Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Yazlıkta olmak zamanın dışında olmak gibi geliyor ben denize garip bir şekilde… Ancak doğrusu bu değil. Yani yazlıkta olunca uğraşılarımız daha çok oluyor, tembellik ya da aylaklık yaptığımız zamanlar çok azaldı, hatta hiç yapmıyoruz bile. Sabah erken kalkıp bir güzel yüzüyoruz ardından köy yumurtası ev peyniri ve yeşil zeytin, domates salatalıktan oluşun kahvaltımızı yapıyoruz. Sonra hepimiz işlerimizin başına koşuyoruz. Ama önce günlük gazeteler sırayla okunacak bunun için ufak, ufak atışıyoruz, önce ben diye, diye. Ve gazeteyi hiçbir zaman doğru düzgün bulamıyor, herkes okuduğu sayfada bırakıp gidiyor. Öyle sayfaları katlayıp eski haline getiren yok, bunun içinde atışıp söyleniyoruz. Sonra herkes dönüp gidiyor işine. Berke test çözüyor, kardeşim bulmaca ya da kitap okuyor ben deniz bilgisayarımın başına çöküyorum. Ve ev yoğun bir sessizliğe bürünüyor en az iki saat. Sonra yavaş, yavaş kalkıyor herkes ve salona doluşuyor en geç ben kalkıyorum. Ve hiç değişmiyor bu; illa söylenecekler “ne zaman bitiyor?” diye. Ne onlar alıştı bana, ne de ben onlara yanıt vermeye.
Herkes kendi arasında bugün ne yemek yapalım muhabbetine giriyor ve bir isimde buluşmak olanaksız her zaman ki gibi tabi. Kardeşim yemek kaprisi, oğlu aynen, ben deniz ise yemek olmasa da yaşayanlardanım. Onlar ne derse ben tamam derim. Ben deniz için yemek yapmak değil önemli olan, yenecek sevilen yemek yapmak önemli; herkesin severek yiyeceği bir yemek olmalı sofraya gelen. Zaten emek veriyorsun ve masraf yapıyorsun yemek neden yenmesin? Kaprisli bile olsa insan sofraya gelen yemekten haz duymalı diye düşünürüm. Bu yüzden herkesin ne sevdiğini bilmek zorunda olduğumun da ayrımındayım ve yemek adı üzerinde anlaşınca, başlar evin içinde koşturma, panjurlar kapanır, kitaplar yerlerine dizilir, her taraf düzeltilir, malzemelere bakılır eksik varsa çarşıya inmek gerekir ve çarşıya inmek burada kolay değildir hem çok sıcak hem de oruç olunca-yani bazımız- eyvah, eyvah oluyor sonunda, bir yürekli bulup gönderiyoruz… Ve yemek derdi bitince yine herkes kitabına dönüyor. Ben deniz inzivaya çekiliyorum bir iki saat ve hiç ömrümde uyumadığım gibi bir uykunun derinliğinde kayboluyorum o kadar derin uyuyorum ki kardeşim korkuyor bir daha uyanamayacağım diye. Ben uyurken Berke bisikleti ile çevre köylere keşfe çıkıyor, en büyük merakı bu şimdilerde bisikletle keşfe çıkmak. Kardeşim havuza gidiyor döndüğünde uyanmışsam yürüyüşe çıkıyoruz tam 75 dakika sürüyor yürüyüşümüz. Köy yolunda ve eve dönüş… Ben duşumu alırken kardeşim sofrayı hazırlıyor çünkü top biz yoldayken atmıştı bile. Dedim ya açlık derdim değil ama susuz kalınca ve çok efor harcayınca resmen kesiliyorum. Akşam yemeğinden sonra yine yürüyüş ve sonra yine evi derleyip toplama işleri falan.
Sonra balkonda kızmabirader oynamak dondurma almak için yine ufak bir savaş vermek zorunda kalmak, Berke “çok yorgunum” diye inmek istemiyor. Ve gün burada böyle geçiyor. Ve diğer günler aşağı yukarı aynı, şimdi çocuklar yok bayrama gelecekler onlar gelince tabi çok daha yoğun olacağız. Ve etkinliklerimiz tavan yapacak. Ve yazlıkta hayat böyle geçiyorken… Bendeniz yinede yaz aylarını ve yazlıkta olmayı zamanın dışında gibi algılıyorum. Ve zamandan gün çaldığımı düşünüyorum.
Zamandan gün çalıyoruz diyorum. Bir güne birçok şey sığdırabildiğimiz için zahar? Sanki zaman yetmiyor ve gelecekten çalıyormuşuz gibi oluyor. Normalde bu kadar yoğun değildir hayatımız. Ve bu etkinlikleri yürüyüşün dışında yapmıyoruz. (Bisiklete binmek, yürüyüş yapmak, yüzmek ve aptallaşıncaya kadar okumak ve uyumak hiç uyanmayacakmış gibi.)
