Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bizi sorsanız Deniz ve mehtap resmen bizi hasta etti. Ayın çekim gücü bünyemizi alt üst etti. Hiç yaz günlerinde grip falan olduğum yoktu. Hatta kışın bile olmam ama üç gündür resmen inletiyor meğerse yaz sıcağında grip olmak dehşet bir şeymiş. Ve dikkat edilmezse kesinlikle tablo ağırlaşabilir. Yani kendimi öyle hissediyorum. Her ne kadar sağlıklı beslenelim falan diye yazılıp, çiziliyor anlatılıyorsa da. Bu o kadarda kolay olmuyor özelikle sıcaksa havalar.
Elimden geldiğince sağlıklı yemeye çalıştığım halde yinede yeterli beslenmediğimi biliyorum üstelik yürüyüşlerimi aksatamadığım halde, bedensel aktivitelerimi kaybetmediğim halde yine de grip olmaktan kurtulamadım. Şimdi aman dikkat edin falan demeyeceğim. Şunu yiyin bunu yapmayın türünden yalnızca her şeye hazırlıklı olun diyebilirim. Öğrendiğim bir şey varsa o da kimseye tavsiyede bulunmamak. Herkes yalnızca kendi bünyesini tanısın kimse kendini kendinden daha çok bilemez buna inanıyorum.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım her şeye inat. Yase
& & & & &
Biz de Vaktiyle Güzel Yiyeceklerdik!
Behlül’ü bilen var, bilmeyen var. Sizlere Harun Reşid’in bu meczub görünüşlü velisinden söz etmek istiyoruz.
Bilindiği gibi, geçmiş büyükler yanlarında hep bir nasihatçi taşır, onun ikaz ve irşadından hep istifade etmeyi düşünürlerdi. Başkalarının söyleyemediklerini rahatça söyleyebilen bu meczub rolündeki ikazcılar, bilhassa sultanları, makam ve mevki sahiplerini yanlışlarından dolayı tenkid eder, irşadda bulunurlardı.
Bahsinde bulunduğumuz Behlül Dana bunlardan belki de en birincisiydi. Bir rivayete göre Harun Reşid’in akrabası, bir başka rivayete göre ise, Kûfeli olup, Bağdat’a bir vesileyle gelen, sonra da Halife’nin gösterdiği yakınlık üzerine ayrılamayarak (H.190)’da Bağdat’da vefat edinceye kadar kalıp, Dicle kenarındaki (Şunuziyye) kabristanına defnedilen bu deli görünüşlü akıllı zat, insanları güldürerek yola getirmeyi denemiş, tebessüm ettirirken de düşündürmeyi tercih etmiştir.
Nitekim birgün evine giren hırsızlar nesi var, nesi yok alıp gitmişler. Herkes hırsız ararken Behlül doğruca kabristana gidip oturarak beklemeye başlamış. Görenler şaşkınlık içinde sormuşlar: “-Evini soydular, sen burada bekliyorsun!” O gayet emin şekilde cevap vermiş:
“-Nasıl olsa buraya gelecekler, hiç merak etmeyin.”
Böylece hırsızları da, onlara kızanları da düşündürmek istemiş Behlül Dana. Demişler ki: “-Buraya gelen hırsız ölü olarak gelir. Ölünün nesine bakacaksın?” şöyle cevap vermiş: “-Ben onların çaldıklarının hesabını nasıl vereceklerini seyredeceğîm. Bu öyle meraklı bir şey ki, kim bunu görmek istemez.”
Harun Reşid bir ara Behlül’ü aramış, mezarlıkta uyurken kaldırıp huzuruna getirtmiş. Behlül Halifeye sitem etmiş: “-Neden beni uyandırıp da getirdiniz? Ne güzeldi halim. Rüyamda padişah olmuştum Tahtımda azametle oturuyordum.” Harun Reşid gülmüş: “-Ey Behlül, uykudaki padişahlıktan ne olacak, o da birşey mi sanki? ” Behlül hemen cevap vermiş: “-Ne fark eder ey Harun! Ben gözlerimi açınca padişahlıktan düştüm, sen ise kapayınca düşeceksin, fark yok ki.”
