Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İskenderun’da hayat normale dönmeye başladı diyeceğim ama diyemiyorum çalışmalar hala bütün hızı ile devam ediyor. Şimdi bizim mahallenin ana yolları ve ara sokakları kazılıyor doğal gaz için. Kazılan yerler hemen dolduruluyor, herkes birden çalışıyor arı gibi… Gürültüden, tozdan, dumandan şikâyetimiz yok. Ama şu sürücüler yok mu? İşte onlardan şikâyetimiz çok ama çok. Bazılarında düşüncenin “D”si yok canım. Sanki babalarının yağ, bal dökülmüş sokaklarında hız yapıyorlar. Bir giriyorlar ki sokağa her taraf toz duman. Onlar bile önlerini göremez duruma geliyorlar buna rağmen yavaşlamayı düşünmüyorlar bile. Ayrıca bazıları yol kesik işaret var, buna rağmen yola girmekten hiç çekinmiyorlar. Adam geliyor iniyor arabasından, yolu kesen şeridi yana itip geçip, gidiyor! Balkondan izliyorum. Ve bekliyorum hadi yanlış girdin dönmek istemiyorsun ama kesinlikle hata sende bile, bile girdin, ona da “amin” dedik. Peki, indin arabandan şeridi kaldırdın. Şimdi ne yapman gerekiyor? Bekliyorum ki yana çektiği şeridi yerine getirsin. Ama adam ne yaptı bastı gaza çekti gitti! Ardında toz duman… Bakakaldım bu rahatlığa, bu umarsızlığa, bu benciliğe.
Ve bu örnekler ne yazık ki çok fazla. İşçiler asfalt dökecek sokağın boş olması lazım. Dünyanın zamanı boşa gidiyor. Kaldırım kenarına tünemiş arabaların çekmek işlemleri için. Kardeşim önceden zaten bildiriyorlar neden çekip bu adamlara azıcık yardımcı olmazsınız Allah aşkınıza ya? Yolların bozukluğundan şikayet eden siz, buna rağmen çabuk bitsin bu çile diyerek çalışanlara yardım etmeyen ve onlara yine köstek olan siz… Yani olmuyor valla yakışmıyor bize bu görüntüler. Alt yapı bitene dek ne olur araçları olan insanlar onları garajlara çekselerdi ve kullanmasalardı en azından ana arterlerin olmadığı ara sokaklarda…
Şimdi yine bakıyorum. Kaldırımın kenarında araçlar dizi dizi tozdan dumandan çamur rengine dönmüş üstleri başları… İşçiler yolu açacak teker, teker kapı çalıyorlar gelin arabanızı çekin diye. Aksine araba sahipleri evde yok… Gel de sinirlenme durumları tavan yapıyor.
Ve aklıma çok bildik bir öykü geliyor defalarca sizlerle paylaştığım şimdi tam yeri. Zamanların birinde bir padişah, geniş ve uzun bir yol yaptır ve yol bitince açılışa gelen vatandaşlara. “kim bu yolu en çabuk geçerse ona ödül olarak bir torba altın vereceğim” der. Bunun üzerine şehrin gençleri ödül için yola dökülürler, herkes yolu erken bitirmek için önüne bile bakmadan hızlı, hızlı yürümeye başlar. Aralarında yalnızca bir tanesi, yola dökülmüş taşları yana atarak yürüyormuş. Tabi olarak ta yolu en geç bitiren o olmuş.
Hepsi padişahın önüne çıkmışlar. “Sen neden en sona kaldın der” arkalarda duran genç adama. Genç adam “padişahım” demiş “yolda kocaman taşlar vardı ben onları arkamdan geleceklere temizlemek için geç kaldım”
“İşte demiş padişah benimde bu yarışı düzenlemedeki amacım tamda buydu. Bakalım hanginiz amacınıza doğru ilerlerken yol üzerindeki taşları fark edip arkanızdan gelecekler için temizleyeceksiniz diye. Aranızda onları fark edip temizleyen bir tek kişi olduğu için ödülü de ona vereceğim ayrıca kızımla evlendireceğim demiş.
