Yaşam Vicdan Azabı…

0
70

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar bırrr acayip soğuk hasta olmayan kalmadı. Herkese acil şifalar dilerim. Tabi bendenize de gerçi çok şükür soğuk hava bendenizi etkilemez ama sokakta olanlar, doğal gaz musluklarını kapatanlar ve yoksullukla boğuşanlar işte bendenizi hasta eden şeyler. Ve hayatım, tek kelime ile kendimi bildim bileli bir vicdan azabı… Bazen azalan, bazen hayatımdan bezdiren… Ve bu günlerde kendini ateşe veren ve sonrasında onu tedavi edecek hastanesi bile olmayan Hatay’dan Mersin’e yollanan ve yolda hayatını yitiren baba, kardeş, eş Adem Yarıcı yalnız vicdanımı değil kalbimi de yaraladı, yaktı! Ne demek eve ekmek götürememek, ne demek kendini ateşe verecek kadar çaresiz olmak?

Biz nasıl insanlarız, komşumuz açken biz tok dolaşabiliyoruz? Söze gelince israfa, abartıya, yalakalığa, yandaşlığa mangalda kül bırakmayız ama gerçek çaresizliğin ne olduğundan bi haberiz ve gerçek yoksulluk budur işte. Ve ne yazık ki hızla vicdan, akıl, fikir, insanlık, ahlak yoksunluğuna doğru yuvarlanıyoruz! Adem Yarıcı olayı bunun kanıtlarından biri. Şahsen utanıyorum, şahsen çıldırıyorum, hadi kendini yaktı neden tedavi etmek için Mersin’e yollanıyor? Kocaman Hatay’da bu vakayla ilgilenecek bir tek bölüm yok mu? Ah memleket vurdumduymazlıktan inliyor!

Eminim şimdilerde herkes kendi rutinine dönmüştür, ne kendini yakanı, ne çığ altında kalanları -inanılır gibi değil, yardıma giden yardıma muhtaç oldu 40 kişi yaşamını yitirdi- ve depremi ve sonuçlarını, ne uçak kazasını düşünmüyordur bile. Ateş düştüğü yeri yakıyor o kadar. Ancak yenisi gelince yine atar tutarız, sonra yeniden uykunun en derinine bırakırız kendimizi ve insanız diye ortaklıkta dolaşırız. Ve uykuda depreme yakalanırız.

Birde garip garip dernekler var. Altın çağı yaşadığımızı söyleyen? Nasıl bir düş aleminde yaşıyorlar bilmiyorum, yok onlar altın çağlarında iseler bir diyeceğim yok ama dünyada her gün yüzlerce kişi yoksulluktan yaşamına kıyıyorsa zaman altın olsa zümrüt olsa ne yazar?

Ve sevgili okuyucularım hayat bendeniz için vicdan azabı tek kelime ile. Yetmediğim her şey vicdanımı yaralıyor ama yetmek ne mümkün, deniz kestaneleri masalı da kesmiyor bendenizi. Eğer kendi bencilliğimden Bazarofluğumuz dan kurtulup  çevremizle azıcık ilgilenseydik  komşumuzun  ne durumda olduğunu bilirdik.

Ve sevgili okuyucularım havalar soğuk, kendinize dikkat edin, kendi doktorunuz olun, hem cebiniz boşalmaz, hem de hastalığınız daha çabuk geçer. Valla bendeniz bağışıklık sistemimi güçlü tutuyorum, ilaca para vermiyorum.

Ve duyarsızlık demişken ve saygısızlık ve adını koyamadığım birçok şeye her saniye tanıklık etmeye devam ediyorum atölyemde çalışırken. Küçük öğrencilere bayılıyorum. Kapıyı tıklayıp el sallıyorlar “kolay gelsin” diyorlar, eğri büğrü dişlerini göstererek kocaman kocaman gülümsüyorlar. Ama 8, 9 ve üstü sınıflardaki acayiplik anlatılır gibi değil. “Oha nasıl yaptınız?” Örneğin böyle bir konuşma tarzı olabilir mi? Olur çünkü kitap okumuyorlar, çünkü tiyatroya gitmiyorlar, çünkü okullar da sanat dersleri yok, ellerindeki kocaman telefonlar onlara yetiyor. Argo konuşmayı modernlik sanıyorlar, bendenizde bazen konuşurum ama konuşulacak şey var! Ve çocuklar böyle büyüyorlar ve büyüdüklerinde insanlar kendilerini yaktıklarında ona sadece su verirler neden, niçin sorgulamazlar.

Ve altın çağı yaşıyoruz vay be seveyim ben bu altını, zümrüdü aslında orta çağda yaşıyoruz ama altın sanıyoruz… Allah yardımcımız olsun. Ne diyelim yanı? Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım, ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Mevsimler

Bir zamanlar Toprak Ana, evinde yalnız yaşıyormuş. Yalnız yaşamak zormuş, bu yüzden canı çok sıkılıyormuş. Bir gün kalkmış, gök kralına misafirliğe gitmiş. Sarayın kapısına varınca, gürültüler, patırtılar duymuş. Kapıdaki nöbetçiye, “bunların ne olduğunu” sormuş.

Nöbetçi: “Ne olacak, demiş. Mevsim kardeşlerin gürültüsü… İkisi kız, ikisi oğlan dört yaramaz çocuk var. Kavga edip duruyorlar.”

