Gerçeğin en büyük ezeli rakibi yalandır. Neden yalan söyleme ihtiyacı duyulur? Aldatmak, yanıltmak ve hataları örtbas etmek içindir. Gerçekleri bile-bile saptırmak, hep o yalan denen illetin başının altından çıkıyor.
“Yalandan kim ölmüş” demeyin. Yalan söyleyene bir şey olmayabilir. Ama bazen iftira kokan yalanlara maruz kalanları öldürebilir.
Yalanların adresi belli! En çok siyasette, ticarette ve medyada karşımıza çıkıyor.
Yalan bir can simidi gibidir, köşeye sıkışan ona dört elle sarılıyor, ondan medet umuyor. Yalanın tıpkı para gibi “dini, dili, ırkı, meşrebi, milliyeti” yoktur. Dünyanın dört bir köşesine yayılmış, ortalığı bulandırıyor.
“Denize düşen yılana, zora düşen yalana sarılıyor…” Bu devirde yalan söylemek olağan sayılıyor. Yalanların kısa sürede su yüzüne çıkacağı bilindiği halde, milletin gözünün içine baka-baka yalan söyleme küstahlığını gösterenlerin sayısı giderek artıyor.
En basit şeylere bile yalan uydurma dönemlerinden geçiyoruz. Yalanlar açık-açık pazarlanıyor. Yalan ticareti rağbet görüyor. Çünkü yalancının sermayesi yalandır. Yalanlarla halkı “cahil, saf ve aptal” yerine koymak, maharet sayılıyor. Yalanların sayısı çoğaldıkça, yoğun bir yalan trafiği yaşanıyor. İnsan kime neye inanacağını önceden kestiremiyor.
“Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.” Artık her şey kaçınılmaz olarak değişime uğruyor. Günümüzde yatsıya kadar beklemeden, yalancının mumu yarım saat içinde sönüveriyor.
Nerede o eski yalanlar! Geçmiş dönemlerde yalanın bir heybeti vardı. Şimdi doğallığı bozuldu, yapaylaştı. Yalan gün yüzüne çıktığında yalancının yüzü kızarır, utancından toplumun karşısına çıkmaz, içine kapanırdı. Günümüzde ise tam tersiyle karşılaşıyoruz.
Pişkinlik, yüzsüzlük, vurdumduymazlık almış başını gidiyor. Ar damarı çatlamış, utanma ve sıkılma duygusundan yoksun, sicili bozuk yalan pazarlamacılarıyla sıkça karşılaşıyoruz. Yalan icat etmek kolaylaştı. Yalanın iyisi kötüsü, güzeli çirkini, püsküllüsü kuyruklusu… Yalan piyasası çok hareketli. Üretilip sergilenen her türlü yalan, alıcı buluyor. Yalan mucitleri hiç boş durmuyor. Günün koşullarına uygun, çağın yalanlarını icat etmekle meşguller.
Bilinçsiz toplumlar, yalanlara körü körüne inanmaya daha yatkındır. Yalanları dinleye-dinleye ister istemez yalanlarla haşır-neşir oluveriyor. Çünkü yalan, “beyin yıkama, akıl çelme” aleti olarak kullanılıyor. En basit yalanlara kanan bir toplum, sürekli aldatılır.
Yalanların da tadı tuzu kaçtı. Her aklına esen zamanını yalan uydurmakla geçiriyor. Yalan enflasyonu üç haneli rakamlara çıkmış vaziyette.
Yalancıların anlayışına göre yalan her derde devadır. Hataların, düzenbazlıkların üstünü örtmeye yarayan etkili bir ilaçtır. Ancak, yalancıların gözden kaçırdıkları bir şey var. “Yalan iyi bir hizmetkâr olabilir. Ancak kötü bir efendidir.” Bir gün gelir, o “hizmetkâr” başlarına dert açar.
Yalanın en büyük ezeli rakibi ve korkulu rüyası gerçektir. Aralarında devamlı olarak üstünlük mücadelesi sürüp gider. Yalanın huyudur, hep kaçak güreşir. Yalan kaçar, gerçek de onu tuş edene kadar sürekli kovalar.
Yalanın baştan çıkarıcı gücü, saf ve temiz duyguları kuşatma altına almaya etkili ve sinsi bir düşmandır. Aldatılmaya, kandırılmaya eğilimli toplumlar çok çabuk inanır. Çünkü olaylar araştırılıp soruşturulmadan değer yargılarına varma zafiyetinden kaynaklanmaktadır.
Kabahat yalancıda değil, ona saf-saf inanandadır. “Yalan, her türlü ahlaksızlığın giriş kapısıdır…”