Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah geçmişten geldim, çok uzaktan… Her gece, değişik bir güne gebe; aynı gibi görünse de her şey, aslında hiçbir şey aynı değil yeni doğan günde!
Belki her sabah 300 yıl öncesinden dönüyoruz yeni bir güne? Ya da dünyanın öbür ucundan belki başka hayatlar yaşıyoruz uyuduğumuzu sandığımız saatlerde kim bilir ki? Belki bedenimiz ve ruhumuz bin yaşında? Bu yüzdendir bazen sabah uyandığımızda alnımızda oluşan kırışıklar, sinirli halimiz, yorgun, isteksiz, huzursuz oluşumuz? Rahat uyumadım deriz bu duruma kılıf uydurmak için ama belki aslında çok uzaktan gelmişiz? Belki yol işçileriyiz neden, niçin yolu kazdığımızı bilmeden, şuraya buraya ama asıl gereken değil de hiç ilgisi olmayan yerlere rögar delikleri açmışızdır, üstelik yeni yapılan asfaltı kırarak ilk yağmurda yeniden sokakları taşıracak? Yorgun ve isteksiziz güneş altında lak -lak yapmaktan zahir.
Ya da güzel bir iş yapmanın rahatlığı ve rahatsızlığı ile geliriz geçmişten belki en az yüz aileye yiyecek, giyecek, kitap yardımı yapmışızdır, içimiz kıpır kıpırdır, mutlukla acı arasında çarpar kalbimiz çünkü gerçek istediğimiz yardıma muhtaç kimsenin olmaması bu yüzden mutluluğumuz acıyla kardeş!
Belki Justinyen zamanındayız, Ayasofya’da dolaşıyoruz, dinimiz ne? İnancımız ne? Kimin umurunda, sen kendini biliyorsun Allah da biliyor ya daha ne diyoruz. Güzelliğe, ince sanata odaklanıyoruz, dolaşıyoruz dehlizlerini kıvrım-kıvrım merdivenlerinden çıkıyoruz giysilerimiz güne uygun.
Belki sevdiklerimizle birlikteydik, yıllar önce kaybettiğimiz, belki uyandığımızda masanın üzerinde sıcak simit, günlük gazete ve bir demet nergis olan tarihten önceki bir günde yaşamışız gece boyu? Belki o basit ve elle tutulur mutluluğu yudumlamışızdır? O zamanda özlemle geliriz geçmişten yorgun argın değil süklüm püklüm yenilmiş, hırpalanmış, özlemiş hissederek.
Belki başka bir gecede uyuduğumuzu sandığımız; yedi uyurlarla geziye çıkmışızdır Arafat’ta.
Valla olabilir de, olamaz da… En iyisi fazla düşünmemek… Bendeniz için uyanmak, vicdan azabı yaşamak, vicdan azabı düşünmek, kafa azabı düşünmemek ölüm! Ve öyle bile olsa bu güne uyandık artık yapabileceğimiz ya da beğenip evetleyebileceğimiz bir şey yok. Bize biçilen hayatı sımsıkı, yakıştı, yakışmadı hiç düşünmeden giyinmek zorundayız! Ya da zaten giyinip gelmişiz? Onun için zaten her sabah uyandığımızda bazılarımız çok düşünmeyiz, rutin işlerimizi yapar, rutin düşünür, rutin yaşarız! Eskicilere kızarız, günde beş kez sokaktan bağıra çağıra geçtikleri için bazen “yoksa” diye sorarız. Ne de olsa zaman bu zaman?
Güneşin altında gezen dondurmacıya acırız, başına güneş girecek, sesi kısılacak diye korkarız ama her zaman hep aynı bağırır. “-Dondürma liymonnn…” Birde yılların eskitemediği acayip bir satıcı var çocuklumdan beri geçer sokaktan, ne sattığını bilirim ne de yüzünü tanırım ama sesi milyon kişinin sesinden ayrıt ederim. Bir ses hiç değişmez, aşınılıp eskimez mi? Asla! Sanki ilk duyduğum gibi! Oysa bendenizin sesi saniye başı değişir maşallah ya hışır-hışır olur ya da boğazımda düğüm-düğüm ya da kaygısız şakır gider. Ama asla tek düze kalmaz kalamaz.
Ve düşünüyorum bu sabah ellerim yüzümde 300 yıl öncesinden gelmiş gibi. Peki ya 300 yıl önceki gibi olsaydık ve bu güne uyansaydık? Tüylerim diken-diken oluyor! Dehşet bir şey olurdu. “Lütfen Allah’ım olmasın böyle bir şey” diyerek bağdaşımı bozdum, ellerimi yüzümden çektim, hızla kalktım “gün bugün kaçırma” dedim kendime.
Ve sevgili okuyucularım bazen insan aklı işte neler düşünür neler. Valla delilikle akıllılık arasında ince bir çizgi var, sağlam durmak şart, yoksa delirmek işten bile değil! Ve bu yaşadığımız zaman aslında bizi delirten.
Ve şimdilik her şeye rağmen Araf’ta kalmayalım ve gülümsemeyi seçelim, dünyada asık suratlı diye biliniyoruz valla yakışmıyor. Sağlık ve sevgiyle kalalım, sevgili okuyucularım ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Denizkestaneleri
Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu Kişinin, sahile vurmuş denizyıldızlarını denize attığını fark eder ve “Niçin bu denizyıldızlarını denize atıyorsun ?” diye sorar. Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi, “Yaşamaları İçin” yanıtını verince, adama şaşkınlıkla: “İyi ama burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkân Yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki ?” der.
Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan kişi, “Bak Onun İçin Çok Şey Değişti,” karşılığını verir.
& & & & &
Kötü Huy Diken Gibidir
Mevlânâ hazretleri, Mesnevi’de kötü huyun insanın nefsine ve çevresine nasıl bir eziyet yaptığı hakkında şöyle bir hikaye anlatır: Huysuz adamın biri bir gün herkesin gelip geçtiği yol üzerine dikenli çalılar diker. Yoldan geçenler her ne kadar “Bunları buradan sök at” dese de o bunların hiçbirine kulak asmaz. Yine kendi bildiğini okur. O dikenli çalılar büyür yoldan geçen halkın ayağına takılır, onlara eziyet eder. O yoldan geçenler perişan olur. Bu durum valiye kadar intikal edince vali onu yanına çağırır. Dikenleri sökmesi için emreder. O da sökerim diye söz verir; ama bugün yarın diye ertelemeye devam eder. Ne sökmem der ne de sökmeye teşebbüs eder.
Bir gün vali onu yanına çağırır; “Verdiği sözde durmayan adam, emrimi uygula!” diye sıkı sıkı tembihler. Ağır ikazlarda bulunur. Çalıları diken huysuz adam da şöyle der: “Önümde hayli günler var. Merak etme nasıl olsa günün birinde sökerim.” Vali ise çabuk olmasını söyler ve onu uyarmaya devam eder. Ama adam sözden anlamaz. Dikenler de kök salıp büyümeye devam eder. Mevlânâ, hikayenin bu kısmında bir işi yarına ertelerken zamanın su gibi akıp gittiğini söylüyor ve; “Her gün sen yarın bu işi görürüm diyorsun ama günler geçip gittikçe o dikenler daha da kuvvetleniyor. Onu sökecek olan da ihtiyarlıyor, kuvvetten düşüyor. Sen de her bir kötü huyunu bir diken bil. O dikenler kaç keredir senin ayaklarına battı. Kaç kere oldu seni kötü huyun yaraladı. Sen kendi tabiatından hastalandın da duygusuzluğun yüzünden habersizsin. Çirkin huyunun da başkalarını rahatsız ettiğini bilmiyorsun. Sen şu dikeni gülfidanı haline getir. Gülfidanı ile onu aşıla. Böylece sendeki dikenler gülfidanı haline gelsin. Eğer sen de şerri gidermek istiyorsan, ateşin gönlüne hakkın rahmet suyunu dök.”
Mevlânâ, burada nefsinin kötü arzularına düşmeyi dert edinmeye dikkat çekiyor ve diyor ki: “Nefsinin ateşi söndüren sonra, gönül bahçesine dikersen biter. Laleler, ak güller, güzel kokulu çiçekler yetişir. Sözün kısası; işini yarına bırakma. Çabuk tövbe et de istiğfarı yarına bırakma. Yıl geçti ekin vakti geldiğinde sende yüz karalığından başka bir şey kalmaz.
Beden ağacının köküne kurt düştü. Onu söküp ateşe atmak, kulluk yaparak iyi işlerle onu öldürmek gerek.”
Günün Şiiri
Dostluk
Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi…
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı….
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!
İnsanlar vardır; derin bir okyanus…
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.
İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu…
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.
İnsanlar vardır; sakin akan bir dere…
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı…
İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan…
Can YÜCEL
Günün Fıkrası
Delileri uçağa bindirmişler, bir şehirden ötekine naklediliyorlardı. Ama o kadar çok gürültü yapıyorlardı ki, sonunda pilot dayanamadı, uçağı ikinci pilota teslim ederek içeride ne olup bittiğini görmek istedi. Deliler uçakta hep bir ağızdan bağırıp çağırıyorlardı. Baktı, en başta, bir deli, ötekilere uymamış, akıllı, uslu oturuyordu. “Sen neden bağırmıyorsun?” diye soracak oldu.
Adam: “Ben bunların öğretmeniyim, diye cevap verdi.Onlarda benim öğrencilerim.Şimdi teneffüsteler de onun için ses çıkartmıyorum.”
Pilot, çaresiz yerine döndü. Bir süre geçti. Bir an geldi ki sesler büsbütün kesiliverdi. Pilot: “-Aman çok güzel! diye sevindi. Herhalde kendinin öğretmen olduğunu sanan deli, ötekileri derse almış olsa gerek” diye düşündü.
Ama dakikalar geçiyor, arkadan hiç bir ses seda çıkmıyordu. Pilot biraz daha bekledikten sonra merak etti. Gidip bakmak istedi. Bir de ne görsün! Uçağın kapısı açık ve içeride öğretmenden başka kimsecikler yok. Dehşetle sordu: “-Öğrencilerin nerede?” diye…
“-Dersler bitti. Hepsini evlerine gönderdim!”
Günün Sözü
Sabrı olmayanlar ne kadar fakirdirler.
Shakespeare
İnsanların En İyisi, İnsanlara İyilik Edendir.
Hz. Muhammed
Kelimelerin kuvvetini bilmeyen insanlarla esaslı bir konuyu konuşmak mümkün değildir.
KONFÜÇYÜS