Arapça “kardeş” anlamına gelen “ah” sözcüğünün çoğuluydu “ihvan..” Ya insan? İnsanın “genel kabul gören” bir tanımı var mıydı? “İnsan nedir? Felsefenin ilk sorusudur bu ve başlıca sorunudur. Nasıl cevap vermeli buna?” Bu sorular toplumcu hümanist düşünce insanı Gramsci’ye aitti.. Devamında “Bizi ilgilendiren her insanın ne olduğu değil, her insanın her an ne olmakta olduğudur” diyor ve ekliyordu: “Öyleyse insan bir süreçtir ve kesin olarak kendi davranışlarının sürecidir.” (Seçmeler, s.51, Belge Y. 1997) Gramsci, acaba insan kendi “özgür iradeli” davranışlarının sürecinde mi var olandır demek istiyordu? Eğer kastettiği bu ise, bu halde insan her an ne olmakta olduğuna yönelik tercih hakkına da sahipti.. Dolayısıyla gayri ihtiyari veya mekanik davranışlar sürecindeki varlıklar, insansı görünseler de insan olarak var olamazdı.. Sonuç? Şu; İnsanlığımızın vicdanını kanatan tüm resimler, gayri ihtiyari veya mekanik davranışlar sürecindeki insansı varlıklara aitti..
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin İlk maddesi; “Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar, akıl ve vicdan sahibidirler; birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar” yargısı yer alıyordu.. Mademki, yüce değerler daha doğumunda vardı, bu halde insan; “özünde yücelik olan varlıktır” hükmüyle tanımlanabilirdi.. Kardeşçe davranış sürecinin emek, sevgi, barış değerlerini içerdiğini de zikrederek elbette.. Bu tanım aslında, insanın “Tanrısal nefha” anlamında “yüceliği içerdiğini” ve bu nedenle de “eşrefi mahlukat” olduğunu, dolayısıyla insani öz anlamında en güzel kıvamda (ahseni takvim) yaratıldığını anlatan inancın da beyanıydı.. Duyumsayabiliriz diye düşünüyorum ben, “Kainatın aynasıyım, Madem ki ben bir insanım, Hakkın varlık deryasıyım, Madem ki ben bir insanım..” duyumsayışıyla Aşık İsmail Daimi misali “akıl ve vicdan şerefelerimizden” eşrefin anlamını..
Duyumsayabiliriz Yunus’un sevgi, barış şerefelerinden, insana duyulan saygının dayandığı değer bağlamında; “Sen sana ne sanırsan, Başkasına da onu san.. Dört kitabın manası budur eğer var ise” nefesinde şerefin anlamını..
“Yüksekte olan, yukarıda bulunan” anlam vardı şeref sözcüğün Arapça köklerinde.. Bu anlamından dolayı şerefe deniliyordu zaten minarelerin balkonlu mekanlarına.. Dil sofrasında düşünce açlığımı gidermeye çalıştığım (ki “Harput” türkülerini dinlerken gözlerimden inen tuzlu sularda “sılayı rahim” yaptığım; hüzünlü hatıralarını “Hazar Gölü” şiir akşamlarında sakladığım) babam Münir, “yalnız kal (söz) değil, aynı zamanda hal ehli de olmaktır” hatırlatmasıyla şerh ederdi “eşrefin” anlamını sohbetlerimizde.. Okurdu mesela bu bağlamda akıl ve vicdan şerefelerinden duyumsayarak; “Bir kudret-i külliye var ulvî ve münezzeh, / Kudsî ve muallâ, O’na vicdanla inandım” dizeleriyle başlayan Tevfik Fikret’in, “Haluk’un Amentüsü” adlı şiirini.. Ve devam ederdi; “Rû-yi zemin vatanım, Nev-i beşer milletim… İnsan, / İnsan olur ancak buna iz’anla, inandım.. // Ebnay-ı beşer birbirinin kardeşi.. Hülya! / Olsun, ben bu hülyaya da bin can ile inandım. // Kan şiddeti, şiddet kanı besler; bu muâdât, / Kan ateşidir, sönmeyecek kanla inandım.”
Fikret’in, bu gün “ihvanım insan” duyumsayışıyla yeniden okuduğum söz konusu şiirini ilk gençlik yıllarımda ilk kez babam Münir’den dinlemiş ve fakat (konuşma açlığımı öne çıkarıp yüreğimin kulağını kendi sesimle kapattığımdan olsa gerek) sözlerinin anlamını derk edemediğimden kayıtsız kalmıştım.. Benim kayıtsız kaldığımı gören babam; “Yüce bir kudrete imanla yeryüzünü vatan, tüm insanları kardeş kabul eden, şiddeti ve kan dökülmesini reddeden sözler, idrak sahibi eşrefi mahlukat insanların vicdanlarında kayıtlıdır” cümleli ders notuyla, sözlerin anlamını derk etmeme yardımcı olmuştu.. Sonraki yıllarda, İsmet Özel’in; “İnsan, Eşref-i mahlukat derdi babam” dizesiyle başlayan ve “Pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu, Ham yüreğin pütürlerini geçtim, Gövdemi alemlere zerk ederek, Var oldum kayrasıyla Var edenin, Eşref-i mahlukat, Nedir bildim” dizeleriyle biten “Amentü” adlı şiiriyle karşılaşınca; vicdanıma kayıtladığım Fikret’in şiirini tam olarak idrak ettiğimi söyleyebilirim.. Ki Fikret de zaten söz konusu şiirinde; “Fıtratta tekamül ezelidir; bu kemale / Tevrat ile, İncil ile, Kur’an ile inandım” diyor ve “Aklın, o büyük sâhirin i’câzı önünde, / Batıl geçecek yerlere hüsranla, inandım.. // Bir gün yapacak fen şu siyah toprağı altın, / Her şey olacak kudret-i irfânla… inandım!” dizeleriyle bitiriyordu..
Ve fakat ah! Akıl ve fenle siyah toprağı altın yapsak da, ham yüreğimizin pütürlerini geçip “ihvanım insan” duyumsayışıyla hal ehli olmadan, “Ebnay-ı beşer birbirinin kardeşi” dememiz insanlığımızın vicdanını kanatan savaş resimler karşısında hep sözde kalıyordu..
“Bak şu bebelerin güzelliğine, Kaş destan, göz destan, Elleri kan içinde” dizeleriyle tasvir ediyordu Hasan Hüseyin, Acıyı Bal Eyleyerek o resimleri.. Ve “Kör olasın demiyorum, Kör olma da gör beni” efkarıyla devam ediyordu; “Hor baktık mı karıncaya, Kırdık mı kanadını serçenin, Vurduk mu karacanın yavrulusunu, Ya nasıl kıyarız insana // Gün gün ile barışmalı, Kardeş kardeş duruşmalı, Koklaşmalı söyleşmeli, Korka korka yaşamak ne..” Takvimlerin dünkü yaprağında “Dünya Barış Günü” yazılıydı.. Yazabilmek aslında her günümüzde barışı..
Selam ve saygılar…
Yüreğinize sağlık öğretmenim …