Toprak Ana: “Onları bana gönderin, demiş. Ben yalnızım, biraz da benimle otursunlar.”

Nöbetçi Toprak Ananın isteğini krala söylemiş. Kral da “Peki” demiş. Toprak Ana bunun üzerine evine dönmüş, mevsim kardeşleri beklemeye başlamış. Önce en küçük kardeş gelmiş. Pembe, beyaz saçlı, güzel bir çocukmuş. Toprak Anaya: “Benim adım İlkbahar, demiş. Size ufak bir armağan getirdim.” İlkbahar, çantasını açmış, çantasından tomurcuklanmış dallar, renk renk çiçek demetleri, cıvıl cıvıl ötüşen kuşlar çıkarmış.

Çok geçmeden ikinci kardeş gelmiş. Tombul, kırmızı yanaklı bir kızmış. Adı da Yaz’mış. Kardeşine: “Haydi çekil bakalım, bak, ben geldim” demiş. Sonra o da çantasından çilek, kiraz, şeftali, erik gibi meyveler çıkarmış, bunları Toprak Anaya sunmuş.

Derken üçüncü kardeş gelmiş. Sarı sapsarı bir çocukmuş. Toprak Ana’ya: “Ben sonbaharım” demiş. “Yalnızlığı, sessizliği çok severim” demiş. Sonra da kuşları kovmuş, her yeri sarıya boyamış. Ortalığa bir sessizlik çökmüş. Tam bu sırada dördüncü kardeş gelmiş. Çiçekleri, meyveleri dağıtmış, cebinden beyaz bir su çıkarmış, bu suyla her yeri beyaza boyamış. Bir yandan da: “Benim adım kış, benim adım kış” diye bağırıyormuş.

Dört kardeş de Toprak Ananın evinden gitmek istememiş. Kavgaya tutuşmuşlar. Ortalık alt üst olmuş. Toprak Ana kızmış: “Beni dinleyin” demiş. “Ya sırayla gelin, evimde üçer ay misafir kalın, ya da çekilip gidin. Hepinizi birlikte istemiyorum.”

Bunun üzerine mevsim kardeşler düşünmüşler. Aralarında anlaşıp Toprak Anaya, “peki” demişler. İşte o günden beri sırayla geliyor, Toprak Anada üçer ay misafir kalıyorlar”

& & & & &

Size Hizmet Edenleri Hep Düşünün

Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu.. Çocuk sordu: “Çukulatalı pasta kaç para?..” “50 cent!..” Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu: “Peki dondurma ne kadar..” “35 cent” dedi garson kız sabırsızlıkla..Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu.Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki.. Çocuk parasını bir daha saydı ve “Bir dondurma alabilir miyim lütfen” dedi. Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde,gözleri doldu birden. Masayı sanki akan yaşlar temizleyecekti. Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 15 centlik bahşiş duruyordu..

& & & & &

Büyük İskender’e biri;

– az bir ihsan eyle..

– az ihsan bana yakışmaz, çoğu da sana..

& & & & &

Diyojen’e sormuşlar,

– bir insanın zeki olduğunu nerden anlarsın?

– konuşmasından..

– ya konuşmuyorsa?

– o kadar zekisi daha çıkmadı..

& & & & &

Sokrat Ölüme mahkûm edildiğinde, eşi

– Haksız yere öldürülüyorsun, diye ağlamaya başlayınca, Sokrat:

– Ne yani, demiş. Birde haklı yere mi öldürülseydim!

Günün Şiiri

Küçük İstavritin Öyküsü

Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp
hızla atıldı çapariye
önce müthiş bir acı duydu dudağında
gümbür gümbür oldu yüreği
sonra hızla çekildi yukarıya…

Aslında hep merak etmişti
denizlerin üstünü
neye benzerdi acep gökyüzü.
Bir yanda büyük bir merak
bir yanda ölüm korkusu.

“Dudağı yarıklar ” denir,
şanslıdır onlar, hani
görüp de gökyüzünü , insanı
oltadan son anda kurtulanlar.

Ne çare balıkçının parmakları
hoyratça kavradı onu
küçük istavrit anladı yolun sonu.
Koca denizlere sığmazdı yüreği.
Oysa, şimdi yüzerken
küçücük yeşil leğende,
ansız uzanıvermiş dostlarına
değiyordu minik yüzgeci.

İnsanlar gelip geçtiler önünden
bir kedi   yalanarak baktı gözünün içine
yavaşça karardı dünya,
başı da dönüyordu.
Son bir kez düşündü derin maviyi,
beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.

İşte tam o anda eğilip aldım onu.
Yürüdüm deniz kenarına
bir öpücük kondurdum başına,
iki damla gözyaşından ibaret sade
bir törenle, saldım denizin sularına.

Bir an öylece baka-kaldı
Sonra sevinçle dibe daldı.
Gitti tüm kederimi söküp atarak,
teşekkürü de ihmal etmemişti.
Bir kaç değerli pulunu
Elime, avuçlarıma bırakarak.

Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme.
Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu niye?
” Bir gün dedim, bulursam kendimi
yeşil leğendeki
küçük istavrit kadar çaresiz,
Son ana kadar
hep bir umudum olsun diye…

Günün Sözü

Haksızlığa sapıp bütün insanların senin peşinden gelmeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalman iyidir.
Gandhi

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here