlığı kendini ilk hilal ile gösterir. Gök­yüzü engin bir deniz, ufuklar sahil, hilal de bu sahillerde dolanan ve şafak vakitlerinde bu denize batan bir gemidir: Mâh-ı nevden Dicle’de gös­terdi zevraklar misâl. Kim görüptür kim ola bir âsumanda bin hilal.
Fuzûlî

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here