“En iyisi, sevinmeyi öğrenelim; böylece başkalarına acı vermeyi ve acıları düşünmeyi unuturuz.”
Friedrich Nietzsche
Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dilerim iyisinizdir, keyfiniz yerinde, moraliniz düzgündür. Yoksa İran’ın Süleymaniye suikastından sonra ABD’ye resmen başlattığı intikam planı ile kan gölüne dönecek olan dünyada bize ne olacak diye düşünmekten kendimizi yiyebiliriz! Düşünmek hatta korkmak için nedenlerimiz çok güçlü doğrusu! Dünya kana susamış sanki! Ve bu ortamda “Mehdi gelecek ortalığı temizleyelim” diyenler var!! Yoksulluktan intihar eden gençler var, onlar ölürken özel uçaklarla seyahat edenler var. Düşünüyorum; dünyanın kan gölüne dönmesi bu insanları ırgalamaz herhalde onlar beklemekten sıkılırlar yalnızca! Valla bir garip durumdayız! Ve korkmakta haklıyız ancak korkunun ecele faydası yok onu da biliyoruz. Bunu başkaları da biliyor ve ortamı kendi aleyhlerine çevirmeye çalışıyorlar, onları anlamak mümkün değil ortalık kan olursa kim yeni temiz kalabilir ki?
Şimdi birde Libya’mız var bizim dertlerimiz bitmiş, dert dinlemeye gidiyoruz, hadi hayırlısı olsun Mehmetçiklerimin ayağına taş değmesin inşallah. O bize yeter.
Hayat işte böyle bir garip; Dünya deseniz ondan garip herkes birbirini yemek için kurgulanmış, hayvanlar da insanlar da devletler de bu kurguyla şekillenmiş! Bu kurguyu tersine çevirebilmek için iç güdülerden kurtulmak aklı, bilgiyi, vicdanı devreye sokmak gerekir ki kimse bu zahmete katlanmıyor, yazık ki benciliğin ve cehaletin batağında yaşıyoruz. Ve emperyalist ülkeler bunu körükleyerek çok iyi kullanıyor, bize de konuşmak, yazmak kalıyor ki havanda su dövmek gibi geliyor artık bendenize. Düşünün en basitinden hala sokağımızdaki gider sorunu çözülmedi, çözülecekte değil bu gidişle, e o zaman biz ne yapıyoruz? Havanda su dövmüyor da kendimiz çalıp kendimiz mi oynuyoruz? Valla insan kendini gerçekten bazen çok çaresiz ve umutsuz hissediyor. Yanındakine seni duyuramıyor!
Ve sevgili okuyucularım havadan sudan yazmak, ne güzel, ne sorun var ne de kaygı! Aslında bu havalar bendenizin havaları üstelik elimde değil ne kadar kötümser olsam da bu yağmurlu, bulutlu havalarda yüreğim neşe doluyor, utanıyorum bundan valla ya. Sokaklar perişan, insanlar perişan, hayvanlar perişan, kaldırımlar iğrenç, su birikintileri çamurlu, ayakkabılarım su çekiyor, ayaklarım donuyor bu havalarda ama ben yine de bu havaları seviyorum nasıl bir şey bu? Oysa kırlık temiz bir alanda, dağlara karşı minnacık ama sıcacık bir evde hoplaya zıplaya yağan yağmuru izleyerek çay içmekte olabilirdi. Eğer azıcık çağdaş, modern, paylaşımcı, bencilikten ve cehaletten nasibimizi bu kadar bol bol almasaydık…
Ve sevgili okuyucularım geleceğe iyi bakalım, iyi olsun diyeceğim ama bendeniz buna inanmıyorum ki? Olsun belki inanan çıkar ve geleceğe umutla bakar diye yazıyorum ve sağlıkla ve sevgiyle kalalım diyorum, ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Nazlı
Nazlı’nın annesi her şeyden habersiz mutfakta akşam yemeğini hazırlamış sofrayı kurmağa hazırlanıyordu, huzursuzdu. Kızı eve dönmemişti daha, oysa çoktan evde olması gerekirdi. Üstelik telefonu kapalıydı. “Babası gelmeden gelse bari” diyerek fırından çıkardığı börekleri dilimlemeye başladı. Ama içinde garip bir sıkıntı vardı. Yüreği buz gibi bir el tarafından sıkılıyordu sanki! Saatine baktı saat hızla ilerliyordu. Birazdan kocası gelecekti ve ilk sorusu “kız nerede?” olacaktı.