Zamanı kaçırmak ise toplumdan uzakta kalmak, toplumun içinde olduğumuz halde durumları gibi bir şey?! Ya da bilmiyorum ne! İşte yaz ve yazlıkta olmak böyle bir şey! Yoğun yaşam ve zamandan gün çalarken zamanın dışında kalmak gibi garip bir şey…
Ve sevgili okuyucularım şu anda tahmin edeceğiniz gibi kardeşim gazeteleri bilmem kaçıncı kez karıştırıyor hışır hışır ve ben tarafa bakıyor öyle tekin değil bakışı? Neyse hadi kapatıyorum yazımı kafamda bir bilinmeyen; nasıl zamandan gün çalarken zamanın gerisinde olabilir insan? Nasıl böyle düşünür? Niçin böyle algılar kendini? Neyse ya, sorular da olmasa neden yaşar ki insan?
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sevgi ve sağlıkla hep birlikte kalalım her zaman diyerek yazımı noktalıyorum. Belli ki çarşıya ineceğiz şimdi, ama ben denizin pilleri bitmek üzere. Yase
Ve sevgili okuyucularım Google girdim birde baktım karşımda, İngiliz biyofizikçi ve X-ray kristallografçısı Rosalind Franklin’in 93. doğum günü… Google bir doodle ile kutluyor. Kim peki bu Rozalind Franklin dedim. Ve tıkadım karşımda bu bilgiler vardı. 25 Temmuz 1920’de Londra’da doğan Rosalind Franklin, DNA, virüs, kömür ve grafitin yapıları üzerinde anlaşılmasında önemli katkılarda bulundu. Rosalind Franklin, en çok DNA’nın X-ray kırılımlarının görüntüleri çalışmasıyla tanındı. Bu çalışması DNA iki sarmalın temeli oldu. Rosalind Franklin’in elde ettiği veriler daha sonra Crick ve Watson tarafından geliştirilen DNA yapısında birebir kullanıldı.
Rosalind Franklin, DNA üzerindeki çalışmasını bitirdikten sonra tütün mozaik virüsü ve polio virüsler üzerine çalışmalar yapmış bir bilim kadını. Ve 1958’de zatürree ve takiben karsinomatozis ve yumurtalık kanserinden hayatını kaybetmiş.
Acaba diyorum zamanın dışında kalmak dediğim şey. Başka bir Rosalinda olmamakla ilgi bir şey mi?
Günün Şiiri
Dört Aşk Şarkısı
1.
Senden ayrıldığımda
O güzel günün sonunda
Açılınca gözlerim
Ne çok sevinçli insan varmış dedim.
İşte o akşamdan sonra
Sen bilirsin ya
Daha güzel dudaklarım
Çekirge gibi çevik bacaklarım
Ben böyle olalı beri
Daha yeşil ağaç, fidan ve tarla
Daha bir güzel suyun serinliği
Başımdan aşağı boşaltınca
2.
Beni sevindirdiğinde
Bazen düşünürüm:
Şimdi ölüversem
Mutlu kalırım
Sonsuza kadar.
Sonra yaşlanıp
Beni düşündüğünde
Tıpkı bugünkü gibi görünürüm sana
Bir sevdiceğin olur
Henüz gencecik.
3.
Küçücük dalda yedi gül
Altısını rüzgar alır
Ama biri kalır
Bulayım diye onu
Yedi kez çağıracağım seni
Altısında gelme
Ama söz ve yedincisine
Tek sözümle gel.
4.
Bir dal verdi bana sevgili
Üzerinde sarı yapraklarda
Yıl dediğin geçer gider
Aşk ise hep yeni başlar.
Bertolt BRECHT/Çeviri : Turgay FİŞEKÇİ
Duraksayana
Diyorsun ki,
davamıza hayrı yok bu gidişin.
Karanlık gitgide, diyorsun, derinleşiyor.
Güçler azalıyor, diyorsun, gitgide.
Bunca yıl, diyorsun, çalış çabala,
sonunda ilk günden daha güç bir duruma düş.
Oysa işte düşman her zamankinden daha kuvvetli.
Yenilmez gibi de görünür.
Biz de hatalar yaptık, bu inkar edilmez.
Sayımız yavaş yavaş azalmada.
Sloganlarımız orda burda dağınık.
Düşman sözcüklerimizin bir kesimini çarpıttı.
Bugüne dek söylediklerimizden hangisi yanlış şimdi?
Bir kısmı mı, yoksa hepsi mi?
Güveneceğimiz kim var artık?
Arta kalanlar mıyız bizler
yaşayan bir ırmaktan fırlatılmış?
Geride mi kalacağız
kimseyi anlamadan ve hiç anlaşılmadan?
Yoksa şans mı gerek bize?
İşte senin sordukların bunlar.
Ama kimseden bir yanıt bekleme,
yanıtını da kendin ver.
Bertolt BRECHT/Çeviri: A. KADİR – Gülen AKTAŞ
Günün Sözü
Öyle bir söz söyle ki, cümlelerin dosta düşmana gül olsun.
Şems-i Tebrizi
“Ne üstün zekâ, ne hayal gücü ne de her ikisi beraber, bir dâhi yapmaya yeter. Sevgi, sevgi, sevgi.. İşte bu dehanın ta kendisidir.”
Wolfgang Amadeus Mozart