Harun Reşid tasdik makamında basını sallar, düşünceye dalar. Birinin oğlu vefat etmişti. Behlül’e sordu: “-Mezar taşına ne yazdırayım?” Şöyle cevap verdi Behlül: “-Ey yolcu! Bana iyi bak, benden ibret al. Dün altımda olan toprak bugün üstümde… Dün altımda büyüyen otlar bugün de üstümde yeşermekte. Bu toprak beni gizledi ama günahlarımı asla! Ben şimdi günahlarımla beraberim.”
Bir gün sarayın avlusunda rastladığı Behlül’e Harun Reşid sorar: “-Nereden geliyorsun ey Behlül?” Beklemeden cevap verir: “-Cehennemden.” “-Ne işin vardı cehennemde?” “-Ateş almaya gitmiştim de.” “-Hani ateşin yok elinde.” “-Dediler ki, burada ateş olmaz. Herkes ateşini kendisi getirir dünyadan”
& & & & &
Halîfe Hârûn Reşîd bir gün Behlül-i Dânâ ile sohbet ederken; “-Ey Behlül! Sana sarayımda bir oda ve hizmetçiler vereyim. Yeter ki bu eski elbiselerden kurtul. Yenilerini giy. İnsanlar arasına karış” dedi. Bunun üzerine hazret-i Behlül; “-Müsâde ederseniz bir danışayım” dedi.
Halîfe; “-Kime danışacaksın, kimsen yok ki?” diye cevap verdi. Behlül de; “-Ben danışacağım yeri biliyorum” dedi ve oradan ayrıldı.
Hârûn Reşîd arkasından adamlar salıp danışacağı yeri öğrenmek istedi. Behlül gide gide şehir dışında bir mezbeleliğe gitti. Başını eğip bir şeyler dinlermiş gibi yaptı. Bir şeyler söylendi. Daha sonra oradan ayrıldı. Saraya yöneldi. Sultanın adamları ondan önce saraya dönüp hâdiseyi halîfeye bildirmişlerdi. Behlül huzûra girince, halîfe Hârûn Reşîd ona; “-Ey Behlül! Söyle bakalım vereceğin cevâbı” dedi.
Behlül; “-Danıştım efendim. Lâkin insanlar arasına karışmam mümkün değil” dedi. Halîfe heybetle; “-Ey Behlül! Sen gidip çöplere danışmışsın, haberim oldu” dedi.
Behlül de; “-Doğru söylüyorsun ben de onlara danıştım. Onlar bana cevap verdiler ve;
-Ey Behlül! Biz de vaktiyle en güzel ve nefis yiyecekler idik. Bütün güzellikler bizde idi. Sevgi ve itibarımız çoktu. Ne zaman ki insanlar arasına karıştık. İşte bu hâle geldik. Çöpe atıldık. Sen de sakın insanların arasına karışma, dediler.” Bu sözlerdeki ince mânâları anlayan Hârûn Reşîd: “Haklısın.” deyip düşüncelere daldı.
Kaynak:
1) Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
2) Evliyalar Ansiklopedisi, İhlas
Günün Şiiri
Bir Gün
Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gece
benim olduğun yaşta, bana dönmek isteyeceksin;
yüzünde solmuş kaç sabahın birikintileriyle,
yorgun olmaktan çok, aşınmış;
yüzüme kapattığın onca kapıyı
artık omuzlayamadan,
seslenmek isteyeceksin.
Zamana diş bileyeceksin o gün, belki ilk kez;
bir zamanlar dokunulmazlığına inandığın için,
yanlış çıkarttığın bütün günahların ağırlığıyla.
Hep izlerinin sürdüğün yüz ve ten çizgileriyle
insanlara yaş biçtiğin günleri anımsayacaksın,
hani titreyen parmaklardaki sıcaklığı hiç duyamadığın.
Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gecede olduğu gibi,
dirseklerimizin birbirine değmesini isteyeceksin,
onca çizgi peşinde koşmanın günahını
artık en bulanık aynalara bile çıkartamayarak.
