Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Kızsam olmuyor, kızmazsam olmaz. Söylesem olmuyor söylemezsem olmaz; durumlarındayım bu sabah… İnternet paketim yine boşalmış. Yıllardan beri bir türlü tüketemediğim limitim şimdi on gün dolmadan sona eriyor. Akıllı bilgisayarların tuzağımı bu? Yoksa sistemin sakatlığımı? Bilemedim ancak bildiğim bir şey varsa oda çok sinirlendiğim. Yazmaya oturuyorum önce şöyle bir nette dolaşıp beynimi uykudan uyandırayım diyorum karşımda ‘bağlanamıyor…’ Neden, niçin? Neden bağlanmıyorsun kardeşim? Bir şey söylesene… Tamam, limitim geçen ay doldu ama şimdi daha ayın yarısı olmadı bitirmeme olanak yok neden bağlanamıyorsun? Yoksa ben uyurken hepsini iç mi ettin? Öyle ise helal etmiyorum…
Öyle bir öfkeliyim ki haksızlığa, hukuksuzluğa hırsızlığa; öyle öfkeliyim ki öfkemle mümkün olsa hepsini doğru yola yönlendirirdim. Ama öfke, sadece sahibine zara verir onu biliyorum. Ve öfke baldan tatlıdır diyen atasözünü hiç kale almıyorum şu an ve bal bulaşan parmak yalanır sözüne de hasta oluyorum. Peki, şimdi ne yapayım? Öfkeme gem vurup iyi dileklerde mi bulunayım. Allah akıl versin, doğru yolu göstersin türünden. Hah hah. Yoksa herkes yoluna deyip, yollarımı ayırayım? Görünen o ki yolları ayırmak en doğrusu. Yolları ayırmak sanıldığı kadar zor değil aslında. İnsan kafasında bitirdikten sonra…
Ve bugün yaşamımı zorlaştıran her şeyden kurtulmaya karar verdim. “Selam” size diyerek yolumu değiştiriyorum. Havanın yönünü değiştirdiği gibi dün aynen ben gibiydi sıcak ve sinirli, öfkeyle esti. Eyvah dedim limon ağacım gitti. Limonlarım kim bilir kimin damına savruldu. Sabah erkenden çıkıp baktım ooo huzur içinde annelerinin kollarına sarılmış uyuyorlar bir teki bile kırılmamış! Uçmamış, düşmemiş. Demek rüzgarın öfkesi onlara değmemiş!? Bu bana ilham verdi. Ve çoktan beri kontrol ettiğim ancak bu günlerde kontrol etmekte zorlandığımı sandığım öfkemi hoşgörüye havale ederek.
Ve şiir diyorum. Şiir okuyalım, ruhumuzun gıdası olsun bugün öfkenin erittiği ancak bitiremediği yaşama sevincimizi. Ve sevgili okuyucularım, sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her zaman. Bütün ayrım gayrım öfke nöbetlerine inat, hoşgörü ve ön yargısız… Yase
& & & & &
Hazine Kitabı
Büyük Selçuk Sultanlığı döneminde İran’ın ufak bir şehrinde tek oğlu olan dul bir kadın yaşıyormuş. Dünyadaki hayatının sonuna gelmiş olduğunu hissedince oğlunu çağırmış ve ona şöyle demiş: “Çok güçlük içinde yaşadık, çünkü fakiriz; ama sana büyük bir zenginlik emanet ediyorum. Onu bana güçlü bir büyücü hediye etmişti. İçinde muazzam bir defineye ulaşmak için bütün gereken işaretler mevcut. Benim bunu okuyacak ne takatim ne de zamanım var.
Şimdi onu sana emanet ediyorum. Talimatları uygula, çok zengin olacaksın!” Annesini kaybetmenin verdiği derin üzüntü geçtikten sonra oğul, o eski ve değerli büyük kitabı okumak üzere almış. Kitabın baş kısmında şöyle yazıyormuş: “Hazineye ulaşmak için sayfa atlamadan okuyunuz. Eğer hemen netice kısmına aktarsanız, kitap bir sihirle kendiliğinden yok olacak ve hazineye erişemeyeceksiniz.” Bundan sonra ise uzak bir ülkede birikmiş olan zenginliğin miktarından bahsediliyormuş ve ayrıca, bu hazinenin bir mağarada çok iyi korunmakta olduğu da yazılıyormuş. İlk sayfalardaki Farsça metin bir yerde kesilmiş ve bundan sonrası Arapça devam ediyormuş.
Kendini şimdiden zengin olarak görmekte olan genç, başkaları da bu sırrı öğrenip, üstelik de kendisine yanlış bilgi vererek hazineye sahip olmasınlar diye metni tercüme ettirmeye teşebbüs etmemiş. Onun yerine büyük bir ihtirasla Arapça öğrenmeye başlamış. Sonunda metni mükemmel şekilde okuyacak hale gelmiş. Fakat bir noktadan sonra kitap Çince devam ediyormuş. Sonra da başka lisanlar geliyormuş. Genç adam azimle ve sabırla bunların hepsini çalışmış. Bu arada yaşamak için gereken parayı da bu öğrenmiş olduğu lisanlardan temin etmeyi başarmış ve bir süre sonra da başkentin en iyi tercümanlarından biri olarak tanınmış. Böylece, bir zaman sonra hayatı toparlanmaya başlamış.
