Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız? Mart ayı için, “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” denir halk arasında; bizde böyle belledik küçüklüğümüzden beri. Bizim sevgili İskenderun’da gerçi Aralık, Ocak aylarında bile kazma yaktıracak soğuklar olmaz ya, azıcık üşüsek hemen bu söz gelir aklımıza. Ama bu yıl Mart ayının son günleri yaktı kavurdu. Nisan ayına yaz sıcaklarıyla giriş yaptık.
İnsan hem paranoyak hem de kıpır, kıpır olabilir mi? Olabilir tabi? Aslında daha neler, neler olabilir. Yalnızca kendimizde keşfettiğimiz şeyler, daha keşfetmediklerimizin yüzde biri gibi bir şey bence. “Yaşa ve gör” lafı da bundan çıkmış zahir?
Her yaşadığımız olay kendimizde yeni bir buluşa neden oluyor. Önceden, yapmam, etmem, ağlamam, kızmam, aşık olamam dediğimiz şeyler başımıza gelince birde bakıyoruz ki o hem ağlıyoruz, hem aşık oluyoruz, hem en sevdiğimizi toprağa verirken bile karşımızdakinin hal hatırını sorabiliyoruz. Oysa “annem ölse, bende ölürüm” derdim. Ancak ne öldüm ne de kıyısına geldim. Ve öyle şeyler yaşıyoruz ki artık “tahammül gücümüz ne kadarda esnekmiş” demeden geçemiyoruz. Ve aslında insan garip bir yaratık? Muamma, çöz, çöz bitmez. Çözmekten vazgeçtim, “anlamağa çalışıyorum” demiştim ve devam ediyorum, hadi bakalım, önce bir kendimi anlayım ondan sonra başkalarını da anlayacağım artık.
Ama kendimde kaybolmuşken nasıl çözülecek bu düğümlü saçlar hiç bilmiyorum? Saç demişken, annem olsaydı çözerdi, dizlerimin üzerine çökerek otururdum önünde, belime dek inen saçlarımı hiç canımı yakmadan düğüm düğümlüğünden çözer, sonra ikiye ayırıp örerdi. Ucuna yeni kolalanmış beyaz kurdeleleri takar, işi bitince, sırtıma hafifçe dokunarak “hadi koş” derdi. Dizlerim uyuşurdu kalkarken, zorlanırdım ama kalktıktan sonra uçardım, kuş gibi. Kaygım yoktu hayattan, güvenim sonsuzdu gelecekten!! Ama büyüdükten sonra? Yani liseye giderken! O saçları artık ben örmek zorunda kalmıştım. Ama nasıl? Kopara, kopara, yola, yola tellerini, sonrada özensiz iki örgü, uçlarında kuru kafalı lastik bir toka!!..
Ve o saçlar, her defasında çözülürdü. Bazen düğüm atardım toka üzerine yine çözülürdü. Bir isyan vardı artık onlarda, sanki bütün bağlardan kurtulmak ister gibiydiler. Lastikle bağladığım örgü uçları çözülmezdi, saçlar boğumlu oldukları yerden, örgülerinden açılırdı, garip bir görüntü çıkardı ortaya. Havası azalmış balon gibi. Şimdi düşünüyorum da, benim sessizce, ağzımı açmadan kabul ettiğim ya da öyle olmaya çalıştığım sonsuz ayrılıkları, saçlarıma anlatamamıştım?! Ve onlar kabul edemiyorlardı, hep arıyorlardı o yumuşak elleri, becerikli parmakları!! Onlar bizden vefalıydı her halde ya da özgür? Sıkıntılarını haykırıyorlardı dile getiriyorlardı, bizse içimize, içimize dönüyorduk her defasında. Şimdide dönmek zorunda kalıyoruz, artık güvenmiyoruz hiç kimseye özgür değiliz kendimizi zincirledik kendi zindanımıza, tek çare, kendi kendimizde, hiç kimsede değil. Kendimizi ancak kendimiz kurtarabiliriz kendi karanlığımızdan.
Ve kapalı hava, işte bu! Kıpır, kıpırsınız çünkü havanız bu, kendi zindanınızda zincirliyken bile. Ve insan işte, hem kıpır kıpır yaşayabilir ortalıkta, hem de gömüldüğü yumuşak karanlığında, ayağındaki ve bileklerindeki prangaların şıngırtısında, yüreğinin ağırlığında?!!
