Bu durum ileri bir adımdır, insanlaşmanın ve uygarlaşmanın ifadesidir. Çünkü artı ürünün ortaya çıkması açlık ve beslenme sorununda bir devrimdir. Daha önce yabancı boylardan klana katılan kişiler beslenme sorunu nedeniyle öldürülürdü. Artı ürünün ortaya çıktığı sistemde, üretimin bollaşması sonucu, öldürmek yerine o kişilerin emeğinden yararlanmak devreye girdi ve böylece köleleştirme başladı. Köleleştirme öldürmeye nazaran ileri bir adımdır. Sınıfların ve özel mülkiyetin egemenlik aracı olarak devletin ortaya çıkması da ileri bir olaydır. Klanlar, boylar, topluluklar arasında bitmek tükenmek bilmeyen yağma ve talan savaşlarını önleyici bir güç oluşmuştur. Topluluk içinde anarşi ve kargaşa yaratan, sistemin kurallarını bozanlara karşı yaptırım gücü olan bir kuvvet ortaya çıkmıştır. Devlet, koyduğu hukuk kurallarıyla toplumun huzur ve barışını korumaya çalışmıştır.
Ailenin doğuşu da insanlık tarihinin en büyük devrimlerinden biridir. İlkel toplum, daha çok örgütlenmemiş bir sürü toplumudur. Birliktelikleri hayatın zorunluluklarından kaynaklanmakta; daha çok yaşama içgüdüsü ve refleksi göstermektedirler. Aile ise insanın bilinçli bir seçimi ve örgütlenmesidir. Daha da önemlisi aile içgüdüsel bir davranış değil, insan iradesiyle oluşan sevgi, aşk gibi duygular temelinde yükselen bir kurumdur. İlkel topluluğun kadın erkek ilişkileri hayvani özellikler taşırken, aileye geçiş ise insani bir tavırdır. Hatta kanımızca insanı insan yapan, insanın maddi değerler üretmesi değil, manevi değerler üretmesidir.
Her canlı beslenir, besin biriktirebilir, barınak yapabilir, can güvenliği için çalışabilir, hatta sosyalleşebilir ama insan dışında hiçbir canlı kültür, sanat, edebiyat, sevgi, aşk üretemez. O açıdan aile insan uygarlığında dev bir adımdır.
Her toplumsal devrim bütün insanlığa olduğu gibi kadına da yeni hak ve özgürlükler getirmiştir. İlkel toplumda üretim kıtlığı ve beslenme sorunu nedeniyle yabancı klan ve boylar tarafından ele geçirilen kadının, köleci toplumda emeğinden yararlanmak amacıyla yaşamasına izin verilmiştir. Ancak köleci toplum kadını metalaştırmıştır. Bu toplumda kadın sahip olunan ve alınıp satılabilen canlı bir eşyadan başka bir şey değildir. Hatta saraylarda cariye ve seks kölesi olarak dahi kullanılmıştır. Yaşama hakkı dışında hiçbir hak ve özgürlüğe sahip değildir, zaman-zaman sahipleri tarafından öldürüldükleri bile olmuştur.
Tarım devrimleriyle yerleşik hayata geçen feodal toplumlarda kadın kölelikten kurtulmuş, ancak bu kez de kilisenin ve dinin yoğun ideolojik ve kültürel baskılarına maruz kalmıştır. Ortaçağ, kadına sadece serf, maraba, yarıcı gibi emek sömürüsünü değil daha çok engizisyon anlayışının egemen olduğu toplumsal baskı cehennemini yaşamıştır. Diri-diri gömülen, taşlanan, kaynayan kazanlara atılan, ateşlerde yakılan, cadı olarak ilan edilen Ortaçağ kadınıdır.
Devrimci burjuvazinin önderlik ettiği kapitalist demokratik devrimler, toplumun bütün sınıf ve tabakalarını olduğu gibi kadınları da görece özgürleştirmiştir. Ekonomik olarak kadın, ilk kez kendi işgücünün sahibi özgür işçiye veya üreticiye dönüşmüş, kültürel olarak da yurttaş olmuştur. Ancak özellikle vahşi kapitalizm döneminde üretimin zorlanması, işgününün uzunluğu, çalışma şartlarının zorluğu, sermayenin yoğunlaştığı baskı ve sefalet en çok kadınları etkilemiştir. Avrupa ve Amerika kapitalizminin baskı ve zulmüne karşı 1 Mayıslar, 8 Martlar kadın işçilerin kanıyla, teriyle kazanılmıştır.
Kapitalizm, 19. yüzyıl sonlarına doğru bütün ilerici ve devrimci özelliklerini yitirerek tekelleşmiş ve gerici, hegemonyacı ve emperyalist bir karakter kazanmıştır. Emperyalizm, kapitalizmin çocuğudur ve dünyanın gördüğü en zalim sistemdir. Hem doğduğu anasını katletmiş hem de dünya halklarının kanını emmiştir.
Emperyalist burjuvazi açısından kadın, beyni, kalbi, düşünceleri ve duyguları olmayan bir süs eşyasıdır. Onlar için kadın, cinsiyetinden, bedeninden, saçlarından, güzelliğinden, gülüşünden para kazanılacak bir maldır. Vitrinlerde, reklamlarda, şovlarda, gösterilerde kullanılacak bir eşyadır. Emperyalizmin kadın kültürü, barıyla, pavyonuyla, kumarhanesiyle, batakhanesiyle, müziğiyle, sinemasıyla, erkeğin seks dünyası ve pornografik yozluktur. Aslında Ortaçağ’ın yobazlığıyla emperyalizmin yozluğu ikiz kardeştir. Çünkü her ikisi de kadını bir seks aracı, çocuk doğurma makinesi ve yemek yapma robotu olarak görmektedir.
Emperyalist sistem 150 yıldır, bir taraftan kadınları metalaştırırken, ticarileştirirken, köleleştirirken, yozlaştırırken diğer taraftan da devrimci ve demokratik kadın hareketinin fitilini ateşlemiştir. 20. yüzyıl, dünyada kadın mücadelesinin dev adımlarla geliştiği yüzyıldır. Gerek gelişmiş kapitalist ülkelerde, gerekse de gelişmekte olan ve ezilen dünya ülkelerinde emperyalizme karşı kadınlar ayağa kalkmıştır. Özellikle ezilen mazlum milletlerin emperyalizme karşı millî bağımsızlık ve devrim mücadelelerinde yüz binlerce kadın önder en ön saflarda yerini almıştır.
(Devam Edecek)
Sadık KARAKAŞ
Bu vesileyle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınların Gününü kutlarım. Gazetemizin Emekçisi Helga kardeşimin gününü ayrıca kutlarım.