Geçmiş Regaip Kandili Mübarek Olsun. Barış ve Sevgiye Kardeşliğe Vesile Olsun Dilerim

0
60

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Seçimlere günler kala dinin siyasete alet edildiği bir zamanda üç ayların başlangıcı olan Recep ayının ilk Perşembesini Cumaya bağlayan gece sabaha dek oturup günah çıkarsak acaba bizi Allah affeder mi? Allah affedicidir kuşkusuz; ama bile bile dini ve insanları aşağılayacak bir dil kullanmak? Bunun vebalini ödeyebilir miyiz bunu da Allah bilir tabi… Ama yine de eğer kişi yanlışının farkına varıp yaptığı işten vazgeçer ve samimi olarak özür dilerse belki? Ve diliyorum ki Allah bizi affeder.

Ancak yine de dünyada ve ülkemizde faşizm rüzgârları en hızlı şekilde eserken sevgisizlikten nefretten, ayrım gayrımdan, savaştan, yoksulluktan, adaletsizlikten, insanlar inim inim inlerken, kutsal gecelerin kutlanmasında bir garip çelişki var zahir…

Bendeniz kendi hesabıma bu kutsal gecelerde olağan üstü içime dönerim dua ederken yüzüm var mı dua etmeye diye sorarım kendime. Çünkü Allah’ın karşısında hissederim kendimi ufalıp yok olmak isterim! Ve dua etmek içinde insanın yüzü olmalı diye düşünürüm her zaman… Bu yüzden de çok dikkat ederim, hak yememeye insanları herhangi bir şekilde incitip küçümsememeye, adil ve sevgi dolu olmaya, sevmek her zaman elimizden gelmese de saygı da kusur etmemeye, zalimin karşısında, yoksulun haklının yanında olmaya. İnşallah bunları beceriyorumdur?

Ve sevgili okuyucularım konumuza dönersek Regaip kandili.. Cenab-ı hak, zamanlar içinde mukaddes zamanlar yaratmıştır. Zamanlar içinde yarattığı mukaddes zamanlardan birisi de; Müslümanların üç aylar diye bildikleri “Receb, Şaban ve Ramazan” aylarıdır. Dinî literatürümüzde de “üç ayların Müslümanlar için değeri büyüktür.

Regaip gecesi üç ayların ilk gecesidir. Ve anlamı, Rağbet olunan, bol ihsan ve değerli hediyeler demektir. Recep’in ilk Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan geceden ihsan ve ikramlar beklenildiği için o geceye “Regâib Gecesi” denmiştir. Bazı eserlerde Rasülullah’ın o gece annesinin rahmine düştüğü yazılır. Bu tartışma götüren bir konudur. Ve inanç meselesidir bence.

Sevgili okuyucularım üç ayları ve Regaip gecesini idrak ettiğimiz şu günlerde dünyaya ve ülkemize barış diliyorum. Büyük Türk Atatürk’ün dediği gibi “dünya da  sulh cihanda sulh”.

Hepimizin geçmiş Regaip kandili ve üç ayları mübarek olsun. Ve iyiliklere, doğruluklara ve barışa vesile olsun diyorum.

Resulullah (s.a.v) mübarek üç ayların başlangıcında buyururlardı ki “Allah’ım, Recebi ve Şabanı bizler için bereketli kıl ve bizi Ramazana kavuştur.”

Yoğun ve karmaşa içinde geçen günlerden, haftalardan ve aylardan sonra üç ayları idrak ettiğimiz bu günlerde içimiz acı dolu, yüreğimiz paramparça ama umudumuz her zaman baki kalacak. Ve özlenen barış eninde sonunda gerçekleşecek. Allah yakın kılsın o günleri diyerek sevgili okuyucularım geçmiş Regaip kandilimizi tekrar kutlarlarken sevgi, sağlık, birlik ve beraberlik içinde kalalım diyorum. Yase

& & & & &

Allah Nasıl Misafir Edilir?

Musa Aleyhisselâmın ümmeti:

“-Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir” diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina’ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu: “-Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?”

Musa Aleyhisselâm: “Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir” dedi.

Allah (c.c.): “Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim” buyurdu.

Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşam üstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip: «Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım” dedi. Hz. Musa: “Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah (c.c.) gelecek” dedi.

Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi.

İkinci gün Hz. Musa Tur’a gidip: “Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: Ya Sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı” diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu: “Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.” Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah: -Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı Allah: “İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz” buyurdu.

Demek ki, Allah için yapılan her şey, bizzat Allah’ın kendisine yapılmış gibi olmakta, Allah o kimseden razı olmaktadır. (Kaynak: Büyük Dini Hikayeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi)

İstiklal Marşı’nın Kabulü

Ve sevgili okuyucularım bugün 12 Mart, İstiklal Marşımızın TBMM’de kabul edilmesinin yıldönümü… Hepiniz İstiklal Marşının ve Mehmet Akif Ersoy’un hikâyesini biliyorsunuzdur ama yine bir hatırlayalım dilerseniz…

Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlarında, İstiklâl Harbi’nin milli bir ruh içerisinde kazanılması imkânını sağlamak amacıyla Maarif Vekâleti, 1921’de bir güfte yarışması düzenlemiş, söz konusu yarışmaya toplam 724 şiir katılmıştır. Kazanan güfteye para ödülü konduğu için önce yarışmaya katılmak istemeyen Burdur milletvekili Mehmet Âkif Ersoy, Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin ısrarı üzerine, Ankara’daki Taceddin Dergâhı’nda yazdığı ve İstiklal Harbi’ni verecek olan Türk Ordusu’na hitap ettiği şiirini yarışmaya koymuştur. Yapılan elemeler sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda, bazı mebusların itirazlarına rağmen Mehmet Âkif’in yazdığı İstiklal Marşı coşkulu alkışlarla kabul edilmiştir. Mecliste İstiklâl Marşı’nı okuyan ilk kişi dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver olmuştur.

Mehmet Âkif Ersoy İstiklâl Marşı’nı, şiirlerini topladığı Safahat’ına dâhil etmemiş ve İstiklâl Marşı’nın Türk Milleti’nin eseri olduğunu beyan etmiştir.

Şiirin bestelenmesi için açılan ikinci yarışmaya 24 besteci katılmış, 1924 yılında Ankara’da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay’ın bestesini kabul etmiştir. Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930’da değiştirilerek, dönemin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör’ün 1922’de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuş, toplamda dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşan marşın armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini de İhsan Servet Künçer yapmıştır. Üngör’ün yakın dostu Cemal Reşit Rey’le yapılmış olan bir röportajda da kendisinin belirttiğine göre aslında başka bir güfte üzerine yapılmıştır ve İstiklal Marşı olması düşünülerek bestelenmemiştir. Protokol gereği, sadece ilk iki dörtlük beste eşliğinde İstiklâl Marşı olarak söylenmektedir.

Günün Şiiri

İstiklal Marşı

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma’ bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır  rûh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!

Mehmet Akif ERSOY

Günün Sözü

İsterseniz yanlış düşünün, ama her durumda kendi kafanızla düşünün.
Doris Lessing

Gül sunan bir elde daima bir miktar gül kokusu kalır.
Çin Atasözü

Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur.
Mustafa Kemal ATATÜRK

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here