1970’li yıllarda, İskenderun Lisesi’nde, “Herodot Cevdet” namında, hem şair, hem ressam, hem de iyi müzakereci “aydın” bir tarih öğretmenimiz vardı.. Şairliği; derslerini şiir gibi anlatmasından, ressamlığı; şiirlerini çizgiler ve renklerle haritalamasından, müzakereciliği de; “bir sonraki derste müzakere var” cümlesini sürekli hatırlatmasından geliyordu.. Ya, aydınlığı? Tarihsel olayları, aklın eleştirel süzgecinden geçirmesinden, bilimsel yorumlamasından geliyordu tabi ki.. Yaşadığımız günle bağlantı kuran, güneşli diyalektik muhakemesinden geliyordu elbette..
Bilim denilince kimilerinin aklına fenni doğa olayları gelmekte.. Fiziksel olgulardan hareketle doğa yasalarının bilim yoluyla keşfedildiği bir hakikat.. İyi de, sosyal, ekonomik, kültürel vd bilgi alanları doğa olayları içinde olgusal gerçeklikler değil mi? Tarihi; insanla ve coğrafya da dahil çevresiyle ilgili her olguyu bir doğa olayı olarak ele almamızı isterdi özetle Cevdet öğretmenimiz.. “İçinde bulunduğumuz coğrafyada yaşadığımız tarih birliği, yurttaşlık bilincimizin de kaynağıdır” demişti mesela bu bağlamda işlediğimiz ilk dersin sonunda tarih biliminin bir yasası anlamında.. Derslerinde zaman makinesiyle tarihsel olaylara tanıklık anlamında coğrafi yolculuklara çıkardık birlikte.. Zamanın ortam ve koşullarıyla değerlendirdiğimiz olaylardan, olgusal yasalarla dönerdik günümüze..
Herodot Cevdet’in ilk dersine konuk etmek istiyorum sizleri bu yazıda..
1972 yılında, Lise Bir’de tarih derslerimize giren Cevdet Bey, uzuna yakın boylu, oldukça yaşlı ve zayıftı.. Fakat ders işlerken yaşlı çelimsiz bedeninden beklenmeyecek ölçüde de hareketliydi.. Bu yönüyle çok genç öğretmenden çok daha gençti.. Yüksek tavanlı sınıfımızın kapısı açıktı.. Öğretmenimiz kapının önünde durup içeriye seslendi.. “Çocuklar, 4/A sınıfı değil mi? Kapıdaki levhayı gördüm.. Fakat her yazılan doğru mu? Levhada yazılanın gerçek olup olmadığını bir de tanıklarla doğrulamak gerekmez mi?” dedi ve tam sınıfa girerken koltuğundaki haritayı ve elindeki kol saatini düşürdü.. Hepimiz ayaktaydık.. Yerden önce saatini alıp “bu tarih” dedi ve sonra haritaya eğilerek ekledi: “Bu da coğrafyası!” Cevdet Bey, kürsüye doğru yürürken; “Çocuklar, tarih derslerini birlikte işleyeceğiz..” dedi.. Kol saatini ve haritayı kürsüye bırakıp bize döndü.. Henüz “oturun” dememişti.. Sınıfımızda, “iki yıllık” diye tabir ettiğimiz, sınıf tekrarı yapan arkadaşlar da vardı.. Onlardan biri, “Hocam ayakta mı işleyeceğiz?” diye sordu.. Cevdet Bey gülümsedi, “r” sesine vurgusunu artırarak, “tarrih” dedi “oturularak yapılmaz!” Fakat daha cümlesini tamamlamadan “oturularak” sözcüğünü duyan bir kaç arkadaş oturdu.. “Kalk ayağa!” diye ünledi Cevdet Bey, “kalk ayağa ve ayakta tarih yapanlara katıl!..” Cevdet Bey yüzünü yazı tahtasına çevirdi.. Tebeşir karalamalarını inceledi, heceler gibi okudu; “Ya-zı-yı i-cat et-tim, mi-lat-tan ön-ce üç-bin-beş-yüz..” Sonra, bize dönüp gülümseyen bir yüzle sordu; “Kim yazdı bu dedikoduları buraya?” Ön sıradan eline bir kitap aldı.. Sayfalarını rüzgara tutulmuş gibi çevirdi.. Sesinin tonunu biraz yükselterek sorusunu tekrarladı.. “Kim yazdı bu dedikoduları buraya?” Devamında duvarları titreten ses tonuyla ünledi: “Tarrih yazmakla tarrrih olmaz! Hele, belgesiz, kanıtsız dedikoduyla hiç olmaz!”
Cevdet Bey kürsüye doğru giderken “oturun” dedi.. Kendisi de oturdu.. “Şimdi artık tarrihi yazabiliriz” dedi ve ekledi.. “Yazın! Modern zaman tarihçileri, tarihin efsaneden yani dedikodudan koparak bir bilim kimliği kazanmasını, MÖ yaklaşık 400’lü yıllarda yaşayan Herodot’a bağlarlar..” Sonra birden kürsüden kalktı.. “Peki niçin Herrrodot?” Sınıfta belli belirsiz bir mırıldanma oldu.. Çünkü Cevdet Bey, kendi namının kaynağını açıklamıştı.. “Dedikoduyu bırrak!” ünlemesiyle bir kez daha titredik.. “Herodot’un olduğu yerde dedikodu olmaz!” Cevdet Bey, “işte Herodot..” diyerek oturdu ve devam etti; “Herodot öncesi olaylar, dedikodusal efsanelerden ibaretti.. Belirsiz tarihlerden ve belirsiz tanıklardan aktarılan olayları, tarihte ilk kez Herodot araştırıp doğrulanabilir hale getirdi.. Tarihte ilk kez Herodot bu bilgileri kronolojik olarak sıraladı ve bilimsel bir yorum getirerek sorguladı..” Devamında yine birden ayağa kalktı ve “r” seslerini titreterek; “Tarih; ilkeleri, kuralları, yasaları olan bir bilimdir! Tarih, tarih biliminden habersizleri kesinlikle affetmez!” dedi..
Tarih bilincimize tan yeri olan “Herodot” namlı Cevdet öğretmenimiz, “Tarih; coğrafyanın saatidir” cümlesini söyleyerek saatini koluna takmış, “Coğrafya da tarihin zembereğidir!” diyerek haritayı koltuğuna sıkıştırmış ve “Yazın! Yasa bir: İçinde bulunduğumuz coğrafyada yaşadığımız tarih birliği, yurttaşlık bilincimizin de kaynağıdır” diyerek o tarihi ilk dersini bitirmişti.. Sınıftan çıkarken, “Tarih biliminden habersizlerin tarihi üzerinde bir sonraki derste müzakere var” hatırlatmasını da unutmamıştı!
Eğitimdeki hasretimizin tarifi olan Köy Enstitülü akışlı Cevdet Bey’den ne zaman söz etsem, kimi arkadaşlarım; “Gerçekten böyle bir öğretmen var mıydı? Yoksa bu bir efsane mi?” diye sorarlar.. Okullarda ders başı yaptığımız bu ilk günde rahmetle anıyorum önce Herodot Cevdet gibi Köy Enstitülü çıkışlı veya akışlı yahut nakışlı öğretmenlerimizi.. Ve selamlıyorum sonra “eğitimdeki hasretimizle” tüm öğretmen arkadaşlarımı..
Selam ve saygılar…