Ve insan yaşar aslında, yaşamın ona armağan ettiği güzellikleri “mış” gibi algılayarak, acıları ise asla “mış”lamayarak. Ve abuk sabuk konuşarak bilir bilmez atarak, vs vs. Ve güneş doğdu bile biz yağmur muhabbetindeyken. Ah sevgili bir tanecik ülkem sen ne güzelsin. Güneşinle, yağmurunla, sıcağınla, soğuğunla…
& & & & &
Ve sevgili okuyucularım bahar geldi kazma kürek gerçek olsa bile, ay bahar ayı ve bahar demek alerji demek bazı insanlar için. Aslında biz mıy-mıy’ız, hemen tepki veriyoruz her şeye. Bedenimiz böyle programlanmış. Her toz zerresi her polen bizim bedenimizde can buluyor sanki doğa bizi toprak bellemiş.? Ve kaç gündür bahar işliyor üzerimde ince, ince nakışlarını… Ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım her an sevgili okuyucularım. Hoşça kalın… Yase
& & & & &
Papatyanın Hikayesi
Koskoca bir bahçede harikulade çiçekler içinde bir papatya… Aşık olmuş, yanmış tutuşmuş ak sakallı bahçıvana… Bir ümit bekliyormuş… Yüzlerce çiçeğin arasından onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin, buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormuş. Sadece ona değsin makası, sadece ona gülsün dudakları…. Kıskanıyormuş bahçıvanı. Kırmızı güllerden, sarı lalelerden, mor menekşelerden, zambaklardan… Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş bembeyaz yapraklarını… Bir gün aşkı öyle büyümüş ki yapraklarını taşıyamaz olmuş… Eğilivermiş boynu… Toprağa bakıyormuş artık…. “Buna da şükür” diyormuş… Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek… Zaman akıp gidiyormuş… Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş. “Ne var sanki boynumu kaldırsa, bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş… Ve işte bir gün, bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış, incecik bedenini ellerinin arasına almış, elindeki sopayı köklerinin yanına toprağa sokmuş, bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya…. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı…. Hala göremiyormuş onu ama bedeni kurtulmuş… Uzun bir müddet sonra bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye… Gelen giden yokmuş. Kahrından ölecekmiş papatya… Ama işte bir sabah hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış… Derin bir oh çekmiş… Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş. Birden kendisine doğru gelen iki ayak görmüş. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş… Başka birisiymiş… Adamın elinde bir de makas varmış… Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru…”Ne güzel açmışsın sen böyle” demiş… Bu gencecik yakışıklı bir delikanlıymış… Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış… “Ama gövden seni taşımıyor” demiş… Elindeki makası papatyanın boynuna uzatmış ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış… Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini… O ak saçlı, ak sakallı yaşlı mı yaşlı bahçıvanı… Birde o gencecik yakışıklı delikanlıyı düşünmüş… Ve o an anlamış neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini. O her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş. Ona hiçbir zaman güzel olduğunu, onu sevdiğini söylememiş ama, aslında onu hep sevmiş… Papatya anlamış artık. Sevgi emek istermiş… Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini…. Teşekkür etmiş ona içinden… Son yaprağı da kuruduğunda, Biliyormuş artık… Gerçek Sevginin, Söylemeden, Yaşamadan ve Asla Kavuşmadan Var olabileceğini….
Günün Şiiri
Ben ve Gobel
sanki iki sıska su sineği
sığınırdık kanatlarına
soldaki bodur oğlan, gobel
babamın bulduğu
sonunda
kocaman bir kartalmış abim ona göre
kim bilir hangi masaldan
inermiş ara sıra
kasap tarlasına
kasap tarlası, korkunç imge!
kasapların tarlada işi ne
görürsünüz siz
abim gelirse
katlayınca gömleğinin yenini
kanatlanırdım sevinçten
şimdi söylüyorum
ben fifi
sağdaki
şu daracık yokuştan sonra
tünele hiç girmemiş
sapsarı bir trendi
evimiz
söktüğü paslı çivileri doğrultup
onarırdı çitlerini bahçemizin
unutmadım
bunları da
keşke herkesin bir abisi olsa
ya da abili bir resmi
kimse bilmez bu günlerde içimden geçenleri
uzun bir yolculuğa çıkacakmış gibi
öyle korkuyorum ki
İlyas TUNÇ
Leylakları Anlatıyorum
Leylak getiriyorsun bana güneşli bir gün
Onu saçlarından topladığın belli.
Bir leylak bahçesisin karşımda.
Böyle kucağında kalsa daha iyi
Bir vazoya bırakıp gidiyorsun
Sen gidiyorsun leylaklar kalıyormu sanki
Önce renk gidiyor arkandan
Nesi varsa gidiyor arkandan
Nesi varsa gidiyor soyunarak
Her vazoya baktığımda karşımdasın ne tuhaf
Her kokladıkça dönüp dönüp geliyorsun
Düşünceler gibi filizleniyorsun gün geçtikçe
Yaprak yaprak gelişiyorsun
Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine
Ölümsüz bir mevsim oluyorsun.
Rıfat ILGAZ
Günün Fıkrası
Temel üşütmüştü, çok fena öksürüyordu, doktora gitti. Doktor iğne yaptıktan sonra yarın tekrar uğramasını söyledi. Temel ertesi gün tekrar gitti nispeten daha az öksürüyordu. Doktor. “Bugün öksürüğün daha iyi” deyince Temel başını salladı. “Tabi bütün gece antrenman yaptım da ondan” dedi.
Sırat Köprüsü
Bektaşi kafayı çekmiş. Ayakları birbirine dolana dolana, sağa sola yalpalayarak giden Bektaşi’yi gören komşusu dayanamayıp laf atmış: “-Hey baba erenler, bu halle sırat köprüsünü nasıl geçersin?” Bektaşi istifini bozmadan komşusuna cevap vermiş: “-Sanki karşı tarafta mor sümbüllü bağlarım var da!”
Günün Sözü
Hiç kimse duyduğu neşenin başkasını rahatsız edebileceğini düşünmez.
Alain