Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bizler yoğun bir güne uyandık bu sabah. Evin bütün odalarında, açık valizler, ortaya dökülmüş giysiler, sağa sola dağılmış kitaplar öylece durmuş toplanmayı bekliyor… Yaz geçti, okullar açıldı şimdi son gelen konukların ayrılık zamanı geldi ve bu sabah evden ayrılma zamanı işte. Her ayrılık bir sıkıntı, bir üzüntü bendeniz için.
Evet kocaman bir liman yüreğim evim. Uzaktan gelen, sıkıntıda olan, derdi tasası kendini aşan gelir ve demir atar yamacıma birlikte sayılı günler yaşarız. Bazen zamana yetişiriz ama çok zaman kaçar gider önümüzden. Kaçıp giden zamana çok içerleriz, çünkü buruk ve kırık ayrılık demektir bizim için ve zaman aslında hiçbir zaman yeterli değildir ayrılmak zorunda olanlara.
“Zamanı gelen gider” diyoruz. “Önünde duramazsınız peki kim bu zamanı belirleyen? Günler, saatler aylar mı, yoksa yürek mi? Bazen o, bazen o, bazen ikisi birden. Ama hangisi olursa olsun sonuçta yürek ağır ve hımbıldır her ayrılık öncesi ve sonrası. Ve akıl, ah aklımı seveyim o olmazsa garip yüreğim ne yapardı.
Şimdi olduğu gibi iniltisini kimse duymasın diye sımsıkı kapardı ağzını, dişleri kenetlenir birbirine sanki bir şey yokmuş gibi sessiz ve dalgın izlere, etraf dağılmış eşyaların valizlere doldurulmasını. Eski bagaj fişleri koparılıp masanın üzerindeki kaseye atılır, buruşuk gazeteler mendiller falan. Her zaman illa bazı şeyler unutulur… Peki insan neden unutur? Unutur çünkü -kendimden biliyorum-tamamen yitmek istemez konaklamakta olduğu yerden illa ondan bir şeyler kalsın ister ardında. Bilinçli ya da bilinçsiz…
“Sonra göndeririz” deriz. Sevinerek aslında bizimde hoşumuza gider. Gidenden bir şeylerin ardında kalması… Ve aslında ve kısaca her ayrılık, depresyon demektir bendeniz için. Ve içimdeki limanı yok etmek dürtüsüdür!
Kardeşim dolanıyor şimdi dışarıda, nar ağacının resimlerini çekiyor nihayet nar ağacım bir meyve verdi şimdi onun büyümesini bekliyoruz. Her sabah ve akşam ilk işimiz onu sevmek, sulamak ve okşamak tatlı sözlerle. Resimleri götürecek yanında, belki bir daha geldiğinde onun yerine birçok nar bebeği görecek, kim bilir? Valizler toplandı, alınacaklar alındı, şimdi dışarıda bazı işler var. Hoşça kalın denecek arkadaşlar. Yıkık dökük yara bere içinde olan sevgili İskenderun’a şöyle bir bakmak var. İlk görüyormuş gibi.
& & & & &
Ve keşke insanlar artık bilseler ki akıl başta, saçta değil. Ve takva giysisi bütün giysilerden güzeldir. Ve herkes istediği gibi toplumu germeden -ki toplumda gerilmek için sürekli aranır başka işi yok ya- istediğini giyebilir ya da giymeyebilir. Giysiye takmak kafayı, bu ortamda sadece gündem oluşturmaya çalışmak ve paye vermektir diye düşünüyorum.
Ve paye verenlerden olmamak için yazımı burada kesip kardeşimle sayılı saatlerimi doldurmak istiyorum. Şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlikle hep birlikte kalalım diyorum sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
Ve bir kıssa okuyalım birlikte ne dersiniz?
Ayakkabıcı
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini öntarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp: “Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!” Çocuk, ona dönerek: “Gerçekten çok güzeller!” diye tebessüm etti. “Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.”
“Bence önemli değil!” diye, atıldı adam. “Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.” Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü: “Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.” Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp: “Anlayamadım!” dedi. “Neden öyle olsun ki?”
“Çok basit!” dedi, adam. “Eğer vicdanımız yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler…” Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek: “Baktığın ayakkabı, sana yakışır!” dedi. “Denemek ister misin?” Çocuk, başını yanlara sallayıp: “Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!”
“İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!” dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.” Çocuk biraz düşünüp: “Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?”
“Amma yaptın ha!” diye güldü adam. “Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.” Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek: “Üstelik de öğrencisin değil mi?” diye sordu. “İkiye gidiyorum!” diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.”
“Tamam işte!” dedi adam. “5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!” Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek; “Benim satış işlemim bitti!” dedi. “Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.”
“Şaka mı yapıyorsunuz?” diye kekeledi çocuk. “Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?” “Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..” dedi, adam. “Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.”
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu gerivererek: “Bana göre 20 lira yeterli..” dedi. “İndirim mevsimini başlattınız ya!..” Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip: “Babam haklıymış!” dedi. “Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!” demişti.
Günün Şiiri
Ayrılık Hediyesi
şimdi saat sensizliğin ertesi
yıldız dolmuş gökyüzü ay-aydın
avutulmuş çocuklar çoktan sustu
bir ben kaldım tenhasında gecenin
avutulmamış bir ben…
şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
ki bu yaşlar
utangaç boynunun kolyesi olsun
bu da benden sana
ayrılığın hediyesi olsun
soytarılık etmeden güldürebilmek seni
ekmek çalmadan doyurabilmek
ve haksızlık etmeden doğan güneşe
bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
mülteci isteklerim oldu ara sıra, biliyorsun..
şimdi iyi niyetlerimi
bir bir yargılayıp asıyorum
bu son olsun be..bu son olsun!
bu da benim sana
ayrılırken mazeretim olsun!
şimdi saat yokluğunun belası
sensiz gelen sabaha günaydın!
işi-gücü olanlar çoktan gitti
bir ben kaldım voltasında sensizliğin
hiç uyumamış bir ben…
şimdi dişlerimi sıkıp
dudaklarıma kanamayı öğrettim
ki bu kızıl damlalar
körpe yanağında bir veda busesi olsun
bu da benden sana
heba edilmiş bir aşkın
son nefesi olsun…
kafamı duvara vurmadan
tanıyabilmek seni
beyninin içindekileri anlayabilmek
ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü
bütün saatleri öylece durdurabilmek için
çıldırasıya paraladım kendimi
lanet olsun!
artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
olsun be! ne olacaksa olsun!
bu da benim sana
ayrılırken şikayetim olsun
(gözyaşım utangaç boynunun inciden kolyesi olsun her damla vefasız teninde bir veda busesi olsun isterim sende ben gibi yan ömrüne hep ağla hep ağla bu benden son dua bu benden ayrılık hediyesi olsun…)
Yusuf HAYALOĞLU
Günün Sözü
Akılsızlar hırsızların en zararlılarıdır: Zamanınızı ve neşenizi çalarlar.
W. Von GOETHE
İnsanın bir şeyi öğrenebilmesi için her şeyden önce o şeyi sevmesi gerekir.
W. Von GOETHE
Tevazu ile konuşmayan bir kişi, zamanla bununla ilgili bütün kelimeleri de tamamıyla unutabilir.
KONFÜÇYÜS