Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Önceki gece Mısır’da ordu hükümete el koydu. Seçimle gelen devlet düştü. Doğrusu darbelerden baya canı yanan bizler Mısır’daki bu gelişmeden dolayı tedirginlik içindeyiz. Ve her koşulda demokrasi diyoruz.
& & & & &
Ve bugün 5 Temmuz. Atatürk’ün şahsi davam dediği Hatay topraklarına İskenderun üzerinden girdiği gündür. Hatay tarihi Hititlere dek uzanır. Ve Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han’ın 1516’da Mercidâbık Zaferi ile Suriye ve Hatay’ı Osmanlı Devletine katmasına dek uzanır ve günümüze dek uzanır.
On yedinci asırda Antakya 5 sancaklı Trablusşam eyaletine (beylerbeyliğine) bağlı bir kaza merkeziydi. Yirminci asır başlarında ise 3 sancaklı Halep vilâyetinin (eyaletinin) merkez sancağına bağlı 14 kazadan biriydi. Bu kazalardan biri de İskenderun’du. Birinci Dünya Harbinin sonunda Ekim 1918 sonlarında Antakya’yı İngilizler işgal ettiler ve bir sene sonra Fransızlara devrettiler. 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması ile Fransızların iç bağımsızlık tanıdıkları İskenderun sancağında çoğunluk Türklerdeydi. Buna rağmen Fransa iki kardeş ve komşu ülke olan Türkiye ile Suriye’nin arasına fitne tohumu ekmek için, Misak-ı Millî sınırları içinde olan Hatay’ı (İskenderun sancağını) Lozan’da geri vermedi. Fransızlar, 1925 Mart’ında İskenderun sancağının idaresini diğer Suriye illerinden ayırdılar. Türkçe, Arapça ve Fransızcayı resmî dil kabul ettiler. 1937’de bağımsız Hatay Cumhuriyeti kuruldu. Atatürk’ün gayreti ve Hatay halkının isteği ile. 23 Haziran 1939’da Türkiye-Fransa arasında yapılan Ankara Antlaşması ile Hatay’ın ana vatana kavuşması kesinleşti. 23 Temmuz 1939’da Hatay, Türkiye’nin bir vilâyeti oldu.
75 inci yıldönümünü kutladığımız bu kavuşma günü bütün İskenderun’da coşkuyla kutlanıyor. Bizde Kırk Asırlık Türk yurdu Hatay’ın, ‘Benim Şahsi Meselemdir’ diyerek, Anavatana katılışında büyük gayretleri olan Yüce Atatürk’ü saygı, sevgi ve minnetle anarak kutluyoruz.
Bundan 75 yıl önce genç bir anne olan rahmetli annem ve teyzelerim bu günü kırmızı beyaz puanlı elbiseler giyerek ellerinde bayraklarla karşılamışlardı. Bu günü görmemizi, kutlamamızı sağlayan büyük Türk Atatürk başta olmak üzere bütün emeği geçenleri, dedem, amcam ve babamı da saygıyla sevgiyle hasretle anıyoruz.
Ve sevgili okuyucularım sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım her zaman… Yase
& & & & &
SEYYİT ONBAŞI
18 Mart günü saat 17.00 olmuştur. Deniz savaşı bütün hızı ve şiddeti ile devam etmektedir. Tam o sırada Rumeli Mecidiye tabyasının ağır toplarının bulunduğu kısma Ocean’ın fırlattığı büyük bir düşman mermisi düşmüş, tabyanın cephaneliği isabet aldığından büyük bir infilak meydana gelmişti. Taş toprak ve insan parçaları havaya savrulmuş, tabya toz bulutları içinde kalmıştı.
Tabyada topçu yardımcılığı yapan, Balıkesir’in Havran-Çamlık Köyü’nden Mehmet oğlu Seyit Onbaşı, patlamanın tesiriyle üzerine örtülmüş olan taş toprak parçalarını silkeleyip, başını kaldırdı, sağa sola bakındı. Hâlâ yaşıyordu. Şükür yaralanmamıştı da. Yanı başında takım arkadaşı Ali’yi gördü:
“-Arkadaşlar nerdeler?”
“-Arkadaşlar mertebelerini buldular. Hepsi şehit oldular. Sadece sen ve ben kaldık.”
Seyit doğrulup boğaz sularına bir göz attığında çok heyecanlandı. Düşman zırhlılarından bir tanesi (Ocean) sağa sola alev kusarak hızla ilerliyordu. Hemen istihkamdaki toplara bir göz attı. Bir tanesi dışında hepsi kullanılamaz derecede hasara uğramıştı. Çalışır vaziyette olan topa ait mermileri kaldırıp namluya sürülmesine yardımcı olan vinç tertibatının parçalanmış olduğunu fark etti. Ama bir şeyler yapmalıydı.
Yerde, çalışabilir vaziyetteki topa ait dört adet mermi vardı. Sağına soluna bakındı başka mermi de kalmamıştı. Topun atış yapabilmesi için yerde duran mermilerin, birkaç basamaktan oluşan topun merdiveninden yukarı çıkarılıp namlu haznesine sürülmesi gerekiyordu. Ani bir kararla mermilerin yanına gitti. Arkadaşına: “-Gel Ali! Yardım et de şu mermiyi sırtıma alayım” dedi.
