Ahlakı Unutmamalıyız…

0
57

Sanat Yazısı

Değerli Okurlarım, ailelerde, toplumlarda güzel şeylerden söz edilebilir. Yani nezaket, zarafet, cömertlik genel olarak mevcuttur ve esnememiştir bile o ailede ya da toplumda.

Ya ahlak… Evet, ahlak yoksa orada, saydığım erdemlerin fazlaca önem arz ettiğini anlatabilmem, söyleyebilmem mümkün değil. Ahlakın olmadığı yerde tüm güzellikler esneyebilir ve hatta kopabilir de…

Efendim, şimdi diyeceksiniz ki, durup dururken nerden çıktı bunlar, önemli miydi sanki gibi sözlerde serzenişte bulunanlarınız olacaktır eminim. Benim de son haftalarda kafamda oluştu ve bugün de kafamdan çıkarayım dedim…

İnsan sağlığına önem veren bazı dostlar nedense, bu konuya çok fazla ağırlık verdiler. İddiaları rahatsız edici değil, bilakis çok kişi buna seviniyor bile. Ben de buna dahilim.

Israr edilen konu, 70 yaşın, orta yaş olduğu şeklinde. Burada Behçet Necatigil’e “Ruhun şadolsun, kulakların çınlasın” diyorum. Bu tedri neye istinaden ısrarla gündeme getiriliyor? Dağlarda tarla belleyen, tohum eken, ekin toplayan ve akşam üstü de çalıyı çırpıyı sırtına vurarak evinin yolunu tutan o zavallı kadınlarımızın böyle bir lüksü var mı?

Dilerseniz konumuza dönelim…

Altmış, yetmiş yıl önce, elliyi geçenler iyi yaşamış oluyorlardı. Şimdilerde ellisinde bekarlar bile bulunmakta. Bütün mesele güzel yaşlanmakta. İfrata kaçmadan, her şeyi tadında bırakarak güzel yaşamakta yoğunlaşıyor her şey.

Söylediklerim, yarınları güvence altında, büyük sorunları olmayan, sinir sistemlerini tahrip edecek olayların göbeğinde bulunmayan insanlar için geçerli olabilir.

Ahlak mefhumu zayıf olan kişilerde, toplumlarda uzun yaşamak diye bir şey söz konusu olamaz. Herkese nasip olmasa bile onun da kendine has koşuları vardır. kendine ve çevresine saygılı olanlar, insanları ve hayvanları sevenler, kaba-saba olmayanlar, nazik ve zarif olanlar, sevilen ve sayılanlar; toplumda sevilmeyen, akordu bozuk insanlardan daha fazla yaşayacaklarını söylemek hiç de yanlış olmaz.

Toplumda her zaman görülmeyen kusursuz ahlak, zerafet, nezaket madalyonlarını göğsüne takıp da çıkarmayan ve de havalara girmeden çevresine örnek olanlara şükranlarımızla birlikte saygılı olmamız gerekmez mi?

Adamın kalp gözü körse, gözlerinin görmesi de fazla bir şey ifade etmez. Aynı zamanda “Ben artık yaşlandım” diyenler de zaten tükenmiştir. Onlar için fazla bir şey söylenemez.

Şimdi söyleyeceklerim bana aittir. Gönülden sevmemişsen, seni rahatsız edenden hesap soramamışsan, aynayla dargınsan, herkese sağlığından dert yanıyorsan, yüzü geçsen ne yazar, geçmesen ne yazar…

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Gönül Köşemden

Temizlik Bizden İthal

Değerli Okurlarım, bu sütunlarda ilginç bulacağınıza inandığım bir konuyu biraz da ayrıntılı anlatmaya çalışacağım.

Bu satırlar 1552 yılında Türklere esir düşüp, üç yıl boyunca Kaptan-ı Derya Sinan Paşa’nın yanında kölelikten en bilgili ve gözde hekimleri arasına yükselen İspanyol Pedro’nun kaleme aldığı “Kanuni Devrinde İstanbul” adlı kitaptan alınmıştır. Ancak, aynı satırları en azından bazı kitap ve ansiklopedilerde de okumuştum. Hemen hemen aynı ifadeler yer almaktadır.

