Neden Öfkeleniriz?

0
60

Sanat Sayfası

Değerli Okurlarım,  insanoğlu çok ilginç ve garip bir canlıdır. Egoizmi hep benliğinde tutar. Şöyle de söyleyebilirim. İnsan dünyaya geldiğinden itibaren haz duygusuna yönelik bir yaşam sürer. Bunu engelleyecek her türlü durumda sektirmeden öfkeleniriz.

Çocukluk dönemimizde aldığımız eğitim, terbiye, isteklerimizin önüne dikilen yasalar bizi öfkeye sürükler. Ergenlik dönemimizde de iki arada kalırız; bir yandan aileden kopmak ve bağımsız olmak ister, diğer taraftan büyüklerimizin desteğine ihtiyaç duyarız. Bu durum bizde çatışmaya ve öfkeye neden olur.

Yetişkinlik dönemimizde ise, rekabet, yaşam savaşı, sorumluluklar bizi engeller ve bunlar da bize öfkelenmeye sevk eder. Öfkelenmek kolay değil aslında. Bütün bu saydıklarım insanın haz duygusunu, dilediğince yaşamasının engellenmesinden kaynaklanmaktadır. İnsan yapısında egoizm var da ondan…

Aslında öfkelenmek çok normal ve sağlıklı bir duygudur. Öfkesi ve kızgınlığından dolayı kişinin kendisini suçlu hissetmesi doğru değildir. Sağlıksız olanı öfkenin saldırganlığa dönüşmesidir.

Engellemeler kişide bir enerji doğurur. Bu enerjiyi o kişi yapıcı da kullanabilir, yıkıcı da. Öfke ne kadar açık ve doğrudan ortaya konursa o kadar çocukça olduğu düşünülür.Çocuklar öfkelerini açıkça ifade ederler. Yetişkinlerde bu türden öfkeler meydana geldiğinde ‘Duygusal açıdan olgunlaşmamış kişiler’ denir.

Örneğin, her ağladığında ve tepindiğinde istediğini alan çocuklar bunu bir ödül olarak değerlendirirler. Bu oldukça tehlikeli bir yaklaşımdır. Yetişkin olduklarında da seslerini yükselterek, saldırganlık göstererek istediklerini elde ederlerse, bu da onlarda alışkanlık haline gelir. Aksi olduğunda çok büyük hayal kırıklığı yaşarlar.

Ekonomileri iyi olsun ya da olmasın, çocuklarının her istediğini yerine getiren anne ve babalar ileride çok zor durumda kalırlar. Çocuğunu uyaran ve de yaptığının doğru olmadığını söyleyen bir babaya, üçüncü şahsın yapıcı olarak yaklaşımı hiç de doğru değildir. Çocuk ailesinin inisiyatifinden çıkabilir.

Öfkeyi yapıcı olarak kullanırsak, bize zihinsel ve bedensel güç olarak döner. Hangi koşulda olursa olsun, haklı ya da haksız toplumda öfkelenmek hiç de doğru bir hareket değildir. Herkes bizim fikrimizde olmayabilir. Çevremizi ve prestijimizi yitiririz. En azından zaafa uğratırız.

Bütün okurlarıma ve dostlarıma öfkesiz, berrak günler dilerim. Yaşadıkları günü en iyi şekilde değerlendirmelerini öneririm.

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Gönül Köşemden

Bir Dostu Sonsuzluğa Uğurlarken

Değerli Okurlarım, her şeyin bir başlangıcı ve bir de sonu vardı ya. İşte yaşam da öyledir. Doğuyoruz, yaşıyoruz ve nazlanmadan terk-i dünya ediyoruz. Ne kolay değil mi? Sizler de öyle mi düşünüyorsunuz?

Hani bir zamanlar Sağ-Sol davası vardı ya. Biraz daha açayım izninizle. Onlar bize komünist, bizim de onlara faşist dediğimiz yıllardan söz ediyorum. Dönemin militanlarından bir yoldaşımın vefatını haber verdiler. Bu kadar, uzun zaman geçmesine rağmen unutulmamışız demek ki. Sevinmediğimi söyleyemem. İki günlüğüne gittim ve yoldaşımı sonsuzluğa uğurladık. Mekânı cennet olsun.

Yıllar önce yani yarım asır önce kader birliği ettiğimiz, aynı duygu ve düşünce içinde olduğumuz ve de verilen talimatları ikiletmeyen, kusursuz yerine getiren bir dostun arkasından rahmet gönderip ve unutmak öyle kolay değil. Yarım asırlık kadim ve sağlam bir dost… Öylesine kolay unutulmuyor.

