Sanat Sayfası
Değerli Okurlarım, insanoğlu çok ilginç ve garip bir canlıdır. Egoizmi hep benliğinde tutar. Şöyle de söyleyebilirim. İnsan dünyaya geldiğinden itibaren haz duygusuna yönelik bir yaşam sürer. Bunu engelleyecek her türlü durumda sektirmeden öfkeleniriz.
Çocukluk dönemimizde aldığımız eğitim, terbiye, isteklerimizin önüne dikilen yasalar bizi öfkeye sürükler. Ergenlik dönemimizde de iki arada kalırız; bir yandan aileden kopmak ve bağımsız olmak ister, diğer taraftan büyüklerimizin desteğine ihtiyaç duyarız. Bu durum bizde çatışmaya ve öfkeye neden olur.
Yetişkinlik dönemimizde ise, rekabet, yaşam savaşı, sorumluluklar bizi engeller ve bunlar da bize öfkelenmeye sevk eder. Öfkelenmek kolay değil aslında. Bütün bu saydıklarım insanın haz duygusunu, dilediğince yaşamasının engellenmesinden kaynaklanmaktadır. İnsan yapısında egoizm var da ondan…
Aslında öfkelenmek çok normal ve sağlıklı bir duygudur. Öfkesi ve kızgınlığından dolayı kişinin kendisini suçlu hissetmesi doğru değildir. Sağlıksız olanı öfkenin saldırganlığa dönüşmesidir.
Engellemeler kişide bir enerji doğurur. Bu enerjiyi o kişi yapıcı da kullanabilir, yıkıcı da. Öfke ne kadar açık ve doğrudan ortaya konursa o kadar çocukça olduğu düşünülür. Çocuklar öfkelerini açıkça ifade ederler. Yetişkinlerde bu türden öfkeler meydana geldiğinde ‘Duygusal açıdan olgunlaşmamış kişiler’ denir.
Örneğin, her ağladığında ve tepindiğinde istediğini alan çocuklar bunu bir ödül olarak değerlendirirler. Bu oldukça tehlikeli bir yaklaşımdır. Yetişkin olduklarında da seslerini yükselterek, saldırganlık göstererek istediklerini elde ederlerse, bu da onlarda alışkanlık haline gelir. Aksi olduğunda çok büyük hayal kırıklığı yaşarlar.
Ekonomileri iyi olsun ya da olmasın, çocuklarının her istediğini yerine getiren anne ve babalar ileride çok zor durumda kalırlar. Çocuğunu uyaran ve de yaptığının doğru olmadığını söyleyen bir babaya, üçüncü şahsın yapıcı olarak yaklaşımı hiç de doğru değildir. Çocuk ailesinin inisiyatifinden çıkabilir.
Öfkeyi yapıcı olarak kullanırsak, bize zihinsel ve bedensel güç olarak döner. Hangi koşulda olursa olsun, haklı ya da haksız toplumda öfkelenmek hiç de doğru bir hareket değildir. Herkes bizim fikrimizde olmayabilir. Çevremizi ve prestijimizi yitiririz. En azından zaafa uğratırız.
Bütün okurlarıma ve dostlarıma öfkesiz, berrak günler dilerim. Yaşadıkları günü en iyi şekilde değerlendirmelerini öneririm.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Geçenlerde Ecele Söylemiştim…
Değerli Okurlarım, duygusal bir insanım… Midemle fazla samimi değilimdir. Analık elinde büyümemin de, bunda büyük ölçüde etkisi vardır diyebilirim. Her halükarda, açlığında, yüreğine taş basanlarında seyidiyim… Hamd olsun…
Ölüm döşeğinde olanların ya da onu hissedenlerin o andaki düşünceleri ne olabilir dersiniz? Acaba biraz sonra son nefesini verecek olan kişi, geçmişten bugüne büyük bir yolculuğa mı çıkmıştır? Ya da işlediği günahları düşünüp, biraz sonra gideceği yerde bunların hesabını nasıl vereceği korkusunu mu yaşamaktadır?