Kıssadan hisse. Bu kıssalar ben denizin hayat yolundaki yoldaşlardır. Dilerim bazılarının da olsun. Ve asıl olan yoldan geçmek değil, geçtiğimiz yolun ayrımında olmak. Maddi ve manevi olarak bu böyledir… Ve keşke diyorum hepimiz şikâyet edeceğimize. İşlerin çabuklaşması için elimizden geleni yapabilseydik. Kişisel hırslarımıza yenilmeden…
Ve dün deniz kenarında yürüdük kardeşimle. Yeni yapılan yolda. 3 nolu belediye tesislerinden çıkıp ta yelken kulübe kadar olan yolda. Kardeşim ve ben ilk olarak oradan geçiyoruz. Ve gerçekten derin bir “oh” çekip denizin kokusunu soluma fırsatı bulduk çok uzun bir zamandan sonra. Bizim çok hoşumuza gitti. İskenderun’da doğmuş büyümüş bizler denizin tam kenarında yürüdük bir zamanlara. Aramızda yollar, kaldırımlar, taşlar, kayalar yoktu. Geniş bir kumsal ve deniz… Balıkçıların ağ çekmesini izlerdik okul çıkışı. Denize yalın ayak basardık hissederdik ayaklarımızda dalgaların hafif dokunuşunu. Bu yüzden şimdiki yol bizim için çok değerli. “Bırak şuradan atlayım denize” dedim kardeşime. “a sakın” dedi. Sanki yapacakmışım gibi. Ama gerçekten içimden gelen oydu…
Ve aynı anda Başkan sevgili eşi ile yürüyordu. Ardında kimse olmadan… Selamlaştık ve ayaküzeri söyleştik. Büyük şehir için aday adaylığını yürekten destekliyorum ve diliyorum ki aday olsun. Ve kazansın. Aday adaylarını inceliyorum hepsi de birbiriden değerli insanlar. Ancak hiç kimse sayın Civelek kadar bu işe yatkın değil kendi görüşüme göre. İlk başta herkes mesleğini yapsın diyordum “doktorsa doktor kalsın canım” türünden. Ancak yanıldım. Bir defa doktor bey çok cesur ve gözü kara. Sorunu kökten halletmeye çalışan bir başkan. Belki doktorluğun bir avantajı da bu… Ameliyatı yarım bırakmıyor. Sorunu iyi tespit ediyor ve girilmesi gereken yerden müdahale edebiliyor. Ve eğer seçilir ise ilk başta şehrin alt yapısını düzeltmekten söz ediyor. “Çılgın değil akıllı” projelere imza atacağını söylüyor. Gerçekten yaptıkları yapacaklarının göstergesi bence de. Bu kadar kısa bir zamda bu kadar iş yapmak herkesin yapabileceği bir şey değil.
Tabi hak yememekte lazım… Bazı projeler, önceki başkan tarafından başlatılmıştı. (yeni su projesi gibi) Civelek devam ettirdi, ancak devamından çok nasıl devam ettirdiği ve tamamladığı da çok önemli…
Ve yine çoktan beri kulağıma gelen ancak inanmak istemediğim söylentileri burada yazmak durumundayım ki başkanın haberi yoksa (ki bu da bir kusur, her işten haberdar olmak zorunda yöneticiler) haberi olsun ve icabında araştırsın yalanlasın ya da birilerinin rant peşinde olduğunu ve yoktan var olduklarının ayrımına varsın. Onlara kesinlikle “dur” desin.
Kendisinin rant peşinde olmadığını çoğumuz biliyoruz. Ancak bazı belediye çalışanlarının haksız kazanç sağladıklarını söyleyenler var. Hem de azımsanmayacak kadar, bu da başkana zarar veriyor. Bence hemen işe el koyması gerekiyor. “Bal bulaşan el yalanır” sözüne de hiç inanmıyorum. Bal bulaşan el yıkanıp temizlenmeli ki sinekler üşüşmesin.
Ve başkanın bu sorununda üstesinden geleceğine inanıyorum. Rant sofrasında olup ta, ranta el atmamak doğru ise de başkalarının atmasına da engel olunmalı. Hatta o sofrayı tümden ortadan kaldırmak en doğrusudur. Dost acı söyler. Benden söylemesi.
Ve ayrıca görmedim, belgem yok ancak kulağıma sıkça geliyor. Yalanlamak ya da doğrulamak benim işim değil ancak söyleyenlerin yalancısıyım. Ve bu söylentiler benimde canımı yakıyor… Ancak doğruya ve düzene olan inancım baki. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım diyorum sevgili okuyucularım her zaman el ele huzur içinde. Yase
Günün Şiiri
Türküler Dolusu
Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Binbir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.
Yerliyim yerli olmasına
İlmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım.
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü, kör topal kabulüm
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.
Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
İnsancasına, erkekçesine
“Bana bir bardak su” dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.
Ah bu türküler, Türkülerimiz
Ana südü gibi candan
Ana südü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler, köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni…
Ben türkülerden aldım haberi.
Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara, bıçağı bıçak.
Ah bu türküler, köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.
Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarılır içim
Kan damlar ucundan, mürekkep değil
İşte söz, işte ses, işte biçim:
“Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar”
İliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.
Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen…
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Sayın Tümkaya, Belediye Başkanı İskenderun’da önemli bir projeyi yürütüyor. Ama herkesin görüşü, tabii benim de görüşüm işler plansız bir şekilde yürüyor. Bütün şehrin aynı anda kazılması fevkalade yanlış olmuştur. Hangi sokağa girseniz kapalı levhası ile karşılaşıyorsunuz. Tam bir keşmekeş. Hele bize yutturulan tozlar da işin cabası, tuzu biberi.. Acaba birileri sayın başkanı yanlış mı yönlendirdiler diye düşünüyorum. Bir başka konu da İskenderun’a yapılacak olan Hilton Oteli. Otel yapacak başka yer bulamamışlar demek ki tarihi Şükrü Kanatlı Kışlasının hemen bitişiğine yapmaya karar vermişler. Sayın Başkan anladığım kadarıyla bu işe olumlu bakıyor ama gidin görün medeni ülkeleri böyle bir şeye asla müsaade etmezler. Güzel yazılarınızdan birini de bu konuya ayırırsanız yerinde olur diye düşünüyorum. Ayrıca bugün çok güzel bir şiir koymuşsunuz köşenize, her zaman olduğu gibi..Saygılarımla.