Birçok lisanda yazılmış bir dolu sayfadan sonra kitapta bu hazinenin nasıl idare edilmesi gerektiğine dair talimatlar varmış. Buraya geldikten sonra genç adam istekli bir şekilde iktisat ve ticaret öğrenmiş; ayrıca hazineyi bir kere ele geçirdikten sonra aldatılmalara maruz kalmamak için kıymetli metallerin ve mücevherlerin, menkul eşyaların ve gayrimenkullerin değerlerini belirlemeyi de öğrenmiş.
Bu arada daha iyi bir hayat sürdürebilmek için de, öğrendiklerini uyguluyormuş. Hatta onun çok lisan bilen ve maliyeden iyi anlayan biri olarak şöhreti saraya hatta krala kadar ulaşmış. Ona önceleri bazı ufak vazifeler tevdi eden kral, sonunda onu krallığın genel valisi olarak tayin etmiş. Bir çok önsözden sonra kitap sonuna doğru gereken daha teknik konular giriyor ve büyük kapı nasıl inşa edilir, vinç nasıl kurulur, mağaraya erişmek için bocurgat nasıl kurulur, büyük taş kapılar açılırken, büyük taş kütleler nasıl çıkartılır, yol yapımında yolları düzlemek için dolambaçlı yerler nasıl doldurulur ve buna benzer konuları anlatıyormuş.
Bu sırrını asla hiç kimseyle paylaşmayı düşünmeyen ve dolayısıyla hiç kimseden yardım almayan o dul kadının oğlu, böylece bilgili ve sayılan bir kişi olmuş. Daha sonra mühendislik ve şehir planlamacılığı çalışmış. Nihayet, kültürü çok takdir eden kral, onu vekili ve sarayın mimarı atamış ve derken sonunda vezirliğe yükseltmiş. Gerçekten tüm krallıkta onun kadar ilme yatkın, bizim Hazine Kitabı’nı okuyacak kadar kabiliyetli bir kişi yokmuş. Artık son sayfaya gelmiş ve hatta bu son sayfayı okuyacağı aynı gün şahın kızı ile evlenecekmiş. En son yaprağı çevirip şu son cümleyi okumuş: “Bilmek en büyük hazinedir!”
Günün Şiiri
Ben, Sen, O
O, yalnız ağaran tanyerini görüyor
ben, geceyi de
Sen, yalnız geceyi görüyorsun,
ben ağaran tanyerini de.
Nazım HİKMET
Yurdum Benim Şahdamarım
Engereğin dişlerine işledim,
Ağu dişlerine
Oluklu, çentik…
Ve vurgun,
Gözleri bir çift cehennem
Burnuna kan tütmüş
Pars bıyığına…
Dağın pulat yüreğine işledim,
Şimşeğin masmavi usturasına
Sevdanı usul-usul
Sevdanı mısra-mısra
Lo ben seni hapislerde sevmişim,
Ben seni sürgünlerde.
Yurdum benim şahdamarım…
Yücende buzul
Ve kar,
Maviş dağ tavşanları
Gün vuranda alaran
Zemheri yılanları
Ve yakut bir hışımla
Öyle çakılan
Sonsuzluğun yakışığı kartallar.
Başım gözüm üstünesin
Suskum, avazım üstüne…
Adından başka silah
Yazgından başka günah
Daha yazmamış
Hiçbir gizli dosyada
Hiçbir açık kitapta.
Peşinde azgınları
Kanlı paranın
Yani Doların itleri,
Altın, Sterlin kurtları
Ve petrol Nemrutları
Ve kurşun Yezitleri…
Kaçgunda, kaçakta
Can havlindesin…
Ve çocuk ölüleri
Parçalanmışlar
Daha süt kokuyorlar
Ve anne ölüleri
İncecikten, gencecikten
Açık hepsinin gözleri.
Halkım benim
Askıda çığ…
Ahmed ARİF
En Yüksek Kulenin Türküsü
Sevdalar çağı dönsün,
Dönsün geri gelsin
Ah nasıl dayandım nasıl da
Unutamam artık dünyada,
Nice korkular kaygılardı
Uçup gitti göklere.
Bir belâlı susuzluk
Karartıyor damarlarımı.
Sevdalar çağı dönsün,
Dönsün geri gelsin.
Bir çayır gibi tıpkı
Unutulmuş bir kıyıda,
Karamukların, gülüklerin
Boyatıp çiçek açtığı,
O yabanıl uğultusunda
Korkunç pis sineklerin.
Sevdalar çağı dönsün,
Dönsün geri gelsin.
Arthur RIMBAUD
Günün Sözü
Aşk; köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracaklarına, duvar ördükleri için yalnız kalırlar.
Newton
Mutlu insanlar; her şeyin en iyisine sahip olanlar değil, sahip olduklarını kaybetmeyecek kadar çok sevenlerdir.
Charles Bukowski