Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu aydan sonra yani eylülde okullar açılacak ve garip bir koşturma içinde olacağız. Ödenmemiş kredi kartları, ev arayan gençler, yeni okulları ile tanışacak olan çocuklar. Aileler hem geçim sıkıntısında hem de her şeyin en güzelini sunmak derdinde çocuklarına ve bütün bunlar sinirleri gerdikçe geriyor, kimisi battı balık diyor çok takmıyor kimisi çok fazla takıyor…
Hiçbir şeyden olmasa mevsim zaten artık sonbahar olması dolayısı ile hüzün yüklü olacak. Sıcaklar bu hüznü gölgelese bile yinede engelleyemeyecek, belli belirsiz bir hüzün yüklenir herkes özellikle yaz aşklarından ayrılıp okul telaşına düşen gençler, sanırım bu hüzün en çok onların hakkı olacak. Ama hüzünlü takılmanın nasıl, eksantrik bir yanı var anlatamam.
Nasıl hoştur, nasıl acı doludur, nasıl kırılgandır ve özeldir sanki dünya yalnız onun etrafında döner hüzün sahibinin. Sahibi diyorum çünkü öyle hüzünlü takılmak herkesin harcı değildir ha. Önce öyle bir romantik duygulu yanınız olacak, düş gücünüzde geniş mi geniş… Sahi siz hiç hüzün takılmadınız mı bir kez bile yaşamınızda? Ben takıldım ya hem de defalarca ve her mevsim dönüşünde üstelik öyle ah vah romantiklerinden olmadığım halde, düş kurup düşlerle yaşamadığım halde.
Ve iyi ki olmuşum ve olacağım valla. Belki kaygısız ömrümün en büyük hüznünü o yazlarda yaşadım, yalnız paylaşımsız ve dayanılmaz bir hazla (acaba salak mıyız mazoşist miyiz neyiz anlamıyorum ya, acayip ağrı çekiyorsun bir yandan? Ama bundan hoşnutsun?) ama olsun. Bence böyle bir hüzün yaşamayanlar çok büyük bir şey kaybediyorlar!
& & & & &
Ve o hüzünlü takılanlar ve yaşam kaygısı nedeni ile hüzünlü olmaya zaman bulamayanlar bir de pazartesi günleri pazartesi sendromu ile uyanabilirler. Yani aranızda en kaygısız olan ben bile, (yani hayatı her zaman tatil olan, ancak asla kaygısız olmayan) pazartesi sendromu yaşarım çoğu zaman. Ama ne tuhaf pazartesi geçti mi hafta bitti oluyor? Ne kadar kaygılı olsa da ne kadar hüzün takılsa da kişi… Ama ben diyorum ki sevgili okuyucularım kendinizi öyle şiş bir surat hafif sinirli ve isteksiz mi algılıyorsunuz zorla yataktan kalkamıyor musunuz, hemen duşa girin. Valla en güzel yolu, güne bir duşla başlamak, öyle şarıl, şarıl akan suların altında durarak kaslarınızı gevşetmeye çalışmak inanın çok iyi geliyor. Yani bende böyle yapıyorum. Gündüz sendromunun temelleri gece atılır o geceler yok mu? Bazen düşsel bazen bomboş…
& & & & &
Gece Sesleri
Gece seslerini dinliyorum şu an. Gece sesleri, gece kokuları gibi, gizemli eksantrik, bazen korkutucu bazen düşsel. Ve gece ne kokuyor biliyor musunuz? Yanık kokuyor, yanık, nerden gelir bu yanık kokusu nereye gider? Boğazım kavruluyor. Oysa Gazipaşa’da geceler çiçek kokar, gece çiçeği var adı ne bilmiyorum ama kokusu yayılır havaya ve sanki avucunuzun içinde ezilmiş gibi taze çam kokar hava, denizin kokusuna karışıp gelip odama dolar.
Bazen bu kokuların bana özel olduğunu sanıyorum, çünkü “ezik fesleğen, ezik çam kokusu geliyor burnuma” dediğimde yüzüme bakıyorlar, bunlardan haberdar bile değiller ne garip değil mi? Peki ama buradaki gecelerin yanık kokusunu yine yalnız ben mi alırım ki uyuyamam geldiğimden beri? Sanıyorum yine evet. Bir ödül ve bir ceza gibi?
Ve gece sesleri… Gece sesleri çok yoğundur önce vicdanınızın sesi en yüksek perdeden, kulaklarınızda çınlar, onu susturmak mümkün değil. Burada oturmuş gece fısıltılarının vicdanımın sesini susturmasını bekliyorum, bir köpek havlasa uzaktan, yok, yalnızca fısıltı dinliyorum sürekli birileri fısıldaşıyor, kalkıp sarkıyorum karanlık sokağa hiçbir yerde ışık yok peki bu fısıltılar nerden geliyor?