“Allah’ım lütfen babası gelmeden Nazlı eve dönsün “
Kare kare dilimlediği börekleri büyükçe bir tabağa verev-verev dizdi, masaya koydu. Ardından tabakları koydu, kendi mayaladığı yoğurt ve salatayı da isteksizce ortaya koydu, hareketleri gittikçe ağırlaşıyor, kuşkuları artıyordu…
“Oo mis gibi kokuyor börek mi yaptın anneciğim” diyerek Arda mutfağa girdi. Masaya yaklaşıp hemen bir dilim börek aldı tam ağzına almıştı ki annesi “Nazlı’yı gördün mü?” diye sordu.
“Yok, o daha gelmedi mi?”
“Gelmedi!”
“Çoktan gelmesi gerekmiyor muydu? Belki otobüsü kaçırmıştır. Otobüsü kaçırdığında yürüyerek gelebiliyordu kaç kez yaptı bunu merak etme şimdi gelir.”
Böreği hızla çiğneyerek yuttu onunda içi sıkılmıştı. Kardeşi yürüyerek gelse bile çoktan evde olması gerekiyordu. MKÜ evden en çok yarım saat uzaklıktaydı Nazlı o mesafeyi 25 dakikada alırdı. Ne de olsa sporcuydu.
Annesi “Telefonu da kapalı” deyince bu kez gerçekten korktu. İki kardeş çocukluklarından beri eve babalarından önce gelmeye alışmışlardı. Hiçbir zaman kafalarına göre davranmaz anne babalarının sözünden çıkmazlardı. Babaları sert bir adam olmadığı halde çocukları ondan çekinir korkardı.
“Anne şimdi geliyorum” diyerek Arda mutfaktan çıktı, niyeti ablasını aramaktı, geçenlerde onu birisi ile görmüştü. Acaba o erkek arkadaşı mı? Öyle olsa bile eve babasından önce gelmesi gerektiğini unutmuş olabilir mi? Arda’nın aklına bin bir şey geliyordu. Sonra nedense “amma da abarttık ha” dedi “kız bir günde geç kalmaz mı yani biraz bekleyelim bakalım” dedi. Sokağa çıktı, kaldırıma oturdu sokağı gözlemeğe başladı. Arkası Yarın
& & & & &
Kuyumcu Ustası
Genç bir adam, değerli taşlara ilgi duyarmış ve mücevher ustası olmaya karar vermiş. Bu mesleği yapacaksam, iyi bir mücevher ustası olmalıyım diye düşünmüş ve ülkedeki en iyi mücevher ustasını aramaya başlamış. Sonunda bulmuş, yanına varmış, bir süre bekledikten sonra usta tarafından kabul edilmiş. Anlat, dinliyorum demiş usta.
Genç adam anlatmaya başlamış; taşlara ilgi duyduğunu ve iyi bir mücevher ustası olmaya karar verdiğini heyecanla anlatmış. Yaşlı usta sesini çıkarmadan genç adamı dinlemiş, sözleri bitince de ona bir taş uzatmış, Bu bir yeşim taşıdır dedikten sonra genç adamın avucuna taşı bırakmış ve avucunu kapatmış. Avucunu aynen böyle kapalı tut ve bir yıl boyunca hiç açma. Bir yıl sonra tekrar gel. Haydi şimdi güle güle demiş ve şaşkın genç adamı öylece bırakıp kalkmış, odadan çıkmış.
Genç adam evine dönmüş, kendisini merakla bekleyen annesiyle babasına neler olduğunu anlatmış. Anlattıkça da kendisine çok anlamsız gelen bu hareketi ve soğuk konuşması nedeniyle kızdığı ustaya olan öfkesi artıyormuş. Günler geçmeye başlamış. Genç adam sürekli söyleniyor ama avucunu hiç açmıyormuş. Nasıl böyle budalaca bir şey yapmamı ister. Bir de ülkenin en iyi mücevher ustası olacak. Bu saçmalığa bir yıl boyunca nasıl katlanacağım, böyle bir eziyetle nasıl yaşarım.
