Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Hızla acayipleşmeye devam ediyoruz. Bir Arapça günümüz eksikti o da tamamlandı. İstiklal Marşı ki o marşın üzerine konuşmak, tartışmak olacak şey değilken Arapça söylensin? Nasıl üniversitemiz var, nasıl bir mantığımız, nasıl bir milliyetçiliğimiz? Evet her lisan bir insan sözüne inanırım bütün dillere saygım vardır ve bizzat kendim Araçça öğrenmek için halk eğitime gitmiş biriyim zamanında bizim evde de Arapça konuşulan bir dildi ve şimdilerde de konuşulan bir dil özellikle Suriyelilerin işgaline uğradığımızdan beri.
Valla abartısız kendimizi öyle algılıyoruz artık sokakta, okulda, sahilde her yerde bizden çoklar nerdeyse. Temizliğe giden onlar, her iş dalında çalışan onlar! Okullar da öğretmen, hastanelerde doktor, kahvehanelerde ve sahilde nargile tüttüren onlar. Mehmetçiğimiz Suriye bataklığında onlar nargile derdinde. Ve şimdi yetmiyor “Dünya Arpça günü” icat ediliyor. Ve “İstiklal Marşı?” onu Arapça okumak! İşte orda duracaksınız o kadar! Bir ulusun marşı kutsalıdır o kutsallık tartışılmaz!
& & & & &
Birde varlık vergisi çıktı şimdi ve bizi yani ben denizi 1999’lara götürdü. “Salkım Hanımın Taneleri” adlı Yılmaz Karakoyunlu’nun yazdığı Tomris Uyar’ın yapımcılığını üstlendiği muhteşem oyuncularla muhteşem bir film. Ne kötü değil mi? 1940’larda ilk varlık vergisi alınmış ve şimdi yine aynı konu! Bu filmle bu vergilerin açtığı yaraları izlediğimde kendi insanlığımdan utanmıştım, gençtim ve isyankardım. Günlerce etkisinde kalmıştım ve kendi kendimi inkar etmiştim.
Bir travmaydı bu, güven içinde olduğunu sandığın ana kucağı ülkende aslında güvende değilmişsin gibi gelmişti o gencecik insana! Ve şimdi? Varlık vergisi? Valla bendedeniz gibi birçok kişinin aklına o film gelecektir artık. Belki etkileri o zamanki gibi dramatik olmayacaktır ancak yine de yıkıcı olacaktır diye düşünüyorum.
Yani aileden kalma bir konak, içini tamir etmeye bile varlığı olmayan ancak konağın satış bedeli abartılıp 5-10 milyona çıkınca orda oturan ne yapacak? Ya elinden malını yok pahasına çıkaracak ya da borç alıp sonunda onu da ödeyemediği için yine elinden çıkaracak? Valla biz çok varlıklıyız, çok içimiz dışımız sevgi varlığı ile dolu acaba bizden de vergi alacaklar mı? Aslında onu peşin peşin alıyorlar kalbimizi kırarak, sinirlerimizle oynayarak. Allah sonumuzu hayretsin diyoruz.
& & & & &
Ve bu durumda kadına şiddet bütün hızı ile devan ediyor. Valla devam etmeye devam edecek diye düşünüyorum; çünkü şiddet her nefes alışımızda bizimle beraber artık düşüncelerimizde, en masum hareketlerimizde. Örneğin halim salim bir ev hatunu şiddetin “Ş”sinden ürker. Bulaşık makinesini öyle bir boşaltır ki sanırsınız kıyamet kopuyor.
Zavallı bardaklar, çanaklar sanki dayak yiyerek yanlarından kırılarak yerleştiriliyor dolaplara… Eşyalara uygulan şiddet şiddet değil mi? Ve tabi bir tek sözcükle ölüme götüren şiddet şiddet değil mi? Şu an bilgisayarımın tuşlarına her zamankinden değişik basmam şiddet sayılmaz mı? Her saniye birilerini öldürmeyi düşünmek şiddet değil mi? Sabahları onlardan beklenen bir günaydını esirgeyen selamdan öcü gibi kaçanların yaptığı da şiddet değil mi yani? Varlık vergisi ve tüm zamlar şiddet değil mi aslında ve biz şiddetle şiddetli şiddetli yaşayıp gidiyoruz işte.
Ve şimdi şiddetli olmayan bir hoşça kalalım demek istiyorum sağlıkla, sevgiyle halim, salim ayrımsız, gayrımsız… Yase
& & & & &
Çatlak Kova Hikayesi
Sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilir imiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş.
Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilir imiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş.
İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş. “Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.”
Sucu sormuş; “Neden utanç duyuyorsun?”
Kova cevap vermiş; “Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun.”
Sucu şöyle demiş. “Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum.”
Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş.
Sucu kovaya sormuş; “Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi?… Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleye bildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı.”
Hayat akarken, eksikliklerinizden utanmak yerine, onları nasıl bir avantaja dönüştürebileceğinizi bulabilirsiniz.
Günün Şiiri
Paramparça
Ağaç bütün
Işık bütün
Meyve bütün
Benim dünyam paramparça.
Büyük bir ayna kırılmış
Kırılıp yere dökülmüş
Kainat içine düşmüş
Düşmüş amma paramparça.
Yaprak yaprak yapıştırdım
Diyar diyar dolaştırdım
Bir alevdir tutuşturdum
Yandım amma paramparça.
Bedri Rahmi EYÜBOĞLU
İlk Aşkım
Şimdi geçmişinden bir nakış olmuş,
Benim ilk aşkımın yüzünde hüzün.
Anladım, içimde sönmeden kalmış,
Yıllar sonra gördüm, hatırladım dün.
Almış omzuna yılları bir bir,
Ne savrulan saçlar, ne de o kibir..
Beni esir alıp bağlayan sihir,
Düşündüm de şimdi, nerede bugün.
Saçı bağlamıştı bir kement olup,
Kalbimin en ince telini bulup,
Ben severken onu, yanıp kül olup,
O küller savrulup bitti o güzün.
Yürüyordu eşinin eli elinde,
Ne vardı bilmem ki bana zulümde!
Ne buldun ilk aşkım bu sevgilinde?
Sormadım, anlamı yoktu bu sözün.
Baktım arkasından yürüdü gitti,
Beni anılarla sürüdü gitti,
Hatırası kaldı, o çoktan yitti,
Elinde kayboldu kaprisin, nazın.
Kenan Erzurum
Günün Fıkrası
Şehrin hayırsever vakıflarından birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu: “-Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500 000 dolar, ancak bu güne kadar hiç bir hayır işine bir kurus bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”
Avukat bir süre düşündü, sonra: “-Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi?” Görevli utandı: “-Şey, hayır.” “-Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkum olduğunu?”
Görevli utancından kıpkırmızı kesilmiş bir halde özür dilemeye çalışırken avukat onun sözünü kesti: “-Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?” Görevli yerin dibine geçmişti, sadece, “-Hayır, hiç bir bilgim yoktu …” diye mırıldanabildi. Avukat bir kez daha onun sözünü keserek devam etti: “-Pekala, ben onlara zerre miktar para vermezken size niçin vereyim?”
Günün Sözü
Sonunda, düşmanlarımızın sözlerini değil dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız.
Martin Luther King
Hiçbir merdivenin olmasa bile kendi başının üstüne çımayı başarmalısın, yoksa yukarıya nasıl çıkarsın?
Friedrich Nietzsche