Yaşamından gelip geçmiş olanları sayacaksın;
hep bir iki geceliğine,
bedeninde otel gibi kalmış olanları,
en kısa ömürlü sevgilerin imzasını bile
hiçbir sayfana atamadan
ve sonra bir de gerçek yitirdiğini; sana
yüzlerindeki çizgilerin ardından,
en duyarlı kalemlerle, yalnız sana giden
yolların haritalarını çizmiş olanları.
Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gece
benim olduğum yaşta, beni arayacaksın,
solmuş onca haritanın çizgilerini
aşınmış bakışlarınla seçmeksizin.
Ahmet CEMAL
Ölü Bir Gürültüyüm
Büyüdüm ey girdap, yanılmayan yasa büyüdüm
Bedelsiz bir askerim ve senin surlarında
Cankuşum kafesinde, yüreğim yurdunda değil
Selinden kopan bir damlayım, yitmek yolunda
Birgün kavuşacak toprağım da yok
Sonsuz boşluğa dökülüyor kanımın şelalesi,
Ölü bir gürültüyüm yalnızca
Ya da bir ölünün çürüyen sesi
Çürüyorum ey girdap, ürkülecek yanım yok.
Pusatsızım ey yasa, hançer belimde değil
Boğazımı paslı bir hırıltıyla yırtıyor gurbet
Tanık yok. Oysa kentin ortasında cinayet
Sinsice gizledim katilimi yüzümün gölgesiyle.
Duyarlı çocuklar uykusu için
Katlanmaksa bu işte.
Düşürmedim gecenin tenhalığına beyaz bir leke.
Katlanıyorum ey cani ey kahreden açlığım
Umarımı eriterek geçen günlere
İntiharı düşünsem; ne bir şakağım var, ne de bir mermi
Sormuyorum bile bir gün… Bir gün biter mi?
Sormuyorum bile. Su olsam döner miyim?
Koptuğum dağlarıma, en derin yatağıma
Güz öncesi resmime, en eski çerçeveme
Anlıyorum ey yasa, yargıçlar yanıtlamaz
Kırık bir asa olur, körün tek karşılığı
Attığı her adımı saydıran kaygı
Dönmekten vazgeçmeyi bile yasaklar.
Olmadı öyle bir şey, o geçmiş yoktur
Bin kez daha tövbeler, beni bağışla
O geçmiş yoktur… O geçmiş yoktur…
Koru ölü sesimi ey çağdaş dua.
Olmadı öyle bir şey, tek bir çiçek vermedim
Filizi olduğum ilkyaz anaya
Yollara düşmedim hiç, dağlarda ölmedim hiç
Kanayarak söylemedim hiçbir şarkıyı
Sevmedim hiçbir şeyi, bir şeyden iğrenmedim
Bu kadarı yetmez mi yüzümü anlatmaya
Olmadı öyle bir şey, öyle bir geçmiş
Dayadım ağzımı kuruttuğun çeşmeye
Çıldırırsa bilincim suyu beklerken
Küflenmiş tırnaklarım çökerse gırtlağına
Suçsuzum ey yasa
Çünkü bütün ölüler dışındadır yasanın.
Adnan SATICI
Günün Fıkrası
Temel Çöpçü
Temel İstanbul’a taşınmış. Bir akşam oturduğu apartmanın kapıcısı gelip, “Çööp” diye bağırınca, Temel cevap vermiş “İhtiyacccımız yok”
Günün Sözü
Komşunu sev ama aradaki bahçe duvarını asla kaldırma.
Benjamin Franklin
Rüyaları gerçekleştirmenin en kısa yolu uyanmaktır.
W.Emerson
İnsanlara her gün balık vereceğinize, onlara balık tutmağı öğretin, sonunda siz rahat edersiniz.
Confuctus
Bir şeyi istediğimiz zaman hep onun çekici yanlarını görürüz, onu elde ettikten sonra da hep kötü yanlarını buluruz.
Jonathan Swift