Veya yaşamında es geçtiği, görmesi gerekenleri görmediğini, yapması gerekenleri yapmadığının ezikliğini yaşayıp, içinde ukte mi oluşacaktır, açıkçası pişmanlık mı duymaktadır. Bunları kimse bilemez. Çünkü bu düşünceler, kişiyle birlikte bir daha dönmemek üzere sonsuza uğurlanır. O kişi için, bir yerde kıyamet kopmuştur. Hazin bir son değil mi?
Ölüm yatağında olan kişi, o anda birçok düşünce ve anıyla boğuşuyordur, onu en çok yoran ve meşgul eden ruhunun derinliklerinde o aşamada unutulmuş, gizlenmiş ve olmasını istediği arzuları ne olabilirdi?
Kişi, bu arzularının yanıtını bulamama telaşındadır ve sonsuzluk yolculuğuna dakikalar kala bu arzularını hatırlamak ister ve tamamen hatırlamadan son nefesini vermek niyetinde de değildir. Yatağının başında oturan yakınları onun son nefesini vermesini beklerken, o ağları yırtıp tribünlere giden golü hatırlamaktadır. Yüzü hafiften gerilip pembeleşmiş, belli belirsiz bir tebessüm vardır yüzünde.
Geçenlerde Ecele Söylemiştim…
Ecele ilginç sorular sordum ve aldığım yanıtlar beni oldukça mutlu etti. Dünyaya geldiğimden beri, onu bana güzel gösteren ne olabilirdi ki…
Yemek içmek, onlar benim konumun dışında. Hepinizin bildiği gibi, insanlar yedikleri ile değil, yaptıkları ile anılırlar. Ben de bazı şeylerle anılmak istiyorum dedim ecele…
Ezeli rakibimizle daha kaç maş oynarız, sayısını bilmiyorum. Daha kaç yıl zevkime göre giyinip gezebileceğim? Hitap etmem ve konuşmam daha ne kadar devam edecek? dedim ecele…
“Ezeli rakibinizle oynayacağınız 90 müsabakayı göreceksin ve çoğunda galip geleceksiniz. Verilen randevuya gelinceye kadar her zamanki gibi şık olacaksın ve konuşman ve hitabında daha da güzelleşecek ben gelinceye kadar.”
Yıllar sonra eski dost yine gelir, sessiz ve sakindir ve vaktini beklemektedir. Tv’de ezeli rakiple doksanıncı maç oynanmaktadır, galip gelinmiştir. Vakitte dolmuştur.
Son nefes, son sevinç iç içedir. Yüzüne öylesine mutlu bir ifade oturur ki, odadakiler onun Allah’ın rahmetine kavuştuğunu anlamazlar. Yakınları gözyaşı dökerken, o anılarının verdiği keyifle huzurlu bir yolculuğa çıkar…
Kabristan çok kalabalıktır, çoluk çocuk, varsa para, pul, mal, mülk. Bunların hepsi mezara konuluncaya kadardır. Hemen geri dönerler ama hayattayken yaptığın iyilik, cömertlik varsa, işte o seninle sonsuza kadar kalır.
Yaşamınızın iyiliklerle dolu olmasını dilerim…
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Yemek Yemeyin
Direksiyon kullanırken yemek yemenin (dürüm mürüm) sürücünün dikkatini dağıttığını samimi olarak söylemeliyim. Yemek yemek ve bir şeyler içmek, konsantrasyon bozukluğuna neden olduğundan kazalara neden olmaktadır.
Yemek yemek sakıncalı da seyir halindeyken cep telefonuyla konuşmak sakıncalı değil mi? Aslında o daha tehlikeli ve kaza riskini arttıran bir hadise. Ama telefon için bir yasa yok.
Fakat insanlar kendi can güvenliği için direksiyon başında yemek yemez ve telefonla konuşmazlarsa, risk almamış olurlar. Daha iyi olmaz mı?
Günün Sözü
Yarım metre bezle dindar olunmaz…
Öcal’dan İnciler
Zamanı iyi gözet sonunda kazanırsın