“İnsanı, insanlara, insanlarla anlatma sanatının adı” olarak tanımlanır tiyatro.. Perde öncesi rol dağılımı yapılır, perde arkası sahne hazırlanır ve perde açılır.. Anlatılanlar insanlığımızın hikayeleridir bu anlamda..
İsmet Z. Eyüboğlu, “Tarihin İlkeleri” adlı kitabında,“Evrende bilinç verilerine dayanarak, bilincin ışığında kendini kanıtlayan tek varlık insandır” diyor..
İyi de, peki; “İlke mi tarihi yapıyor yoksa tarih mi ilkeyi yazıyor?” Diyalektik düşünme ilkelerini tarihe yazan Marks; “İnsanları, kendi dramlarının hem yazarları ve hem oyuncuları olarak sunduğunuzda ilkeyi de tarihi de açıklamış olursunuz!” diyor..
Antropologlar, tiyatronun tarihini avcı toplumlara kadar götürüyor.. Bir av dönüşü kuruluyor ilk tiyatro sahnesi.. Yaşananları canlandırıyor insanlar.. Tiyatro tarihinin ilkesi oluyor insanlar önünde insanı anlatmak.. Sürecin devamında yüzlere takılan gülen veya ağlayan türü maskelerle oynanıyor roller! Şimdilerde makyajla yapılıyor maskeler..
Kendi dramlarımızın hem yazarları ve hem oyuncuları kabulünden hareketle soralım: Kaç perdelik bir tiyatro eseri hayatımız?
Vahyi habercilerden öğrendiğimize göre, büyük bir trajedi sonrasında yer almışız dünya denilen (ki Arapça anlamı içerisinde aşağıya düşürülme bulunan) alçak sahnede! Yüksek bir sahnede barış içinde yaşarken, Tanrısal nedenli yasaya karşı, (gerçekte yol kesici bir şaki olmasına rağmen sanki insanın dostuymuş gibi yaparak ‘rol kesen’ alim maskeli cahile aldanarak) epik bir tavır almış, kendi eylemimiz sonrası komik bir duruma düşmüş ve fakat trajik bir olay yaşamışız! Sonrası dramatik bir hayat..
“Bütün büyük olaylar tarihte iki kez yinelenir!” diyor Hegel ve ekliyor; “Toplumların tarihten aldıkları ders, tarihten hiç ders almadıklarıdır!”
“Tarihte olaylar en çok iki kez yaşanır doğru ve fakat Hegel eklemeyi unutmuş olmalı! Birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi!” diyor, insanlığın dostuymuş gibi rol kesen kapitalizmin tüm maskelerini düşürüp yol kesen yüzünü fotoğraflayan Marks da..
Henrik Ibsen, “Sanayi devrimini büyük ölçüde tamamlamış Avrupa’da, sanayicilerin ve tüccarların gelirlerindeki olağanüstü büyümenin yanı sıra, geniş emekçi kesimlerin olağanüstü sefalet ve yoksulluğunun toplumsal yaşamda var ettiği çelişmeleri” trajik bir şekilde anlatıyor “Bir Halk Düşmanı” adlı tiyatro eserinde.. Özetle konusu: “Dr. Stockmann kaplıcalarıyla ünlü bir kasabanın suyunun mikroplu olduğunu bulguluyor. Kaplıcalardan çıkar sağlayan güçlere karşı halkın sağlığı için mücadele ediyor. Ve fakat doktor halk düşmanı ilan ediliyor!”
Hegel, “trajik” olanı, “kahramanların iki ahlâk arasında kalmaları” olarak yorumlar.. Ve ekler: “Dolayısıyla kaçınılmaz olarak bağlı oldukları ahlâkın dışında kalan ötekiyle çatışmaya girer ve yenik düşer. Örneğin Kreon ile Antigone arasındaki çatışma.”
Antigone, Sophokles’in trajik bir tiyatro eseri.. Özetle konusu: “Antigone, Kral Kreon’un oğluyla nişanlıdır. Antigone’nin kardeşi, krala karşı savaşırken ölür. Kral, cesedin toprağa gömülmeden açıkta bırakılmasını emreder. Fakat Antigone emre karşı gelir ve kardeşini toprağa gömer. Kral, Antigone’yi ölünceye dek bir mağarada diri diri gömülmeye mahkûm eder.”
“Kostüm peruk maske” dizesiyle başlıyor Münir Rahim Harputlu da “Trajik Manifesto” adlı şiirine ve devam ediyor; “Dublör suflör listede / İsyan kayıtsız / Depoda Antigone / Replikler repoda / Perdeler fora / Ahlak vicdan / Kayalık çarpışması / Gemi yükü ölü / Sularla örtülü.” (G. Özdemir, Gizli Defter, Gece K. s.67)
‘Replikleri repodan’ suflörlü kimi oyuncular yüzlerine takılan maskeyi gerçek sanarak rol kesiyor günümüz sanal tiyatro sahnelerinde.. Dublör ararken düştükleri trajikomik durumlarda makyajlarını tazelemek için perde arkasına seslenirken düşen maskelerinden tanırız o kimilerin kimilerden olduğunu..
Tek perdelik hayat sahnesinde oynadığımız rolde, perde kapanmadan yapacağımız hesaplaşmamızın, maskesiz makyajsız perde arkası olası trajik sonuçlardan uzak olması dileğiyle..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com
Rolünü iyi yapan övgü alır belkide topluma örnek olur dileğiyle. Yazarımıza sevgi ve selamlar