Yoldaşımı toprağa verirken gözyaşlarımın hürriyetini gasp ettim, ağlamamaya ve dik durmaya özen gösterdim. Çünkü mezarlıkta herkesin gözü benim üzerimdeydi. Kim bilir hakkımda ne düşünüyorlardı. Düşüncelerinin bu saatten sonra esbab-ı harbiyyesi olamaz. Fakat kalabalıktaki kımıldama, esneme beni çok mutlu etti.

Merhum yoldaşım, ne çocukluk arkadaşım ne de okul arkadaşımdı. İsmi Muhtar’dı. Bir gün gece yarısı Deniz Gezmiş rahmetli eve getirdi “Reis Muhtar sana emanet, iyi çocuktur, gerisi sana kalmış” dedi ve bırakıp gitti.

Bazı denemelerden geçtikten sonra bizden tam not aldı. Yoldaş Muhtar faşistlerle olan hemen tüm çatışmalarımızda yanımızdaydı ve gözü kara bir çocuktu.

Zaman ve insanlar bizleri sınayıp dururken, kurtarılmış bölgelerde ölümle aramızda bir perde varken yani yüz yüzeyken, yaşama direnmeye çalışırken, ömrümüzü de telef etmemeye özen gösterirken ve yılar sonra bile olsa onun ömrü ansızın tükeniverdi.

O zamandan kalanlar için söylüyorum ki; onu tanıyan iyi tanır, bilenler de iyi bilir de, ben yoldaşımın şahsında ve anısında bir insan kişiliği anlatmaya çalışacağım içimden geldiğince. Bizleri hakikatin ışığında biraz daha yakın, azıcık daha insan olduğumuzu hatırlatsın diye.

Gerçek bir dostunuzu yitirdiğinizde, o dostu sonsuzluğa uğurladığınızda, üzülmenin ötesinde onunla yaşadığınız günler geçer gözlerinizin önünden. Birebir konuşmalar, sarf ettiği kelimeler cümleler ve sonunda yüz hatları, siması en sonunda yine öldüğünü düşünürsünüz.

İnsanlar nerede ve nasıl yaşarda yaşasınlar, ömürlerini ne için harcarsa harcasınlar, başarılı olmuş ya da olmamış, sevmiş ya da sevmemiş olsun belleğimizde sadece o sima kalıyor.

Hani damıtmalar damla-damla oluyor ya. Bellek damıtısında bir damla ama yoğun bir damla yüreğinize iniyor, giriyor ve çıkmayı da düşünmüyor.

Yıllar süren bir ömürden süzülerek o kişiden size intikal eden, o yaşamdan kalan tek damla. Tam yüreğimizin ortasında çakılıp kalan, hiçbir şeyden anlamayan, etkilenmeyen, para, pul, mevki, şöhret ve o hissin esası insanlık erdemleri olmalı.

Şöyle izah etmeliyim. Ne Grand tuvalet giyinişi, ne taktığı sarı-kırmızı kravat, ne sessizliği, sükutu, şiirleri, makaleleri göçüp gider onunla beraber. Belki akılda bir tebessümü ve bir de o yoğun damıtılmış damla kalır. Muhtemelen gidenin özeti budur. Ansızın her şey uçar gider, bir siluet kalır belli belirsiz ve bir de o yoğun damıtma damla. Yani o derin his, anlatmak istediğim dostluk…

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Günün Nabzı

İnsanların Varlık Nedeni

Her şeyi Tanrı yaratmıştır bu tamam da biraz da insanlara bakalım. Neler yapıyorlar. Sanat eseri öncelikle bir maddedir. Örneğin, bir müzik fiziksel bir varlık olarak bir sestir. Bir heykel çamur ya da taştır. Ancak bunlar bir sanat eseri olarak maddi varlığı aşarlar ve belli bir anlama sahip olurlar. Duyguları, düşünceleri ve hayal gücünü içerirler. Sanatçının maddeye duygu ve düşüncelerini katması, maddeyi şekillendirir. Bundan dolayı da sanat eseri biçim kazanmış maddedir.

Her şeyi yaratan Tanrı, bütün var olanların olabilirliğini kendinde barındıran biricik özdür. Evren, zorunlu bağlantılar sistemidir ve evrendeki her şey zorunlulukla olup biter. Bu anlamda, Tanrı bile özgür değildir. Tüm varlıklar Tanrısal özün bir görünüşüdür. Tanrı tek-tek nesnelerin ve görünüşlerin varlık nedenidir.

Günün Sözü
Asabi İnsanlar Dost Edinemezler…

Öcal’dan İnciler
Sevdiğin Kişilerle Sık-Sık Görüşme

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here