Efendim, inanılmaz gibi geliyor ama yerli ve yabancı kitaplarda da aynı şeyleri de okuduktan sonra inanmamak mümkün değil.

Yıkanmanın sağlık açısından tehlikeli olduğuna inanıldığı dönemlerde Avrupalılar, Haçlı Seferleri sırasında Müslümanların hamamlarıyla tanışma fırsatı buldu. Ülkelerine döndüklerinde bu fikri canlandırmaya çalışan Avrupalılar, “STEW” yani umumhane adını verdikleri hamamları hemen her yerde yaymaya başladılar. Ama bu girişim pek uzun sürmedi, kısa süre içinde zina merkezi haline gelen bu umumhaneler tekrar kapatıldı.

Şimdi, on beşinci yüzyılda, doktorlar ve din adamlarının insanlar üzerindeki etkisi çok fazlaydı. Yıkanmak bile dinle ilgili bir hadise idi. O dönemde, doktorlar banyoyu tavsiye etmedikçe, yıkanmanın sağlık açısından tehlikeli olduğu inancı yaygındı. Üstelik Hristiyan din adamları yıkanma eylemini kötü bir fiil olarak değerlendiriyorlardı.

Zamanın ispanya Kraliçesi İzabel, hayatı boyunca iki kez yıkandığını, bu eylemi de, gerdeğe girerken ve çocuğunu doğurduktan sonra yaptığını iftiharla anlatmıştır.

O zamanlar, Türklerin Avrupalılara yönelttikleri tenkitlerin başlıcası, kirli ve pis oluşlarıydı. İspanya’da ömrü boyunca iki kere yıkanmış hiçbir kadın ve erkek yoktur.

Bu çok büyük bir fark… Temizliği sevmek, sevmemek… Türk hamamlarında çok su harcanır, doğrudur…

Dünya’da, İstanbul’daki kadar çeşmesi olan bir şehir yoktur. O da doğru… Bu doğrular sonucunda kirli insanların aklı başına geldi.

19.yüzyıla gelindiğinde, Avrupa’da temizlikle ilgili önemli adımlar atıldı. Hamam sayısı (halka açık) arttırıldı. Sabunlara konan vergiler kaldırıldı. Bu İngiltere için bir kayıptı ama pislik ve buna bağlı yoksulluğun İngiltere’ye çok daha pahalıya mal olduğunu fark etmişlerdi.

Avrupa bunlarla uğraşırken, Osmanlı döneminde hamamlar sadece yıkanıp paklanmanın dışında sosyal renkli mekanlardı da. İmparatorluğun en ihtişamlı döneminde şehrin her mahallesinde sıcak ve soğuk banyoları, çeşmeleri kubbeli mermer odalarıyla, haftanın belli günlerinde sadece kadınlara açık olan bir hamam mutlaka bulunurdu. O dönemde İstanbul’da 4 bin 536 özel hamam, 300 adet de halka açık hamam bulunuyordu.

Temizlik imandan gelir demeleri doğruymuş…

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Günün Nabzı

Çay Deyip Geçmeyelim

Suyun faydaları tabi ki tartışılmaz. Ancak bazı bilim adamları, çayın sudan daha sağlıklı bir içecek olduğunu ısrarla söylüyorlar.

Bazı uzmanların açıklamaları da oldukça ilginç. Su içildiğinde, daha önce vücuttan atılmış olan suyun telafisi olarak değerlendirilirken, içilen çayın ise, hem sıvı kaybını giderdiği ve hem de bazı kalp hastalıklarına ve kansere karşı önleyici olduğu belirtilmekte.

Çay, içindeki antioksidanlarla hücre yıpranmasını da önlüyor. Yine de günde 1-2 litre su içmeliyiz. Bunun yanı sıra üç dört bardak çay tüketilmesi çok faydalıdır. Söylemesi bizden…

Günün Sözü

Çevren temizse içinde temizdir…

Öcal’dan İnciler
Çevren kirliyse halin harap…

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here