Gazipaşa’da fısıltılara karışan denizin kıyıya vuran dalgalarının sesi vardır “vuv vuv.” Ve bazen aşağıdaki fulyaların sesi gelir kulağıma, gece böceklerinin ve aniden ortaya çıkan traktörlerin homurtuları ve ben çok erken özlemeye başladım yeni geldiğim yeri! Ve şimdilik hoşça kalın demeliyim. Sağlılık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
Ve Bir Kıssadan Hisse Öyküsü
Ebû’l-Haseni’l-Harkânî (k.s)hazretleri şöyle anlatır: ‘İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, diğeri Allah Teâlâ’ya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allah Teâlâ’ya ibâdet eden kardeş, yaptığı ibâdetten, duyduğu hazdan dolayı kardeşine: ‘Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim, dedi. ‘Kardeşi kabul etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona: ‘Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık, deyince genç: ‘Ben Allah Teâlâ’ya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz, dedi. Ses ona: ”Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı’ karşılığını verdi.
Alıntı: Fazilet Takvimi 1997-Nisan
& & & & &
Adaleti ile dillere destan Gazneli Mahmut’un çekik yüzlü, uzun boylu, kuru ciltli, kalkık burunlu, köse biridir. Aynanın karşısına geçip yüzünün güzel olmamasından şikâyet ettiğini, durumu veziri Ahmet Hasan’a bildirdiğinde “Efendimiz, halkın sizi sevmesi için siz altını sevmeyin yeter” dediğini anlatır ve o günden sonra hazinenin altınlarını halka dağıtarak halkı zengin ederek devleti güçlendirdiğini, adaleti ülkenin her tarafına yaydığını ve “Sultan” lakabını ilk olarak hakkıyla onun kullandığını, sultanın yüzünü görmeyenlerin, sultanın adaletini gördüğünü anlatır.
(Nizamülmülk, Siyasetname)
Günün Şiiri
Mavi Yağmurluk
Yiğitliği, kahramanlığı, şânı
Bu kahpe dünyada unuturdum ben
Yanlı bir çerçevede ışıdı mı
Yüzün önümdeki masa üstünden.
Gün geldi ve sen gidiverdin.
Geceye attın aziz yüzüğünü.
Yazgını bir başkasına verdim,
Unuttum ben o güzel yüzünü.
Günler geçti, hep telaş içre,
Hayatımı yıktı şarap ve tutku…
Birden hatırladım ben seni ve
Gel dedim, gençliğime çağrıydı bu…
Çağırdım ama gelmedin nedense,
Çok gözyaşı döktüm, ilgisiz kaldın,
Mavi yağmurluğunu mahzun giyindin de
Yağışlı gecede benden ayrıldın.
Bilmem, gururun nereyi tuttu mesken.
Tatlımsın, sevgilimsin, her şeyimsin…
Mavi yağmurluğunla düşe daldım ben,
Yağışlı gecede giyip gittiğin…
Düş kurulmaz, yok artık şefkat ve ün.
Her şey bitti, geldi gençliğin sonu!
Yok artık yalın çerçevede yüzün,
Elimle masadan kaldırdım onu.
Aleksandr BLOK/Çeviri: Ahmet NECDET-Kanşaubiy MİZİEV
Ne Çok Enkaz
sizi bir yerlerden tanır gibiyim
galiba bodrum’daydı geçen yaz
t-shirt’leriniz vardı türkuvaz
pabuçlar ‘all star american’
ne tutucuydunuz ne de bağnaz
sabah kahvaltısında beethoven chopin
akşamları hacı ârif incesaz
ne çok enkaz
sizi bir yerlerden tanır gibiyim
sanırım bodrum’daydı geçen yaz
güngörmüş saçlarınız vardı beyaz
bakışlarınız alaycı ve delişmen
mavi yolculuklarda yıldız-poyraz
balık yemekten ve çok sevişmekten
gut’a yakalanmıştınız biraz
ne çok enkaz
sizi bir yerlerden tanır gibiyim
her halde bodrum’daydı geçen yaz
daracık sokaklarınız vardı çıkmaz
viskiyi çok sever az içerdiniz
gün boyu meyhane cafée-bar caz
“yine de en büyük rakı” derdiniz
iki cami arasında beynamaz
ne çok enkaz
sizi bir yerlerden tanır gibiyim
elbette bodrum’daydı geçen yaz
sözcükleriniz vardı ince mecaz
aşklarınızı şiirle yıkardınız
bir yığın kadın huysuz utanmaz
her biriyle ayrı yatardınız
bin türlü işve bin türlü naz
ne çok enkaz
sizi bir yerlerden tanır gibiyim
mutlaka bodrum’daydı geçen yaz
dostlarınız vardı köylü ve kurnaz
bireysel konularda acımasız
ülke sorunlarında vurdumduymaz
batı’lı düşünür doğu’lu yaşardınız
azıcık hicazkâr her dem şehnaz
ne çok enkaz
Ahmet NECDET
Günün Sözü
İnsansal öz, tek-tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Gerçekliği içersinde, bu, toplumsal ilişkilerin bütünüdür.
Karl MARX