Bu ne biçim ustalık… Ustalık kaprisi yapacaksa, bari başından yapmasaydı diye devamlı söyleniyor, her önüne gelene ustadan yakınıyor ama avucunu hiç açmıyormuş. Avucu kapalı uyuyor, bütün işlerini diğer eliyle yapıyormuş. Ve bu duruma da giderek alışmaya, diğer elini çok rahat kullanmaya başlamış. Uyurken de yanlışlıkla avucu açılıp taş düşmesin diye hep yarı uyanık uyuyormuş. Böylece bir yıl geçmiş, her günü zorluklarla dolu, her gecesi de yarım uykuyla yaşanmış bir yılı tamamlamış.
Ve o gün gelmiş. Genç adam tam bir yıl sonra, büyük ustanın karşısına çıkmış. Usta bir süre beklettikten sonra yanına gelince, genç adam ne kadar saçma bulursa bulsun, bu sınavı başarıyla tamamlamış olmanın verdiği gururla elini uzatmış, avucunu açmış. İşte taşın demiş, Bir yıl boyunca avucumda taşıdım, şimdi ne yapacağım? Yaşlı usta sakin bir sesle cevap vermiş: Şimdi sana bir başka taş vereceğim, onu da aynı şekilde bir yıl boyunca avucunda taşıyacaksın. Bu söz üzerine genç adam bütün sükunetini kaybetmiş, bağırıp çağırmaya başlamış.
Yaşlı ustayı bunaklıkla, delilikle suçlamış, mücevher ustalığını öğrenmek için gelen genç bir insana böyle eziyet ettiği için, hasta olduğunu bağıra çağıra söylemiş. Genç adam bağırıp çağırırken, yaşlı usta ona hissettirmeden birtaşı avucuna sıkıştırmış. Öfkeden yüzü kıpkırmızı genç adam, bir yandan bağırıp çağırırken avucundaki taşı hissetmiş. Durmuş, taşı biraz daha sıkmış ve heyecanla konuşmuş: Bu Taş, Yeşim Taşı Değil Usta! Öğrenmek için zaman gerekir, sabır gerekir, ustaları izlemek gerekir. Dünya hızlandıkça zaman kısalabilir ama öğrenmenin esası değişmez.
Günün Şiiri
Akşam Yıldızı
Yaz ortasındaydı
Ve geceyarısı,
Ve yıldızlar yörüngelerinde
Ölgün ölgün pırıldarken,
Daha parlak ışığında
Kendisi göklerde
Köle gezegenlerin arasında,
Işığı dalgalarda olan soğuk ayın.
Soğuk tebessümüne dikmiştim gözlerimi
Fazlasıyla – fazlasıyla soğuktu benim için
Derken kaçak bir bulut,
Geçti örtü niyetine,
Ve ben sana döndüm,
Mağrur akşam yıldızı.
Senin ışığın daha değerlidir benim için.
Çünkü yüreğime mutluluk verir
Göklerdeki gururun geceleri,
Ve daha çok beğenirim
O alçaktaki daha soğuk ışıktan
Senin uzaktaki ateşini.
Edgar Allan Poe
Unutamadım
Açardın,
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil,
Açardın,
Tavşan kanı, kınalı-berrak.
Yenerdim acıları, kahpelikleri…
Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak,
Gözlerinde yatmak zindanı.
Gözlerin hani?
“To be or not to be” değil.
“Cogito ergo sum” hiç değil…
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz’ı,
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.
İçmek,
Gözlerinde içmek ayışığını.
Varmak,
Gözlerinde varmak can tılsımına.
Gözlerin hani?
Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil,sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad,
Kemendi…
Duymak,
Gözlerinde duymak üç-ağaçları
Susmak,
Gözlerinde susmak,
Ustura gibi…
Gözlerin hani?
Ahmed ARİF
Günün Sözü
Her şey, neye layıksa ona dönüşür.
Mevlana
En iyisi, sevinmeyi öğrenelim; böylece başkalarına acı vermeyi ve acıları düşünmeyi unuturuz.
Friedrich Nietzsche