Arkadaşı şaşkın şaşkın bakarak: “-Bu mermilerin her biri 215 okka (275 Kg.) çeker. Kaldıramazsın Seyit!” dedi.
“-Bir deneyelim!” diye cevap verdi.
Ellerini toprağa bulayıp tuttukları mermiyi Seyit’in sırtına koymaya muvaffak oldular. Seyit kemiklerinin çatırdadığını duyar gibi oldu. Gözlerinin önünden şimşekler geçtiğini zannetti. Boyun damarları parmak gibi dışarı çıkmıştı. Hafif sendeledikten sonra topun merdivenlerini teker teker, yavaş yavaş çıktı. Arkadaşının yardımıyla mermiyi topa sürmeye muvaffak oldu. Nişan tertibatını yeniden ayarlayarak besmeleyle ateşledi. Bu üçüncü mermi, gemiye kıç tarafından su hizasından isabet edip patladı. Geminin dümen tertibatı parçalandı. Dümensiz kalan gemi geniş yaylar çizerek başıboş sürüklenmeye başladı.
Koşar adım yanlarına gelen batarya komutanı Hilmi Bey, yanlarında iki Alman subayı olduğu halde takdir dolu gözlerle bakarak: “-Sen miydin Seyit? Vurdun gemiyi” dedi.
Az sonra kulakları sağır eden bir patlama oldu. Denize baktıklarında az önce Seyit’in dümenini tahrip ettiği, başı boş dolaşmaya başlayan geminin, siyah dumanların içinde kaldığını, dumanlar biraz dağıldığında da yan tarafa doğru yatmakta olduğunu gördüler.
Evet Ocean başıboş ve dümensiz kaldığı için Nusret’in mayınlarından birine çarpmış ve hızla batıyordu. Siperlerin arkasından ve gözetleme yerlerinden tekbir sesleri yükseliyor, alkışlarla ortalık çınlıyor, birbirlerine sarılan komutan ve askerler sevinç gözyaşlarına boğuluyordu… Seyit Onbaşı’nın attığı mermi, bir tek mermi, çılgın Ocean’ı durdurmakla kalmamış savaşın kaderini de değiştirmiştir.
Ertesi günü istihkamları tek tek dolaşmaya başlayan Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Bey, Seyit’in kahramanlığını öğrenir: “-Evladım bu mermileri nasıl kaldırıp, topun namlusuna sürdüğünü bize gösterebilir misin?”
Seyit biraz mahcup bir eda ile aynı türden bir merminin yanına gider, ellerini toprağa sürer, besmele çekerek mermiye sarılır, fakat mermiyi yerinden bile kımıldatamaz.
Günün Şiiri
Beyaza Dönsün Diye Devran
Yanlış susuyorsun – gözlerin ağıt –
maviye bak.
Bir bugün mü , başında bunca bela.
Hatırla ,
bulut değildi , umut hiç değil
üstümüze abanan – isli duman.
Biz ki milattan önce , milattan sonra
acı kara yıllar devşirdik sabırla
beyaza dönsün diye devran.
Kimi zaman bir çığlıkla çıktık , çığ altından
bir çığlıkla yıktık surları kimi zaman.
Biz ki nice tuzaklardan , sunaklardan
korlardan , korsanlardan kurtulan
kurban.
Yanlış susuyorsun – gözlerin ağıt –
maviye bak.
Sesin gökyüzüne akan ulu bir çavlan
susma , zamanın durağı yok.
yok tarihin molası.
Bırak sesin gökyüzüne aksın , yıkasın yıldızları.
Kapama şarkını , şarkını kapama
durma öyle kendine uzak.
Yanlış susuyorsun – gözlerin ağıt –
maviye bak.
Değer kıyımlarına en soylu yanıt
şarkıyla
güneşe köprü kurmak.
Türkan İLDENİZ
BİR ŞAİR
“Müzik ve ekmek, süt ve şarap, aşk ve uyku. Bedava. Büyük
ölümcül kucaklaşması birbirini seven iki düşmanın: Her
yara bir çeşme. Arkadaşlar, zamanın sonuna dek sürecek
sonul sohbet için silahlarını iyice bilerler. Aşıklar geçer
gecenin içinden, birbirine geçmiş biçimde, yıldızların ve
gövdelerin birliği. İnsandır insanın besini. Bilgi düş
görmekten farklı değil, ne de düş görmek yapmaktan. Şiir
ateşe atar bütün şiirleri. Sözler bitmiştir, imgeler bitmiş.
Nesne ile adı arasında uzaklık kaldırılmış; adlandırmak
yaratmaktır, düşlemek doğmak.”
“Şimdi sıkı tut çapanı, kuramlaştır, vaktinde gel. Fiyatını öde
ve al maaşını. Boş zamanda, çatlayıncaya kadar otlan: Çok büyük
gazete meraları vardır. Ya da, kır çevrendekileri kahve masasında
her gece, dilin şişer politika yapmaktan. Kes sesini ya da gürültü
çıkar: İkisi de aynı şey. Bir yerlerde zaten vermişler cezanı.
Onursuzluğa ya da darağacına götüren yol tek değil: Düşlerin
fazla berrak, güçlü bir felsefeye gereksinmen var.”
Octavio PAZ
Çeviri: Ali CENGİZKAN
Günün Sözü
Cömertliğin üç belirtisi vardır: sözünün eri olmak, gereksiz yere övünmemek ve sorgusuz sualsiz bağışlamaktır. Immanuel KANT