Her 10 Kasım geldiğinde milletçe Atatürk’ü sevgi ve saygı ile yâd ediyoruz. 10 Kasım’da yapılan anma törenlerini gördükçe Türk Milletinin Atatürk’e ne büyük bir sevgi ve aşkla bağlandığını daha iyi anlıyoruz. Bir Fransız yazarın dediği gibi; “Türk Milleti Atatürk’e âşık, onu tam olarak anlamasa bile…” Gerçekten biz millet olarak Atatürk’ü tam anlamıyla anlamasak bile ona aşığız. Dünyada herhalde hiçbir devlet adamına nasip olmayacak bir sevgi Atatürk’e nasip olmuştur. Namık Kemalin, “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini” mısralarını; “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara maderini (annesini)” diye değiştirip ortaya atılan ve yedi düvele meydan okuyan kahramana aşık olunmaz mı?
Elli yedi yıllık ömründe başarıdan başarıya, zaferden zafere koşan ve bir milletin hayat tarzını büyük ölçüde değiştirebilen bir lider, herhalde dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiştir. Hiçbir zaman kibir ve gurura yenilmemiştir. Yaşı ve konumu ne olursa olsun milletinin bir ferdi ile konuşurken büyük bir ilgi ve sevgi ile konuşmuştur. Bir gün yurt gezisine çıkmak üzere Ankara garına geldiğinde bir adam koşarak gelir ve Atatürk’ün ayaklarına kapanır. Atatürk adamı ayağa kaldırır ve ona sorar: “Benden bir şey mi istiyorsun?” Adam hayır paşam hiçbir şey istemiyorum der. Atatürk tekrar sorar ve adam aynı cevabı verir. Bunun üzerine Atatürk; “Anladım sen benimle kucaklaşmak istiyorsun der ve adamı kucaklar.” Tren garında Atatürk’ü uğurlamak için gelen protokol mensuplarının ağladığı görülür. Ağlayanlar sadece onlar değildir. Atatürk ve kucakladığı adam da ağlamaktadır…
Atatürk ile ilgili anlatılacak çok şey var. Hepsi de ders alınacak olaylardır. Hele bunlardan bir tanesi devlet adamlarına ders olacak bir olaydır: Bir gün Fransız elçisi gelir ve Atatürk’ü Fransa’ya davet eder. Ziyaret programı büyükelçiye göre şöyle olacaktır: Atatürk Türk bayrakları ile donanmış bir savaş gemisi ile Fransa’ya gidecek, geminin yanaşacağı Marsilya Limanı da Türk bayrakları ile donatılacak ve oradan Paris’e geçilecektir. Tabii Paris’in de her tarafına Türk bayrakları asılacağı gibi, meşhur Eyfel Kulesi de kırmızı beyaz renklere boyanacaktır. Atatürk bu teklifi kabul etmez. Büyükelçi gittikten sonra yanındakilere; “Bunlar bizi hala anlayamamışlar, eski yöneticilerle bizi karıştırıyorlar. Şatafat ve gösterişin bizimle ilgisi olmadığını hala öğrenememişler” demiştir. Bazı devlet adamlarının büyük devletler tarafından davet edilip iltifatlara boğulmasını gördükten sonra Atatürk’ü takdir etmemek mümkün mü? Bugün bazı devlet başkanlarının, kralların, şeyhlerin ABD’de veya İngiltere’de saltanat arabalarında ağırlandıklarını, şatafata, gösterişe boğulduklarını görüyoruz. Eminim o ev sahibi ülkenin halkı ve idarecileri bu duruma içten içe gülüyorlardır.
Benim çocukluğumda Atatürk’ü anma gününde yani 10 Kasım’da insanları derin bir üzüntü kaplardı. Sanki Atatürk dün ölmüş gibi bütün okullar, radyolar matem programları yaparlardı. Okullarda öğrencilerin yüzü hiç gülmez, öğretmenler ise çok ciddi ve üzgün bir ifade ile bize Atatürk’ün nasıl ve ne zaman öldüğünü en ince teferruatına varana kadar anlatırlardı. Hele bir öğretmenimiz Atatürk’ü anlatırken hüngür-hüngür ağlardı. O çocuk aklımla bu davranışların yanlış olduğunu düşünürdüm. O büyük insanı çocuklara anlatırken daha dikkatli olunmalı diye düşünüyorum. Anaokullarından birinde çocuklara “Atatürk ölmedi o bizim içimizde yaşıyor” demişler. Bunun üzerine çocuklardan bazıları su içmeyi bırakmış. Nedenini sorunca da eğer su içersek içimizdeki Atatürk boğulur sonra demişler. Neyse ki öğretmenleri akıllı bir insanmış, çocuklara rahatlıkla su içebileceklerini çünkü Atatürk’ün çok iyi yüzme bildiğini söylemiş de durumu öyle kurtarmış.
Geçtiğimiz yıllarda görev yaptığım bir il’de 10 Kasım etkinliğine tanık olmuştum. Atatürk hakkında yapılan konuşmalardan sonra sıra Atatürk’ün sevdiği şarkıların öğrenciler tarafından söylenmesine gelmişti. İşte o zaman salonu dolduran öğrenciler ve halk büyük bir istekle tempo tutarak şarkıları hep birlikte söylemişlerdi. Atatürk’ün de kendisini ağlayıp sızlayarak değil, işte böyle sevinçle neşe ile anılmasını istediğine inanıyorum.
Her 10 Kasım’da büyük Atatürk’ü rahmetle, sevgiyle analım. Onun Türk Milleti için düşündüklerini, yaptıklarını konuşalım. Yapmak isteyip de ömrünün yetmemesi sebebiyle yarım kalan işleri konuşalım. Mesela kurduğu uçak fabrikasını, bu fabrikada üretilen uçakları ihraç edebildiğimizi, şimdi neden dışarıdan uçak aldığımızı, yurdumuzu dört baştan demir ağlarla ördüğümüzü ama şimdi neden bütün dünyanın tersine karayolculuğuna döndüğümüzü düşünelim. Eğer Atatürk’ü gerçekten seviyorsak ve onu, onun istediği gibi anmak istiyorsak ağlayıp sızlamakla zaman kaybetmeyelim. Onun Türk Milleti için istediklerini hayata geçirmek için çalışalım.